Söyleşi

Ertuğrul Özkök'ten hoşlanmayanlar da bu söyleşiyi okur!

11 yıldır Ertuğrul Özkök ile çalışan Dilek Çağlak www.t24.com.tr'nin sorularını yanıtladı.

26 Ocak 2010 02:00

 SELİN ONGUN / T24 

Hürriyet gazetesinin 11’inci katının “kara kutusu” Dilek Çağlak. Kısa süre önce Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği'nden ayrılan Ertuğrul Özkök’ün sekreteri.

Özkök’ten bahsederken, “Bazen onun için sahiden üzülüyorum. Duygularına gem vurarak, renk vermeden, sürekli güçlü durarak geçen onca yıl” diyor.

Ve ekliyor:

“En üzüldüğüm şey şu; gerçekten onunla ilgisi olmayan bir konu oluyor ve kabak hep onun başına patlıyor. Mesela en son olay, Hrant Dink’in öldürülmesi hakkında yazılanlar (…) Ama ben nelere tanık oluyorum; köşelerinde Ertuğrul Bey’e durmadan eleştiriler, hatta hakarete varan satırlar kaleme alan kimi yazarların randevu taleplerine. Esip gürleyenlerin arasından sonra bir vesileyle onunla arkadaş olmak isteyenler çıkar.”

Ertuğrul Özkök Genel Yayın Yönetmenliği'ni bıraktıktan sonra Başbakan ya da Cumhurbaşkanı aradı mı? “411 el kaosa kalktı” manşetinden sonra nasıl telefonlar geldi? Özkök’ün “yasaksızlar kadrosu”nda kimler var? Özkök neden hamile kadınlar ile çalışmayı tercih etmez? “Memleket elden gidiyor o şarap içsin!” diyen okurlar neden küfrediyor?

11 yıldır Ertuğrul Özkök ile çalışan Dilek Çağlak www.t24.com.tr için sorularımızı yanıtladı:


'İnsanlar Özkök ile ilgili konulara meraklıdır'


- Şimdi bazı akıllardan geçebilir: “Memlekette bu dar olay varken, Ertuğrul Özkök’ün sekreterinin söyleşisinden bize ne?”

(Gülüyor) 11 yıldır Ertuğrul Bey ile çalışıyorum, yeri geliyor günde 200 kişi ile telefonla konuşuyorum, üstelik bu telefonların neredeyse yarısı okurlardan geliyor. Dolayısıyla rahatlıkla şunu söyleyebilirim; Ertuğrul Bey’den hoşlanmayanlar da, onu önemseyenler de memlekette ne olursa olsun, Ertuğrul Özkök ile ilgili konulara meraklıdır.

- Siz bu merakı sağlıklı buluyor musunuz?

Şöyle cevaplayayım; ben bu binaya (Hürriyet Medya Towers) 17 yaşımda girdim. Liseyi yeni bitirmiştim, üniversite sınavına hazırlanmak için dersaneye gitmem gerekiyordu. Onun için de para kazanmam şarttı. Tüm amacım psikoloji okumaktı. Bu idealimi gerçekleştiremedim. Ama burada geçen zamanda insan psikolojisinin yaratabileceği ikilemlerin âlâsını öğrendim. Şuraya varacağım; “Ertuğrul Bey’in sekreterinden bize ne diyenler” de, bu söyleşiyi satır satır okur. Hatta şimdi “Patronu gibi sekreteri de kendini çok önemsiyor” diyenler de olabilir.


'Sen sekretersin, gerçek bu'


- O halde hemen soralım: “Sekreter” ifadesi ile barışık mısınız siz?

Sekreter- asistan mevzusu değil mi? Şimdi siz sorunca fark ettim; eskiden Ertuğrul Bey, örneğin birine randevu verirken, “Sekreterimle görüşün lütfen” derdi. Uzun süredir, “Asistanımla görüşün” diyor. Bu aslında “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” gibi bir şey. Ben kelimelere takılmam, hiç gocunmam. Kendisine sekreter dendiği için komplekse kapılan meslektaşlarımı da anlayamıyorum. O patron, sen de sekretersin, gerçek bu değil mi?


‘Özkök’ün sekreterisin, ama bizim çocuklara iş bulamadın diyenler var’


- Soruyu şöyle değiştirsek; patron güç ise sekreter nedir?

