Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fahri danışmanlığını da yapan Akşam yazarı Etyen Mahçupyan, AKP’nin 2002 seçimlerinin ardından çizdiği iyi ve güçlü profil nedeniyle şimdiye dek yaptıkları hataların üzerinde durulmadığını ve seçmenin AKP’nin sertliğe meyleden tepkilerini üslup olarak onaylamasa bile, özünde haklı ve meşru bulduğunu ancak 7 Haziran’da “AKP’nin ilk kez yanlışın bedelini ödediğini” söyledi.
“AKP’ye bu cezayı sevenleri kesti” diyen Mahçupyan “Eğer parti bunun nasıl bir lütuf olduğunu anlayabilirse, geçmiştekinden daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu da görebilir. Toplum hâlâ AKP’ye bakıyor… Ama yanlışın bedelini de ödemesini istiyor. Bizzat kendi seçmeni AKP’yi normalleşmeye davet ediyor” ifadelerini kullandı.
Etyen Mahçupyan’ın Akşam gazetesinde “Sevenlerin kestiği ceza” başlığıyla yayımlanan (14 Temmuz 2015) yazısı şöyle:
Türkiye toplumunun ve Batı dünyasının bir bölümü bir süreden beri AKP gerçekliğiyle bağlarını koparttı. Hayallerinde bir AKP yaratıp oradan hareketle öngörülerde bulundular. Bu dalganın dinmesi biraz daha alacak. Çünkü AKP’yi yorumlama modellerinin bu hareketi anlamaktan aciz kaldığını idrak etmek ve kabullenmek kolay olmayabilir. İşin ilginç yanı söz konusu yüzeysel yaklaşımın bir ‘iyi’ AKP de yaratması. 2002-7 arası böyle adlandırılıyor ve bu sayede sonraki dönem ‘kötü’ AKP haline getirilebiliyor. Oysa son on üç yılın iktidarı karşılaştığı tehdit yapısını ve siyasetin tanıdığı reform imkânını birbirine koşut şekilde, birlikte değerlendirerek strateji çizdi. Her dönemde reformcu oldu ama yine her dönemde otoriter müdahalelerden de kaçınmadı. Ancak son yıllarda koşulların sıkıştırmasıyla doğal refleksler daha müdahaleci olmayı teşvik etti ve AKP de kendisini bu reflekslerin peşinden giderken buldu.
Bu tutum eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. AKP gibi bir partinin ortak aklını daha verimli kılması, bu aklı derinleştirecek toplumsal bağları kurması beklenirdi. Ancak fazla özgüven kurumsal tepkiyi kolaycılığa yöneltti. Ayrıca AKP’nin kolay bulunmayacak ilave bir avantajı vardı: Bir tarihsel dönemin kapanmak üzere olması, o dönemin partilerini de paralize etmiş ve toplum nezdinde anlamsızlaştırmıştı. Dolayısıyla uzunca bir süre AKP’nin ‘doğruları’ övgü alırken, ‘yanlışları’ üzerinde çok durulmadı ve parti bunların bedelini ödemedi.
Zamanın ruhu hâlâ olduğu üzere AKP’den yanaydı… Üstelik ortada partiye yönelik açık tehditler vardı ve toplum bunu görmekteydi. Dolayısıyla genişleyen seçmen tabanı AKP’nin sertliğe meyleden tepkilerini üslup olarak onaylamasa bile, özünde haklı ve meşru buldu. Sorun şu ki, AKP de bu duruma alıştı. Hep böyle olacak sanıldı…
Haziran seçimleri tarihsel parantezin son bir hamleyle kapatılması için kritik bir eşik oluşturmaktaydı. Eğer bir kez daha çoğunluk hükümeti olunabilirse, yeni anayasanın önü açılacak ve başkanlık sisteminin de ihsas edilmesiyle sivil siyasetin kalıcı hâkimiyeti tescil edilmiş olacaktı. Ne var ki bu süreçte kullanılan yöntem, tutum ve söylem seçmenin bir bölümünce yadırgandı. Parti bu hedefi daha stratejik bir yol üzerinden çözmeyi de denemedi. Örneğin eğer baraj yüzde 5’e inseydi HDP yine barajı geçecek ama muhtemelen yüzde 7-8 alacak ve AKP de çoğunluk hükümetini kuracaktı. Ama 330’un üzerinde milletvekili çıkarma arzusu eldeki bulgurdan da olunmasına neden oldu.
Bu süre içerisinde diğer partilerde gerçek anlamda olumlu yönde bir değişim olmadı. Rakipler hâlâ kötü… Mesele AKP’nin bizzat kendi seçmeni nezdinde diğer partilere benzer hale gelmesiydi. Dolayısıyla aslında bu seçimlerin kazananı yok. Diğerleri AKP’nin kendi tutumu nedeniyle kaybettiği puanları kimliklerine göre bölüşmüş oldular. AKP ilk kez yanlışın bedelini ödedi ve bu ‘cezayı’ ona sevenleri kesti. Eğer parti bunun nasıl bir lütuf olduğunu anlayabilirse, geçmiştekinden daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu da görebilir. Toplum hâlâ AKP’ye bakıyor… Ama yanlışın bedelini de ödemesini istiyor. Bizzat kendi seçmeni AKP’yi normalleşmeye davet ediyor.