Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk müsteşarı Ömer Dinçer, geçtiğimiz salı günkü CHP Grup Toplantısı'nda CHP'lilerin Erdoğan ve AKP aleyhinde yaptıkları sloganlarla ilgili "Siyasette kalitesizliğin bedelini toplum ödüyor" dedi.
"Sorumsuzluğun, nezaketsizliğin, empati yapmamanın toplum iklimine hâkim olduğu bir ortamda kalitesizlik bir kural haline geliyor" diyen Dinçer, "Gerçeğin ve kalitenin göz ardı edilmesi sadece siyasi liderlerin değil, muhatabı olan bütün kesimlerin inandırıcılığını yitirmesine sebep oluyor" ifadesini kullandı.
Ömer Dinçer'in Habertürk'te "Siyasette kalitesizliğin maliyeti ölçülebilseydi" başlığıyla ( 30 Mayıs 2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Geçen hafta CHP grup toplantısı yapılırken, salondakiler stadyumlarda bile hoş görülmeyen türden, galiz küfür dolu sloganlar attı. Hiç şüphesiz hedeftekiler Sayın Erdoğan ve AK Partililerdi. CHP Genel Başkanı ise yapılan bu densizliği, memnuniyetini yansıtan gülümsemeyle seyretti.
Bu durum onun ve CHP’li kadroların yapılan terbiyesizliği teşvik ettiği anlamına da geliyor. Tam o esnada genel başkan da hakaret dolu bir konuşma yapıyor, belgesiz usulsüzlük ve yolsuzluk suçlamalarını tekrarlıyordu.
Bu olay sürekli başarısızlık sebebiyle yaşanan duygusal bir boşalma olarak yorumlanabilir mi? Bu nefret ve öfkenin kaynağı, toplum sorunlarının çözümü için doğru politikalar üretememenin bir yansıması olabilir mi?
SİYASETİN SEVİYE SORUNU
Belki, CHP küfretmeyi kendisini destekleyenlerin gözünde başarısızlığı örtbas etme yöntemi olarak kullanabilir. Ancak seviye sorunu sadece CHP’ye mahsus değil. Genel olarak siyasette kalite sorunu olduğu bir gerçek. Bütün partiler, kalitesi her geçen gün düşen siyaset kültürüne malzeme sunmak için adeta yarışıyor.
Hiç kimsenin farklı bir duruş sergilememesi ve siyaset aktörlerinin birbirine benzer tavırlar göstermesi, ülkemizdeki tektipleştirme çabalarının başarısını mı gösteriyor?
Bir işletmede kalitesizliğin maliyeti somut bir şekilde ölçülebiliyor. Fire oranları, artan stoklar, iade oranları, satış sonrası tazminatlar ve ikinci kalite ürünlerin liste fiyatlarındaki düşüşler vs. kalitesizliğin maliyetini açıkça ortaya koyar. O işletmenin lideri, yanlış kararlarının bedelini yüksek maliyetler, verimsizlik, zarar veya iflas etme şeklinde öder.
Keşke siyaset alanında da kalitesizliğin maliyeti somut olarak ölçülebilseydi.Doğru olmayan teşhislerin, yanlış çözümlerin ve popülist uygulamaların ülkeye kaybettirdikleri belirlenebilseydi. Suni gündemlerin ve boş tartışmalarla kaybedilen zamanların hesabı yapılabilseydi. Nefret ve ayrımcılığın, hakaret ve küçümsemenin, yalan ve iftiranın açtığı gizli yaralar görülebilseydi.
Maalesef ülkemizdeki liderler yaptıkları yanlışların hukuki ve siyasi bedelini ödemiyorlar. Ya da yapamadıkları görevlerin, çözemedikleri sorunların hesabını vermiyorlar. Yaptıklarının veya yapamadıklarının olası sonuçlarını, olumsuz etkilerini ölçme gayreti içinde değiller. Kendilerini her türlü ahlaki ve siyasi hesap verebilir konumdan masun görüyorlar. Parti içinde oluşturdukları oligarşik yapılarla liderliklerini korudukları müddetçe kendilerini başarılı kabul ediyorlar.
KALİTESİZLİĞİN BEDELİ TOPLUMA
Ama bu kalitesizliğin bedelini, toplum olarak ödüyoruz.
Sorumsuzluğun, nezaketsizliğin, empati yapmamanın toplum iklimine hâkim olduğu bir ortamda kalitesizlik bir kural haline geliyor. Gerçeğin ve kalitenin göz ardı edilmesi sadece siyasi liderlerin değil, muhatabı olan bütün kesimlerin inandırıcılığını yitirmesine sebep oluyor. Hamaset dolu söylemler, heyecanları ve öfkeleri kabartan tavırlar, sadece sorunlar üzerinden yürütülen tartışmalar problem çözme yeteneğimizi geliştirmemize mâni oluyor. En basit şekliyle toplum içinde hoşgörüyü yok ediyor ve diyalog zeminini ortadan kaldırıyor. Toplum kesimleri arasında buzdan duvarlar örüyor.
Kalite, “kabul edilmiş standartlar, ortak ahlak ve hukuk kuralları, evrensel değerler” demektir. Sorunlara doğru teşhis, doğru çözüm, doğru uygulama ve beklenen sonuçları izlemek ve ölçmektir.
Ortak değerleri benimsemeyen, ahlaki ve hukuki ilkeleri rehber edinmeyen insanların siyaset alanına katılması, hem siyaset kültürünü yozlaştırıyor hem de o insanları değersizleştiriyor. Siyaset tecrübemde gördüğüm en acı gerçeklerden biri, pek çok siyasetçinin bilgisine ve tecrübesine göre doğru bulmadığı politikaları savunurken, kendi mesleki alanındaki başarılarına, toplum içinde kazandığı takdir ve itibara arkasını dönmüş olduğudur.
GÜL BAHÇESİNDEN GEÇEN, GÜL KOKAR
Standartları korumaya ve ilkeli bir duruş göstermeye çalışanların dışlandığı veya en azından eleştirildiği bir ortama geldik.
Siyaset alanında mevcut ahlak ve kültürümüz sorun kaynağı haline gelmiş durumda. Einstein’ın dediği gibi, “sorunlarımızı, onları yaratan düşünce tarzıyla çözemeyiz”.
Gerçek çözüm, sıradan insanları hoş tutmak için yapılanlardan farklı görünüyor. Mevlânâ’nın deyimiyle “biti ve pireyi gül suyuyla yok etmek” gerekiyor.