Bu sorunun cevabı bazen “küçük patroncuklar” olur. Bakın size ne anlatacağım; geçen gün bir akrabama arkadaşı şöyle demiş: “Aşk olsun yeğenin Ertuğrul Özkök’ün sekreteri, ama bizim çocuklara bir iş bulmadı!” Hoppala! Ya ben bu gazetenin yayın yönetmeni miyim, sahibi miyim?


'Özkök'ün sekreteriyim diye çok şey isteniyor'


- Eş-dosttan iş takibi isteyenler de olur mu?

Olmaz mı? Daha ötesi de oluyor. Geçen gün teyzemin oğlu aradı; “Dilek, sigorta arabanın parasını ödemekte gecikti. Sen devreye girer misin?” dedi. Buyur buradan bak, “Ben Ertuğrul Özkök’ün sekreteriyim, kuzenimin parasını ödemezseniz döverim sizi” mi diyeceğim? Elbette aramadım. Ama kuzenime “Aradım” dedim. Yarım saat sonra telefon geldi. “Bak işte sen arayınca adamlar hemen parayı ödediler” diyerek teşekkür etti. Yani böyle komik durumlar oluyor. (Telefon çalıyor ve Dilek Hanım bir süre şu sözleri tekrarlıyor: “Hayır efendim kendisi burada değil, sahiden şu an binada değil. Beyefendi Ertuğrul Bey şu anda yok…”)


‘Şarap yazıları dezavantajdır, ertesi gün ayvayı yerim’


- Bu söylediğiniz doğru mu?

Doğru, şu anda gerçekten binada değil. Ama şu var tabii, arayan okurlar diyor ki, “Ertuğrul Bey ile görüşmemiz gerek.” Günde 100 kişi aynı talep için arıyor, şimdi bunun imkânı olmadığını karşı tarafa anlatamıyorum. O zaman da şu cümleleri duyuyorum; “Ooo yoktur tabii. Cumhurbaşkanı’nı arasam ulaşırdım!” Ya da şu var; “Nerede o, şarap içmeye mi gitti? Memleket elden gidiyor o şarap içsin!” Zaten şarap yazıları benim için dezavantaj. Şarap yazısının ertesi günü telefonlarım kilitleniyor. Bazen pazar yazılarından sonra “Eyvah, yarın ayvayı yedin Dilek. Yarın kim bilir ne telefonlar gelecek?” diyorum kendi kendime.


‘Okur velinimetimizdir, diyorum, küfürleri bir güzel yiyorum’


- Geçen 11 yıl içinde en çok telefon alan manşetler ve yazılar için top 10 listesi yapsanız?

Hem övgü, hem de eleştiri için o kadar çok örnek var ki. Tek tek hatırlamam mümkün değil. Ertuğrul Bey’e gelen okur telefonları için ayrı bir birimimiz yok; nabız tutma meselesine çok önem verdiği için ben bakıyorum. İnanın günde 200 okurla görüştüğümü biliyorum. Methiye düzen de, küfür eden de var. “Okur velinimetimizdir” diyorum, küfürleri bir güzel yiyorum. (Gülüyor)


'411 el kaosa kalktı' manşetinde ne oldu?


- Ertuğrul Özkök’ün yayın yönetmenliğini bırakmasından sonra birçok kişi o manşete işaret etti: “411 el kaosa kalktı”. Takibinde gelen telefonların içeriği nasıldı?

Şöyle cevaplayayım; burada çalıştığım dönem boyunca telefonumun en çok çaldığı dönem, 2002 seçimlerinin ertesi günüdür. Garip olan şu ki, telefonun hiç susmadığı bir başka dönem de, Ertuğrul Bey’in yayın yönetmenliğini bıraktığı haftadır. Seçimlerden sonra “Memnun musunuz; bu adamları siz iktidara getirdiniz? Yandaşlık yapıyorsunuz” diyen telefonlara da ben baktım, “Ertuğrul Bey’i bu adamlar mı gönderdi? Basını ne hale getirdiler? Tüm amaçları yandaş medya yaratmak” diyen telefonlara da ben baktım.

- Yayın yönetmenliğini bıraktıktan sonra Başbakan ya da Cumhurbaşkanı aradı mı?

