Mehmet Altan*
En ufak eleştiriye tahammülü kalmamış, sinir sistemi iyice zayıflamış ve nihayetinde yönetme kabiliyetini fazlasıyla kaybetmiş bir başbakanın Danıştay’ın 146’ncı kuruluş yıldönümünde bugüne kadar içeride ve dışarıda emsali görülmemiş bir skandala imza atması öne çıksa da, bence haftanın en önemli olayı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 17 Aralık yolsuzluk operasyonunun 12 Şubat 2007’de Kapıkule’de yapılan bir baskında TIR’daki tabutların içerisine bulunan 202 kg eroin ile başladığını söylemesiydi.
17 Aralık ‘yolsuzluk ve rüşvet’ soruşturması ile ‘eroin’ ilişkisini sorgulamadan önce, uluslararası kaynakların bilgilerine dayanarak ‘eroin ticaretinin’ boyutlarını hatırlatmakta fayda var.
Küresel dolaşıma giren eroinin yüzde doksanı, Afganistan’ın belirli bölgelerinde yetiştirilen afyondan geliyor.
Afganistan’da yetiştirilen beş bin 300 ton afyonun iki bin 700 tonu eroine dönüştürülmekte ve birkaç güzergâh üzerinden dünya piyasalarına ulaştırılmakta…
Bu güzergâhlardan biri de ne yazık ki Türkiye.
Türkiye’ye bir yılda yaklaşık olarak 95 ton eroinin girmekte, bu miktarın yaklaşık 85 tonu Batı’ya kaçırılmakta.
Bir diğer önemli güzergâh ise Orta Asya üzerinden Rusya’ya giden güzergâh.
Bu güzergâh üzerinden geçen eroin miktarı bizim ülkemizden geçen eroinden biraz daha az.
Rusya’da eroin pazarının büyüklüğünün 13 milyar dolar, Batı Avrupa’da ise 20 milyar dolar dolayında olduğu bilinmekte.
Batı başkentlerinde bir kilo eroinin fiyatının, kalitesine göre yüz bin dolardan yüz yetmiş beş bin dolara kadar değiştiği söyleniyor.
xxxxxxxxxxxxx
Uyuşturucu ticareti Türkiye’de tabudur. Ve medya bu konuda huzursuz edici bir sessizlik içindedir.
Düşünün ki Batı’da ele geçen 3,5 kilo eroin gazetelere manşet olurken, bizde 350 kilo eroinin yakalanması umur-u adiye’den sayılır.
Uyuşturucu ticaretinin bunca görmezden gelinmesinin sebebi insanları zehirleyerek yok etmenin karşılığı elde edilen olağanüstü servetler midir?
Ve uyuşturucu ticareti, kendine devlet içinde güçlü ortaklar bulmadan yapılabilir mi?
Sınırlardan rahatça girip, ülkeyi elini kolunu sallayarak baştan aşağı geçmek mümkün müdür?
xxxxxxxx
Geçen haftada Kılıçdaroğlu’nun çok sarsıcı iddiaları da pek çok medya organı tarafından görülmedi, dipli köşeli bir fikri takip de yapılamadı.
Sadece Taraf Gazetesi konuyu ‘17 Aralık’tan ‘eroin ve silah kaçakçılığı’ paraları çıktı’ başlığıyla derinleştirip boyutlandıran önemli bir gazetecilik başarısı göstererek, Kılıçdaroğlu’nun dillendirdiği çok vahim iddiaların devlet arşivlerindeki belgelerini bulup gün yüzüne çıkardı.
Buna göre, operasyon süreci 2007 yılının Şubat ayında bir TIR içinde 202 kilogram eroinin yakalanması ile başlamış.
TIR, Kapıkule Sınır Kapısı’nda yakalanmış.
Aynı dönemde, Edirne Emniyet Müdürlüğü koltuğunda ise Hanefi Avcı bulunuyordu.
Dolayısıyla, operasyonun düğmesine Hanefi Avcı basmış.
