Gündem

Ergenekon davası ve savunma bitkinliği

Avukat Celal Ülgen, Ergenekon davasında, sanık avukatlarının yaşadığı zorlukları ve 'savunma bitkinliği'ni anlattı

25 Haziran 2013 17:55

 

Avukat Celal Ülgen

(Cumhuriyet – 25 Haziran 2013)

 

Kent merkezinden 74 kilometre uzakta, Silivri Cezaevi yerleşkesi içinde kurulan duruşma salonu. Ergenekon adı verilen davada toplam 289 sanık ve bu sanıkların avukatları, yakınları ve de “açıklık ilkesi” gereğince bu davayı izlemeye gelenler... Haftada, çarşamba, cumartesi ve pazar hariç 4 gün sabahtan akşama dek duruşma.

Bilinçli bir yer seçimi. Hukuksuzlukları gözden ırak tutma, sanıkların ve ailelerin dayanma gücünü tüketme, avukatların başka iş alma olanağını etkileme ereği için başka ne yapılabilirdi ki...

Geliş ve gidiş sırasındaki trafik, bu mahkemeye ulaşımı ve dönüşü bazen 2, bazen ise 4 saate çıkarabiliyor. Hele Anadolu yakasından gelenler için tam bir işkence... Bütün bunlar kabul edilebilir, engeller aşılabilirdi. Ancak bir konu vardı ki, bu engel asla aşılamazdı. Sanıkların avukatla temsili sorunu... 

Hangi sanık haftada 4 gün sabahtan akşama dek duruşma için avukat görevlendirebilirdi. Hem kimin gücü yeterdi bir avukatın çarşamba hariç tüm hafta mesaisini kendisine yöneltmesine? Ya da bir başka yönü ile hangi avukat başka bir iş almadan tek bir dava ile yaşantısını sürdürebilirdi... Ve amaçlanan da buydu... Savunma bitkinliği yaratmak… 

Duruşma başladıktan kısa bir süre sonra sanıklar avukatsız kalmaya başladılar. Duruşma tutanaklarını incelediğiniz zaman göreceksiniz bazı duruşmalarda 500’e ulaşan avukat sayısının nasıl bire, ikiye düştüğünü... Böyle bir dava olabilir mi? Zorunlu müdafinin bulunması gerekli olan davalarda salt karar anında değil, duruşmasının her aşamasında sanıkların yanında avukatlarının olması bir zorunluluktur. Bu gerek görmezden gelindi... Kaba saba bir yargılama, özel yetkili mahkemelere yakışan bir süreçle işin sonundayız. 5 Ağustos’ta yargılamanın esas unsuru olarak değil, salt figüranı olarak algılanan avukatları bir usulü yerine getirmek, yüzlerine karşı kararı sıvamak için çağırıyorlar. Gelmeyenler için suç duyurusunda bulunulacak tehdidiyle... 

Mahkeme ne yazık ki bütün uygulamaları sırasında savunma makamını görmezden gelmiş, onun mesleğini yapma koşullarını güçleştirmiş hatta olanaksızlaştırmış ve şimdi de merasim bölüğünü çağırır gibi 5 Ağustos’ta yapılacak duruşmada hazır olmalarını istiyordu. 

Bu gereksinimi önce neden anımsamadın ey mahkeme? Bir traktörün tarlaya vurulması gibi sürdün gittin...

Bazı sanıklar için bir saat, bazı sanıklar için ise 2 saat süre tanıdın. Sana göre bu eşitlik sağlamaydı. Ancak bazı zamanlarda eşitlik eşitsizliğin ta kendisiydi, bunu göremedin... Bir kısım sanıklar için 1 saatlik savunma süresi çok, bir kısım sanıklar için ise 2 saatlik savunma süresi çok az bir süre sayılıyordu. Bu gerçeği göremedin. Matematiksel bir şablonla yargılamayı bir an önce bitirme telaşına girdin. 

Bu uygulamalar sonucu en çok dikkat çeken bir konu vardı. Bazı sanıklar ki sayıları 100’ü aşıyor, “Eski ifademi tekrar ediyorum” tarzında bir savunma ile işi bitirdi. Bir kısım sanıklar ise zorunlu avukatlık kapsamına girmediği için avukatları olmadan, bir iki sözle savunmalarını yaptı. Bu sanıkların çoğu, göreceksiniz genel bir mantıkla ya da mantıksızlıkla mahkûm edilecek... 

Bir mahkeme bu durumu nasıl görmezden gelebilir? Bu durum çifte katmanlı bir “savunmansızlık” yaratmıştı. Yani savunma bitkinliği vardı. Birçok tutuksuz sanık avukat görevlendirme olanağına sahip olamamış, güle oynaya bir eğlenceye gider gibi iki satırlık savunmalarla yetinmişti.

Gerçi sayfalar dolusu savunma yapsan ne olacaktı? Sonuç belli değil miydi?

Ama ne olursa olsun, bir mahkeme asla sanıkları savunma bitkinliği (zafiyeti) içine düşürmeyecekti...