Ben buradan bağlamadım. Ama cep telefonundan ulaşmış olabilirler.


‘Mehmet Ali Erbil’i Abdullah Gül sandım, icra kurulu toplantısını bastım’


- Yüksek bir olasılık mıdır bu?

Gazetede olmadığı zamanlarda acil bir konu var ise cep telefonu ile kendisine ulaşabilirler. Bakın size tam da bununla ilgili bir şaşkınlığımı anlatayım. Bir gün Ertuğrul Bey icra kurulu toplantısına girerken “Arayan olursa bak lütfen Dilek” diyerek cep telefonunu bana bıraktı. Bir süre sora telefon çaldı; arayan kişi “Merhaba, hemen Ertuğrul Bey ile görüşmem gerek. Ben Abdullah Gül” dedi. Bu arada telefon gelmeden bir iki dakika önce CNN Türk’te “Abdullah Gül canlı yayında olacak” alt yazısını okumuştum. Herhalde onunla ilgili diye düşünüp bir hışım icra kurulu toplantısına daldım. “Abdullah Gül arıyor efendim” diyerek telefonu verdim, odadan çıktım. Bir iki dakika sonra Ertuğrul Bey kahkahalarla yanıma geldi; “Arayan Mehmet Ali Erbil” deyince domates gibi kızardım. Ardından Vuslat Hanım (Vuslat Doğan Sabancı), “Dilek, Abdullah Gül mü Mehmet Ali Erbil mi aradı?” deyiverdi. Anlayacağınız icra kurulu toplantısını basıp, rezil olmuşluğum da vardır.


‘Ne mutlu, artık icra kuruluna katılmıyoruz’


- Hiç düşünmeden, ilk anda size çağrıştırdıklarını söyler misiniz; icra kurulu toplantısı?

Çarşamba, stres günü. Ne mutlu ki artık katılmıyoruz, bizim için süper!


Vuslat Doğan Sabancı: Mis parfüm, cin gözler


- Vuslat Doğan Sabancı?

Harika ayakkabılar, mis parfüm, cin gözler, çok programlı.

- Ertuğrul Özkök?

Sıfır kompleks, ayaklı antidepresan, ketum ötesi, müzik. Zaten duygularını en çok dinlediği şarkılar ile ele verir.

- Ayşe Cemal Sözeri?

İlan, insan ilanı.

- Tansu Özkök?

Limitsiz bağlanma, yasaksız, Ertuğrul Bey’e her an ulaşabilen.




Özkök'ün telefonuna yasaksız ulaşanlar


- Aydın Doğan?

(Gülüyor) Patron da her zaman bağlanır. Vuslat Hanım, Tansu Hanım, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, bu kadroya “yasak yok”; istedikleri an Ertuğrul Bey’e aktarırım. Şunu da ekleyeyim; mesela bazı yazarlar vardır, yazı saatlerinde telefon bağlanmaz. Odasına girilmez. Asla ses istemez. Ertuğrul Bey, açar müziğini, bir yandan telefonla konuşur bir yandan yazar. Yarım saat içinde yazısını bitirir. Yazı yazmayı kutsal ayine dönüştürmez. Odasının kapısı da hep açıktır. “Aman yazı yazıyor yaklaşmayın o odaya” durumunu yaşamayız biz.

- “Biz” dedikçe siz aklımıza düşüyor; en son ne zaman Ertuğrul Özkök detoksu yaptınız?

Hiç! Mümkün mü? Zaten bazen kendimi cırcır böceğine benzetiyorum. Ertuğrul Bey’in telefonu, Ertuğrul Bey’in rezervasyonu, CD’si, şarabı, yazısı, açıklaması, diyeti…

- Diyet mi?

Kilosuna çok dikkat eder. Geçen gün çiğ köfte istedi, ardından da “Neyse iptal edelim, kilo almamam gerek” deyince artık patladım: “Etmiyorum, iki çiğ köfte ile ne kilosu alacaksınız” deyiverdim.


‘Üzülüyorum, kabak hep Ertuğrul Bey’in başına patlıyor’


- Diğer yandan buradaki mesai saatleriniz hep bu kadar neşeli olmasa gerek?

