Biliyorsunuz, geçenlerde hatırı sayılır bir zamandır var olan, ancak kuş uçmaz kervan oynamaz niteliğiyle var olduğu pek belli olmayan Başakşehir Stadı, İmparator Fatih Terim’in ismiyle yeniden, affedersiniz, vaftiz edildi.
Bu kutlu olay şerefine, Başbakan’ın fiks menü yüzlü Propaganda Bakanı Acun Ilıcalı, tepsi içinde bir futbol maçı temin etti.
Etti ki, üç dakikada üç gol atarak, portakal (orda kalma!) forması içindeki Başbakanımız, sevdalısı yığınlarına, ne kadar halktan, ne kadar skorer, ne kadar mahir ve ne kadar ne kadar olduğunu (bir kez daha) kanıtlayabilsin.
Kanıtlandı hadise.
Böylece Ömer Laçiner’in T24’ten çıkan “Erdoğan ve Seviye Meselesi” başlıklı harikulade yazısında anlattığı üzere, yığınlarımız “alter ego”ları ve hatta bizatihi “ego”larıyla günlük bazda özdeşleşmenin, futbol ayağını da tatmış oldular. Ayak ayak, gol gol.
Ne mutlu Sünni’yim diyene!
Allah için, yiğidi öldür, imajını yeme; Acun Ilıcalı çok mahir bir “bu” zamanlar organizatörü, fasilitörü.
Üç otuz paraya başladığı Televole muhabirliğinden, 70 ya da 80 milyon dolara satın aldığıTV8 patronluğuna, fevkalade bir beceriyle tırmandı.
Satışın kesin rakamı bilinmiyor.
TV8’in etmesi gereken paranın çok altında bir meblağa gittiği söylenmekte.
Uzun yıllar boyunca cefakâr ve fedakârca Show TV’ye program üstüne program yapıp cebinde yirmi lirasız dolaşan, dünya malında gözü olmayan, sonsuz genç adam Acun Ilıcalı’nın kanalın satılmasının akabinde, en nihayet aldığı rakamın ne kadar olduğu da; tam olarak bilinemiyor.
120 milyon lira kadar olduğu rivayet olunan bu helalleşme, müthiş bir zamanlamayla, Ilıcalı’nınTV8’in sahibi olmasıyla nihayetlendirildi ama. Bu, biliniyor.
E şimdi, havuz medyasını giderek giderek büyüterek, cümlemizi pislik kaplı bir havuzda boğmaya niyetli görünen iktidar, elinin altında mahir mi becerikli bir reyting makinesinin eğlence kanalının da olmasını istemez mi?
Yıllarca, Miami’lerde filan, minili kızların yolunu kese kese sorduğu hiçbir anlam içermeyen (ya da bizi aşan anlamlar içeren) sorularla, gençlerimizi el sanatlarına doyuran “Acun Firarda”nın müthiş yaratıklandırıcısı, malumunuz, kendini sil baştan konumlandırdı
Epey bir zamandır, ailemizin illa da ısrarla “sevilen çocuğu”! Salonlarımızın her daim beklenen “sevimli” misafiri.
Pek çok yapımının aralarında ikişer, üçer dakika boyunca tanıttığı/ reklamını yaptığı saç kamuflaj ürünü Topik’in sıkı bir kullanıcısı olmasında, pek tabiidir ki, hiçbir sakınca yok.
Böylece saçları hem hiç dökülmemiş gibi duruyor (arkadan zoom’lamamakta yarar var, kameraman!) hem de kuzguni kara renginden bir tel dahi şaşmıyor.
Bir kırışık olsun dahi almayan, yanaklı yanaklı, ailemizin şımartılan sabit çocuğu yüzü de, öyle: Hep ifadesiz, nötr, kılı kıpırdamaz.
Bir paketle geliyor Acun: Depremde ailesini kaybettiği için, bu dünyada olup biten hiçbir şeyi takmadığı iddia edilen “sonsuz genç adam” paketiyle.