Üstelik, hükümete yönelik ‘darbe’ olarak nitelendirdiği 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun tüm ayrıntıları, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Mali Suçlar ve Suç Gelirleri Mücadele Müdürlüğü’nün, 3 Haziran 2011 tarihli ‘Happani Grubu Değerlendirme Raporu’nda yer almış.
Büyük bir servet değerindeki eroin ile ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından 2007/1258 numara ile soruşturma açılmış.
Yine aynı soruşturma kapsamında mahkeme tarafından, şüphelilerle ilgili ‘dinleme kararı’ alınmış.
Dinlemeler ise Edirne KOM Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiş.
17 Aralık operasyonunun altyapısı da bu süreçte hazırlanmış.
xxxxxxxxxxx
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı konuyla ilgili soruşturmayı yürütürken, olay diğer ülkelere de sıçramış.
Örneğin, 2011 yılında Rusya Gümrük Servisi, Reza Zarrab’ın 14 ayrı kurye ile Rusya ile Türkiye arasında nakit para transferi yaptığını tespit etmiş. Rusya, Zarrab’ın kuryeler aracılığı ile 37 ayrı seferde valizlerle Rusya’da 10 milyon euro taşıdığını belirlemiş.
Bunun üzerine, Türkiye’den Zarrab ile ilgili daha geniş inceleme yapılması talebinde bulunulmuş. Yani olayı, ABD, Avrupa ülkeleri dışında Rusya da takibe almış.
Bu arada, yolsuzluk ve rüşvet ağının çözülmesinde, Edirne Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan teknik takipte ‘deşifre olan’ Durak Döviz bürosu etkili olmuş.
Söz konusu büro ile Zarrab arasında ilk etapta bir ilişki bulunamamış.
Ancak daha sonra yapılan incelemelerde elde edilen bilgilerden, Reza Zarrab ile şoförü Turgut Happani’nin izine ulaşılmış.
Yani işin içinde Reza Zarrab ile Turgut Happani’nin olduğu bilgisi, Durak Döviz bürosuna ulaşılması ile elde edilmiş.
Bu bilgi doğrultusunda Turgut Happani, Abdullah Happani, Serdal Happani, Şenel Happani ve Reza Zarrab ayrıntılı olarak teknik takibe alınmış.
Bu teknik takip ise Ankara’ya yani bakanlara kadar uzanmış.
xxxxxxx
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu bugüne kadar daha çok, ‘İran’a yönelik ambargo’ nedeniyle gerçekleştirilen ticaret sonucu elde edilen gelirin aklanması olarak yansıdı.
Ancak, yürütülen soruşturmada, sadece İran’ın ambargolu parasının değil, İran ve Irak’ta elde edilen yasadışı gelirlerin de aynı kişiler tarafından aklandığı belirlenmiş.
Bu gelirler arasında ise uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve diğer suç unsurlarının da bulunduğu saptanmış.
Şüphelilerin soruşturmayı öğrenmesi üzerine 17 Aralık operasyonunun erkene alınması, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı boyutu ile ilgili incelemenin yarım kalmasına yol açmış.
Operasyonun ikinci ve üçüncü aşamasında, ‘uyuşturucu ve silah’ baronlarının da tutuklanması öngörülüyormuş.
Ancak, ‘yargıya yönelik’ operasyon, dosyanın uyuşturucu boyutunun da yarım kalmasına yol açmış.
xxxxxx
Konunun vahameti ile ters orantılı bir sessizlik oldu medyada.
Üstelik resmi belgeler, bunun ‘paralel, maralel’ denerek üstünün kapatılamayacağı kadar da çarpıcı.
Ne var ki siyasal iktidarın ilgili makamlarından çıt yok.
‘Hesabı Mahkeme-i -Kübra’da veririz’ sanıyorlar ise aldanıyorlar.
Çünkü suçluların etrafındaki çember her geçen gün biraz daha daralıyor.
Konuyla ilgili her yeni belge ve gelişme onları biraz daha soluksuz bırakıyor.
Bu yazı gazete360.com'dan alımıştır...