Gündem

Eski Aile Mahkemesi Hâkimi Karınca: Devlet önceliği anneliğe vermemeli, kadına boşanma hakkının önündeki engelleri kaldırmalı!

"Boşanmak şiddet, ensest gibi durumlarda bir kurtuluştur, zorunluluktur, sigortadır"

12 Ocak 2016 00:56

Aljazeera Türk
Eray Karınca*


Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2014 yılında boşanan çiftlerin sayısı 2013’e göre yüzde 4,5 artarken, yeni evlenenlerin sayısındaki artış yüzde 0,1 oranında kaldı.

“Kutsal Devlet” ve “Aile, Türk toplumunun temelidir (m. 41)” anlayışıyla kaleme alınan 1982 Anayasası’nın biçimlendirdiği  muhafazakâr Türk toplumu ve onun yansıması olan Türkiye Büyük Millet Meclisi de bir komisyon kurarak bu gelişmeyi incelemeye karar verdi.

Oysa otuz dört yıldır yürürlükte olan 1982 Anayasası toplumun demokrasi, hak ve özgürlük taleplerine sessiz kalamamış, birçoğu esaslı olmak üzere onlarca değişiklik geçirmiş, bu arada kadının birey olarak varlığını kabul ettirme çabalarına özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin de katkısıyla fazla direnememişti.

Bunun yanı sıra uluslararası hukukun etkisiyle ve Anayasa değişikliklerine paralel olarak iç hukukta olumlu birçok gelişme yaşandı. Ne var ki on yıllara sığan bu hızlı ve etkili gelişmelere karşı oluşan direnç, kanunlara kadının adının bile konmasına engel çıkarırken, bakanlıklardan da adını sildirmeyi başarmıştı. Bunu yaparken en önemli dayanakları ise kuşkusuz “kutsal aile” formülü idi.

Bu çerçevede ailenin boşanmalar nedeniyle parçalanmasının faturasının kadınlara kesilmek istenmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu kapsamda onları eve mahkûm etme ve kimliklerini salt anne ve evinin kadını olarak tanımlama çabalarının hız kazanması olanaklıdır.

Yaş ortalaması ellinin üstünde olan Meclis’in genç kuşaklarda artan boşanma oranları karşısında paniğe kapılmasını anlamak zor olmasa da, peşin kabul ve inançlara sarılmadan önce bu değişim her yönüyle irdelenmelidir.

İlkin, boşanmak  bir kavram olarak başlı başına kötü bir şey değildir. Şiddet, ensest vb. olayların yaşandığı kimi durumlarda bir kurtuluştur, zorunluluktur, sigortadır. Nitekim Medeni Kanun 11 maddede (134 ve 144. maddeleri arasında) evlenmeyi düzenlerken, tam 40 maddede (145 ve 184. maddeleri arasında) evliliğin iptalini, boşanmayı ve sonuçlarını düzenlemiştir.

Ancak yukarıda örneklediğimiz ensest, şiddet vb. ağır durumlarda bunların arızi olduğu kanısıyla çözümün bireye uygulanacak yaptırımın ağırlaştırılmasında aranması hedef saptırmaya uygundur.

 

Boşanmalar neden arttı?

 

Tartışılması gereken ikinci husus ise, boşanmadaki artışın nedenleridir. Geleneksel aile modelinde büyümüş bir birey olarak geçmişe baktığımda, dedemin ve babaannemin yaşadığı evin sağının ve solunum oğullarına ait evlerden oluştuğunu anımsıyorum. Avlu, hatta tuvalet uzun süre ortaktı. Her sabah tüm geniş aile birbirini görür, sorun varsa hemen öğrenilir, çözüm üretilir ve aile büyüklerinin otoritesine boyun eğilirdi.

Özellikle yetmişli yıllardan sonra hızlanan kente göçlerle birlikte insanlar, gecekondularda yaşamaya başlarken çocuklarını köylerinden ya da akrabalardan biriyle evlendirmek istediler.

Ancak bu geleneksel yapıyı sürdürmek, ikinci, üçüncü kuşakta hiç mümkün olmadığı gibi süreç içinde gecekondular yıkılıp yerlerine çok katlı yapılar inşa edildi. Kutu gibi evlerde birbirini çok az tanıyan farklı anlayış ve çevrelerden çok farklı genlerden gelen, deneyimsiz insanlara cinsel tutkudan başka katalizör olmaksızın, “evlendiniz, haydi mutlu olun” dendi. Cicim ayları geçtikten sonra ise anlaşmazlıklar baş gösterdiğinde, bu kez soruna anında çözüm bulacak otorite, ya uzakta idi ya da kentin ve toplumun değişen koşullarında etkisizdi.