Bazen onun için sahiden üzülüyorum. Duygularına gem vurarak, renk vermeden, sürekli “güçlü” durarak geçen onca yıl. Daha bir kez ağladığına tanık olmadım. Yazı işleri toplantısında ağladığını söylediler, inanamadım. Pazar yazılarında bırakır kendini bazen. Ama o da bir tutam. En üzüldüğüm şey şu; gerçekten onunla ilgisi olmayan bir konu oluyor ve kabak hep onun başına patlıyor.

- Bunu nasıl somutlaştırırsınız?

En son olay, Hrant Dink’in öldürülmesi hakkında yazılanlar mesela. Şunu anladım ki, gazeteciler, yazarlar bazen çok insafsız olabiliyor.


‘Hakkında olmadık şeyler yazarlar, sonra da randevu isterler’


- Ertuğrul Özkök’ü de bu kulvarın içine dahil edenlere hak verdiğiniz manşetler, yazılar olsa söyler misiniz?

Söylerim hem de hiç çekinmeden söylerim. Ama “Vay seni ahlaksız adam ne biçim yazı bu?” demem elbette. Patronum olduğu için değil, böyle bir üslubu kendime yakıştırmadığım için. Ama ben nelere tanık oluyorum; köşelerinde Ertuğrul Bey’e durmadan eleştiriler hatta hakarete varan satırlar kaleme alan kimi yazarların, Ertuğrul Bey’e ulaşmak için açtıkları telefonlara. Düşünsenize Ertuğrul Bey’e olmadık şeyler yazan kişi, bir süre sonra kendisinden yana döne görüşme talep edebiliyor. Yani şunu söylemek istiyorum; Ertuğrul Bey’e sütunlarından esip gürleyenlerin arasından sonra bir vesileyle onunla arkadaş olmak isteyenler de çıkar.

- Peki Ertuğrul Bey bu görüşme taleplerine olumlu yanıt verir mi?

Eğer şimdi bu sorunuzu cevaplarsam eşimle aramız açılır! O da gazeteci, ama onun benzer sorularını da “Kusura bakma kocacım, şirketlerimiz ayrı” diyerek geçiştiriyorum. Adamcağız medya sitelerinden öğreniyor birçok şeyi.


‘Medya siteleri Vuslat Hanım ve Özkök haberlerinde tutturamadılar’


- O halde şunu geçiştirmeden cevaplayın; medya sitelerindeki “Şu anda Özkök ve Vuslat Doğan Sabancı’nın odasında, sinirler gergin” tonundaki haberlerin doğruluk oranı nedir?

İnanmayacaksınız ama ben bu haberlere gülüyorum. Kızmaca, darılmaca yok; şimdiye dek neredeyse hiç tutturamadılar! Mesela o sırada Ertuğrul Bey yüzmede oluyor, Vuslat Hanım ise yurtdışında. Haber ise şöyle: “Özkök ve kurmayları Vuslat Doğan Sabancı’nın odasında kamp kurdu!”


‘Ertuğrul Bey, etrafında hamile kadın görmek istemez’


- Kısa süre önce doğum yapmışsınız, geçen günlerinize sadık olun; Ertuğrul Özkök’ün etrafında hamile kadın görmekten nefret ettiği de mi yalan?

Doğruya doğru, bakın işte o doğru. Ama nefret ediyor demek yerine tercih etmiyor demek daha hakkaniyetli olur. O da şöyle; Ertuğrul Bey bana bunu hiç yansıtmadı. Herhalde bunda benim 90 kiloyken bile topuklu ayakkabı, fönlü saçlar, ful makyaj performansım da etkilidir. Çok matraktır; hamile olduğumu öğrendim, müjdeli haberi arkadaşlara söyledim. “Eyvah yandın, Ertuğrul Bey hamile kadın görmek istemez” demezler mi? Beni aldı stres; “Eyvah ne yapacak, beni işten kovar mı acaba, ah benim talihsiz bebeğim?”lere kadar vardırdım işi. Hiç unutmam günün sonunda “Ertuğrul Bey bir şey söyleyeceğim, bugün bebeğim olacağını öğrendim” dedim. Samimiyetle eşimi ve beni tebrik etti. Sonra ben bu “Hamileleri sevmez” efsanesinin neden kaynaklandığına da kafa yordum tabii.


‘Ter koksaydım yollarımız ayrılırdı, ter kokusuna tolerans göstermez’


- Makul bir sonuç bulabildiniz mi?

