Eski AKP Bursa Milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan, Türkiye demokrasinin temel ihtiyacının kuvvetler ayrılığı olduğunu söyledi. Ocaktan kuvvetler ayrılığının yer yer kesintiye uğradığını anlatarak, "Kuvvetler ayrılığına son darbe 16 Nisan referandumu ile yapılmıştır" dedi.
Ocaktan, Karar gazetesinde, "Demokrasimizin temel ihtiyacı kuvvetler ayrılığı" başlığıyla yayımlanan yazısınında "Bugün yaşadığımız hukuki ve siyasal sorunlarımızın temelinde de yine kuvvetler ayrılığına dayalı bir sistem inşa edememe bulunmaktadır" dedi.
Ocaktan şöyle devam etti:
(...) Kabul etmek gerekiyor ki, değişimi ertelemenin bedeli her zaman ağır olmuştur. Zira o günün şartlarında oy çokluğuna sahip olan bir iktidar, milletvekillerinin büyük bir bölümünü ele geçirdiği için muhalefet üzerinde baskı oluşturabilecek bir güce erişebiliyordu. Oysa seçim sisteminde denge-denetlemeyi sağlayacak bir değişiklik yapılabilmiş olsaydı “DP’nin CHP’ye duyduğu güvensizliği bir nebze olsun hafifletebileceği gibi, DP iktidarının otoriter eğilimlerini, hiç değilse bir ölçüde frenleyebilecek bir sistemin oturtulabilmesi anlamına gelecekti.” (Taner Demirel, Türkiye’nin On Uzun Yılı, s.67)
Bir varsayım olarak belirtmek gerekirse, eğer o gün iktidarların sınırlandırılması kurallara bağlanabilseydi, beldi de Türkiye 1960 ihtilalini yaşamayacaktı. Ama ne yazık ki araba devrilmeden, siyaset sistem değişikliğini başaramamştır.
Sonrasında 1961 Anayasası ile ‘güçler ayrılığı’ –yasama-yürütme-yargı prensibi ile sağlanmış, yürütmenin dışında bağımsız yargı organları oluşturulmuştur. Ancak kimlerin meclise seçileceği parti başkanları tarafından kontrol edildiği için, giderek Meclis de tek dam ya da tek parti tarafından kontrol edilir hale gelmiştir.
1982 anayasası ise katı ve serttir. Milli Güvenlik Konseyinin düzenlediği kanunların anayasaya aykırılığı iddia edilemez şartı getirilmiştir, neyse ki 2001 değişiklikleriyle bu düzenleme anayasadan çıkarılmıştır. Ancak bu anayasa ile otoritenin ağırlığı artmış, hak ve hürriyetlerde sınırlamalara gidilmiştir. Güçlü devlet, otoriter idare kavramları ön plana çıkmıştır, yürütme organı ve Cumhurbaşkanı makamı güçlendirilmiştir. Denge-denetleme, güçler ayrılığı sadece yasal metinlerde varlığını sürdürmektedir.
Ve kuvvetler ayrılığına son darbe 16 Nisan referandumu ile yapılmıştır. “Başkanlık sistemi” sloganı ile başlatılan süreç, “Türk tipi başkanlık” modeline dönüşmüş ve sonunda yasama, yürütme ve yargı cumhurbaşkanının kontrolüne verilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ‘kuvvetler ayrılığı’na veda edildiğinin altını çizen Prof. Dr. Kemal Gözler, “Elveda kuvvetler ayrılığı, elveda anayasa” makalesinde şu çarpıcı tespiti yapıyor: “Kuvvetler ayrılığı teorisi, anayasacılığın en temel ve en eski teorisidir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde ‘anayasa’ da olmaz. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir devlet, ‘anayasal devlet’ değildir.. Bu husus, en güzel, en çarpıcı bir şekilde 16 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 16’ncı maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir:
‘Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasa da yoktur.”
Hasılı, bugün yaşadığımız hukuki ve siyasal sorunlarımızın temelinde de yine kuvvetler ayrılığına dayalı bir sistem inşa edememe bulunmaktadır.