Oysa her şeyi takıyor!
Bu denli göz önünde bir figür için, söylenen/ söylenebilecek herrr şeyi mesele haline getiriyor.
İmajı, onun buzdan Kilimanjaro’su.
“Gözünün üstünde kaşı var”, diyeni/ yazanı aynı yakın büyüğü Erdoğan gibi mahkemeye veriveriyor!
Popüler kültür figürlerine dair Hürriyet gazetesine verdiğim bir söyleşi üstüne, beni de yılın başında verdiği üzre.
İlginç olan: röportajı veren ve röportajı yapan (hem ceza, hem tazminat) mahkemeye verdiği halde, manşeti atan, neyin nasıl verileceğini saptayan Hürriyet’i es geçmesi.
E, koskoca amiral gemisi! Acun’a lâzım olur.
Acun’un tahammülsüzlüğünün, sonsuz plancılığıyla haraşolanmasının selfie’si!
Acun’a (kendi dışında kalan) medya da, o kadar lâzım, o kadar lâzım ki, “Acun bombayı patlattı!” haberlerinin orda burda patlatılmadığı bir günümüz dahi, geçmiyor.
Kurukahveci Rüstem Efendi’nin kızı TV8’de magazin sunmaya da başlasa, Hülya Avşar“höst” de dese, Brezilya’da yağmur da yağsa; Acun bombayı patlatmış oluyor.
Aynen Recep Tayyip Erdoğan’ın vahim bombalarını patlatmadığı bir günün dahi, biz kullarına, iki-üç yıldır nasip olamaması gibi.
Acun Ilıcalı, popüler kültürümüzün efendisi olma bayrağını, İbrahim Tatlıses’ten devraldı.
Üstelik şortunu ve tişörtünü çıkarmadan.
Giydiği bir çorabı yalnızca bir kez giyip atarak!
Ayrıca artık İbrahim Tatlıses’in münasebetsiz, direkt ve arkaik kaldığı topraklardayız.
Diyelim, gözümüzün içine baka baka “böyle olur ağaların hayatı” mesajını vere vere, hayatı boyunca çok eşli bir hayat süren İbrahim Tatlıses’e karşı, sevgilisinden olan evlilik dışı çocuğunun gündeme getirilmesine acayip bozulan bir Acun figürü--
Son model bir hedef şaşırtmacılığın temsilciliğini başarıyla yürütmekte!
Burada, Tayyip Erdoğan’ın gözü kara cüretini tamamlayan, kendini güler yüzlü, tatlı dilli, eğlendirici zanneden, bir cüret, sansürcülük, imaj kaplanlığıyla karşı karşıyayız.
Laikçilerle bir alıp vereceği olmayacağını topyekûn kabul etmiş, ille de son zamanlarda yaptığı “Ve dahi duralar!” dedirten çıkışlarla ultra milliyetçi- ümmetçi damarları kendine akıtacağını hayal eden Erdoğan’a karşın--
Acun; laikçi, fanatik Kemalist evlerin DAHİ biricik çocuğu olduğu, cümle âlemi kafalama kapasitesinin bir nebze olsun aksamayacağı tahayyülünden vazgeçmek istemiyor.
Asla vazgeçmiyor.
O denli iddialı ve iddiacı ki!
Haklı da.
Bugüne dek bilumum eve/ salona öylesine başarıyla kakaladı ki imajını, Tayyip Erdoğan’ın resmen ve alenen propaganda bakanı olduğunun ayırdında olmayan hatırı sayılır sayıda “yuva” onu hâlâ “A, bizimkisi gelmiş” diye buyur edip reytinglerde başköşeye kurdurtuyorlar.
İşte büyük Türk Tipi başarı!
Averaj bir adamın böylesine mahir oyunlarına, bu topraklarda izin var.
Buralar ve “bu” zamanlar senin Acun. Hayrını gör.
*
Günü gelmişken: Oyumuz Selocan’a!