Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Ergenekon ve Balyoz davaları süreçlerine ilişkin kaleme aldığı yazısıyla ilgili olarak "Bu yazı, 2010 yılında görevinden ayrılmış bir genel yayın yönetmeninin 'Arkadaş, ben o gün görevimi yapamadım' itirafıdır" dedi.
"Öyle terör günleriydi ki, kaşını kaldırana Ergenekoncu damgası yapıştırılıyordu. Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu" diyen Özkök, sözlerinin devamında "Ama hepimiz çok iyi biliyorduk ki. Ergenekon davalarının başladığı günlerde çekilen bu fotoğraf, Türk adalet tarihinin gördüğü en derin kumpasın suçüstü belgesiydi" ifadesini kullandı.
Ertuğrul Özkök'ün "Korkak bir genel yayın yönetmeninin itirafları" başlığıyla yayımlanan (12 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Bu yazıyı 15 Şubat 2014 günü yayınladım.
Aynı yazıyı, 15 Temmuz 2016 gecesinden bir ay sonra biraz değiştirerek, ama daha da keskinleştirerek yine yayınladım.
Bugün iki yazıyı birleştirip üçüncü defa yayınlıyorum.
Niye yayınladığımı sonunda anlatacağım.
Şimdilik şunu bilin ki...
Bu yazı, 2010 yılında görevinden ayrılmış bir genel yayın yönetmeninin “Arkadaş, ben o gün görevimi yapamadım” itirafıdır.
*
Ama bilin ki...
Benim için bir itirafsa, başka bazıları için bir suçüstü belgesi, başka bazıları için de suç ortaklığı numunesidir.
O yazıların özeti şuydu:
O gün hep birlikte iftara gidiyorlardı
Bu fotoğraf İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi’nin elemanları tarafından çekildi.
Bu teknede yan yana oturan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en tartışmalı dönemlerinden birinin aktörleri.
Tarih Eylül 2008...
Bundan 2 ay önce Ergenekon iddianamesi açıklanmış.
Bir ay sonra davalar başlayacak.
İşte tam o günlerde kalabalık bir resmi kişi topluluğu hep birlikte Beşiktaş’tan tekneye biniyor.
Güle eğlene Kandilli’ye geçiyor ve orada İstanbul Ticaret Odası’na ait tesiste iftar açıyorlar.
*
Kimleri görüyoruz bu fotoğrafta?
- Ergenekon, Odatv, Balyoz kumpasını kuran polisler...
- Onların imal ettiği sahte delilleri, uydurma belgeleri iddianame haline getiren savcılar...
- O savcıların yazdığı kumpas iddianamelerini noktasına virgülüne dokunmadan kabul eden, insanları tutuklayan, yıllarca hapiste süründüren hâkimler...
*
Hepsi aynı karede... Şen şakrak, omuz omuza, kucak kucağa aynı suç mahallinde...
Hepsi aynı geminin güvertesinde, birlikte iftar davetine gidiyorlar.
*
Kimdir bu insanlar?... Bir kere daha, bir kere daha altını çize çize yazayım...
Devlettir abi...
Resmen o günün devleti...Paralel Devleti...
Bir türlü fotoğrafını çekemediğiniz derin devletin, 15 Temmuz darbesinin kostümlü provasıdır o güvertede çekilen sahne...
‘Küçük fotoğrafa değil, büyüğüne bakın’ diyerek bu ülkenin evlatlarını cezaevlerinde süründüren, ailelerini darmadağın eden, intiharlara sürükleyen ekibin ağababalarıdır bu pozu verenler.
*
Kimlerdir bu geminin güvertesindekiler, bir kere daha, bir kere daha yazayım...
80 yaşındaki İlhan Abi’yi...
Hastalığının terminal safhasındaki Türkan Hocamızı sabahın köründe evinden alıp götüren, zindanlara tıkan...
Ali Yarbayımı ölüme sürükleyen... Kuddusi Okkır’ın hasta bedenini çiğneyen...
Onlardır işte...
Arkadaş, o gün o dava niye çökmedi biliyor musun?
Dünyada hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir davayı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez.
Böyle bir fotoğrafta yakalanmışsa eğer, o dava o gün çöker...
Ama çökmedi...
Bu fotoğraf o günlerde, ben de dahil birçok gazeteciye gitti.
Kimi, “bu davanın savcısıydı”...
Görmedi...
Çünkü onlara da ‘alnı secdeye değen’ insanlar diye bakıldı... ‘Aynı kıbleye yürüyoruz’ dendi.
*
Benim gibi, kimi korktu bu hain çetenin hiddetinden, şirretinden...
Öyle terör günleriydi ki, kaşını kaldırana Ergenekoncu damgası yapıştırılıyordu.
Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu.
*
Ama hepimiz çok iyi biliyorduk ki...
Ergenekon davalarının başladığı günlerde çekilen bu fotoğraf, Türk adalet tarihinin gördüğü en derin kumpasın suçüstü belgesiydi.