Üstelik hukuken erkeğin iradesi de üstün değildi ve en önemlisi Batı’daki gibi sorun çıkmadan önce bilgilendirme, çıktıktan sonra da çözüm önerecek, evliliği kuvvetlendirecek ara mekanizmalar, örneğin sosyal çalışmacılar, psikologlar, evlilik danışmanları yoktu ya da çok yetersizdi.

Sonuçta çok azı mutlu oldu. Kimi temel gereksinimleri karşılandığı için, kimi karşı çıkabilecek cesareti olmadığı için mutsuz da olsa evliliğini sürdürdü. Sadece cesareti ve olanağı olan farklı bir yaşamın da mümkün olduğunun ayırdında olanlar boşanmayı seçti.

Aslında kanun koyucu Medeni Kanun’daki erkeğin oyunu üstün kılan düzenlemeleri kaldırırken uyuşmazlık halinde çözüm yeri olarak aile mahkemesi hâkimini görevlendirdi. Şöyle ki, Türk Medeni Kanunu’nun 195. maddesinden 202. maddeye kadar hâkimin evliliğe müdahalesi düzenlenmektedir.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluşuna Dair Kanunda da hâkime aileye ilişkin hemen her konuda müdahalede bulunma yetkisi verilmiştir. Hatta elindeki bir davayla ilgili olarak hâkimin çözüm odaklı olmak koşuluyla veremeyeceği karar yoktur. Örneğin, Ankara 8. Aile Mahkemesi hâkimi iken verdiğim çarpıcı bir karar medyada da yansıma bulmuştur[1]. Ne var ki çözüm odaklı bu bakış açısı hukukçular arasında benimsenmediği gibi aile hukuku daha çok boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi olarak görülmüştür.

Buradaki kritik eşik, gücü olanın boşanmayı seçebilmesindedir, çünkü mevcut sistemde evlilikler çoğunlukla ekonomik ve sosyal olarak güçsüz olan kadının özverisiyle ayakta durmaktadır. Hukuki kazanımlar henüz toplumsal yaşama yansımış ve erkekle kadın arasındaki siyasal, sosyal ve ekonomik eşitsizlik giderilmiş değildir. Öyleyse temel çelişki, bir yandan toplumun temeli olarak aileyi kutsallaştırırken (AY m. 41), diğer yandan devlete, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği giderme yükümlülüğü getirilirken (AY m. 10), bunun yönetenler ve uygulamacılarca benimsenmemesindedir.

Bu yüzden devlet tercihini net olarak yapmalı, önceliğin kadının annelik, evinin kadını vb. argümanlardan öte onun birey olarak haklarının tanınmasında olduğu kabul etmeli, zorlaştırmaktan öte, kadının boşanma hakkını kullanmasının önündeki engelleri kaldırmalıdır.

Sağlıksız evliliklerin topluma da bireye de fayda getirmeyeceği ortadadır. Bu yüzden boşanmalardaki artışın yukarıda açıklanan toplumsal koşulların kaçınılmaz sonucu olarak algılanmasından ziyade, kadının haklarına kavuşması ve özgürleşmesiyle ilintilendirilmesi aymazlık ve tarihin tekerleğini geriye yürütmeye yönelik beyhude bir çaba olacaktır. 21. yüzyılın, kadın yüzyılı olacağını öngörüp buna uygun davranan toplumlar hamle üstünlüğünü ele geçirecek, refah, huzur ve iç barışta önemli kazanımlar elde edeceklerdir.

Bu yazı, Aljazeera Türk sitesinden alınmıştır. 


*Eray Karınca: Siirt'te 1960'ta doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi ve TODAİE Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programı'nı Dernek Hak ve Özgürlükleri konulu tezi ile tamamladı. 1985 yılında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi'nde hâkimliğe başladı. Meslek hayatı boyunca Asliye Ceza Mahkemeleri'nde,  Ankara'da Ticaret Mahkemesi, Asliye Hukuk ve Aile Mahkemesi'nde hâkimlik yaptı.  Kadın ve çocuklara yönelik şiddetin önlenmesi konusunda yazı ve kararları ile tanındı. Bilgilerini TBMM Araştırma Komisyonlarında paylaştı. 4320 (Aile içi Şiddetten Korunma) sayılı yasaya ilişkin Yönetmelik çalışmasına katıldı. 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un içeriğinde etkili oldu.Cumhuriyet Gazetesi'nin Yunus Nadi adına düzenlediği yarışmada, 2011 yılında "Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü"nü, "Kız Doğursun Anneler" adlı çalışmasıyla kazandı. Bunun gibi birçok ödülleri bulunmakta olup, yazıları çeşitli dergi ve makalelerde yayınlanmaktadır.