Ertuğrul Bey etrafında zinde, nazlanmayan, yüksek enerjili kişiler olsun istiyor. Tabii bir de kılık kıyafete çok önem verir. Ona yardım eden, sürekli yanında olan kişinin domestik hamile elbiseleri giyen biri olmasını istemiyor herhalde. Onun için saç, baş, kılık kıyafet çok kritiktir. İnanır mısınız, “Sen bugün rimel sürmedin mi?” diye sormuşluğu vardır. Lastik ayakkabıdan, düz bottan nefret eder. Biliyorsunuz yazı yazmışlığı da vardır; ter kokusuna da tolerans göstermez.

- Olur ya, ter koksaydınız siz; bu işten çıkarma sebebi olur muydu?

Sürekli bir durum ise yollarımız ayrılırdı. Ve hak verirdim; bu konuda benim de takıntım vardır.


‘Yayın yönetmenliğini bıraktın ama neden hâlâ geç çıkıyoruz patron?’


- Şimdi bu sözlerinizden sonra güzellik ve akıl barajını geçen kadınların karşılaştığı benzer senaryo ile karşılaşsanız, nezaketinizi bozar mısınız?

Sorunuzu anlıyorum, o fısıltılar, o süzmeler hep olur. Zamanla bunlara gülüp geçmeyi öğreniyor insan. Yıllar önce bu kadar soğukkanlı değildim tabii. Hatta ağlamaktan hasta olduğumu bile hatırladım şimdi. Medya sektöründe olmayan, kendi halinde, kendi dünyasında bir kız arkadaşım, “Dilek, sana bunu söylemezsem arkadaşlığımıza ihanet etmiş sayarım kendimi” demişti. “Hayırdır, ne oldu?” diye sordum, bir yakınının Hürriyet’te staj yaptığını söyledikten sonra mahcubiyetle anlattı: “Ertuğrul Bey ile çalıştığın için bir jipin, bir de evin varmış. Bir de dünyanın parasını kazanıyormuşsun. Artık gerisini de sen düşün…” “Allah'tan ne evim var ne arabam” diye diye çok ağlamıştım. Şimdi gülerek, Ertuğrul Bey gibi ben de “That was a good life” (Güzel bir hayattı) diyorum.

- Neden?

Basit; mutluyum ben burada. Ertuğrul Bey’in karşısına geçip, “Beni ne doktorlar, ne mühendisler istedi” demedim hiç. Ama bu vesileyle söyleyeyim de öğrensin; patron çok iş teklifi aldım ama gitmeyi hiç düşünmedim. Yayın yönetmenliğini bırakacağını öğrendiğimde de birçok kişi “Ne güzel işte, altıda mesain biter” dedi. Peki biz neden hâlâ geç çıkıyoruz?


‘Beni hiç dinlemez ve yapmayı unuttuğu her şeyi benim üzerime atar’


- Patronunuzdan şikâyetçi olduğunuz tek şey mesai saatlerinin uzaması değil herhalde?

En çileden çıktığım konu; beni hiç dinlememesi ve yapmayı unuttuğu her şeyi benim üzerime atmasıdır. Neyse ki yayın yönetmenliğini bıraktığından beri söylediklerimi sonuna kadar dinliyor. Bir de defalarca randevu talebini reddettiği biriyle tesadüfen karşılaşır,  “Ah bizim Dilek söylemedi. Ben de sizi arayacaktım” der işin içinden çıkar. O kişi de ertesi gün bana serzenişte bulunur:  “Dün kendisiyle görüştük o da beni arayacakmış neden notlarımı iletmiyorsunuz?” Fikret Ercan (Hürriyet Gazetesi Yayın Koordinatörü) da bana hep “Dilek o kadar çok yalan söylüyorsun ki senin yatacak yerin yok” der. Maalesef böyle bir meslek hastalığım var; ne yapalım ancak böyle idare edebiliyorum Ertuğrul Bey’i. Kendisi benim belirlediğim programların dışına çıkar, ben de bir güzel yalan söylediğimle kalırım.

 - Peki bu söyleşi esnasında burnunuz çok uzadı mı?

Sekreterlerin burnu patronlarınınki kadar iyi koku alır, bazen uzar bazen de kısalır. (Gülüyor)