Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eski başdanışmanı, konuşmalarının yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, Erdoğan’ın ‘ben’ kelimesinden özenle kaçınıp sürekli ‘biz’ vurgusu yaptığını belirterek, “Bizim’ davamızda ‘ben’lere yer olmadı ve olmayacak.” dedi.
Ünal, AKP’nin koltuğu altından gidince davayı sorgulayanların değil, hiçbir karşılık beklemeden koşan ve koşturanların omuzlarında, dünyanın dört bir yanında semaya açılmış ellerin dualarında yükseldiğine dikkat çekti.
Aydın Ünal'ın bugün (5 Mayıs 2016) "Ben ve biz" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Başdanışmanlığını yaptığım dönemde şahit olmuştum: Recep Tayyip Erdoğan konuşmalarına hazırlanırken eline kırmızı kalemini alır, önündeki metinde geçen “ben” kelimelerinin üzerini çizer, oraya “biz” yazardı.
Özellikle de AK Parti'yle ilgili, AK Parti'nin neş'et ettiği dava ve devamı olduğu hareketle ilgili konuşurken “ben” ifadesinden özenle sakınır, zorunlu olmadıkça öznesi birinci tekil şahıs olan cümleler kurmazdı.
Dikkatinizi çekmiştir: Bazen alıntıların dahi öznesini değiştirir Cumhurbaşkanı. Örneğin, “Uzun ince bir yoldayım” demez de, “Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece” der.
2014 Ramazan'ında, Cumhurbaşkanlığına adaylığının açıklandığı toplantıda “ben” ve “biz” ayrımının altını özellikle çizmişti Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Daha en başından itibaren 'ben' yoktu, 'biz' vardık. Bugün 40 yılı aşkın siyasi hayatımda geldiğim noktada yine 'ben' yok, 'biz' var. AK Parti'yi bugünlere hep birlikte biz taşıdık. Türkiye'yi bu seviyelere hep birlikte biz taşıdık. Şunu herkesin bilmesini isterim ki Recep Tayyip Erdoğan, her canlı gibi bir fanidir. Allah'a sonsuz hamdu senalar olsun ki bizim büyük davamız fani isimler, fani şahsiyetler üzerine değil, baki hakikatler üzerine inşa edilmiş, bugüne böyle gelmiştir ve böyle de gidecektir. Recep Tayyip Erdoğan olmadığında AK Parti'nin olmayacağını düşünen varsa, o, bu davayı anlayamamıştır. Kendisi olmadan, ya da bir başkası olmadan bu davanın, bu hareketin yol alamayacağını, bu sancağın düşeceğini zannedenler, bu davayı anlamamıştır… AK Parti, şahıslarla var olmuş, şahıslarla bugüne gelmiş bir parti değildir. AK Parti, bir dava partisidir”.
“Ben” ifadesinden kaçınmak, Recep Tayyip Erdoğan için öylesine bir tercih değil...
40 yılı aşkın siyasi hayatı boyunca hep yol arkadaşlarıyla, ekibiyle, sayısı milyonları bulan teşkilatıyla yürüdü.
Bu hareketin kendisiyle başlamadığını, kendisinden sonra da kesintiye uğramayacağını defalarca vurguladı. “Ben yoksam dava da yoktur” diyenleri; edindiği makamı, rütbeyi, payeyi kendisinden ve kendi isminden menkul görenleri sabırla izledi ve tarih içinde yok olup gidişlerine de defalarca şahit oldu.
Haksız mı?
“Ben” diyenler, 200 yılı aşkın bir süredir, bu toprakların selameti, huzuru, güveni, istiklali için mücadele verenleri nereye koyacaklar?
Seccadesinin üzerinde iki büklüm, gözyaşları içinde ülkesi ve milleti için dualar edenleri nereye koyacaklar?
“Ben” demek, Hakk'ı ve hakikati anlatmak için kapı kapı dolaşanlara; kovulmak, hakarete maruz kalmak, hırpalanmak uğruna davasında sebat edenlere haksızlık olmaz mı?
Bu uğurda, bu yolda, bu dava mücadelesinde, hiçbir ikbal görmeden canını verenlere; sofrasında sadece bir somun ekmek varken onu dahi paylaşanlara, “yeter ki dava sancağı burçların üzerinde gururla yükselsin” deyip, o sancağın burca dikildiğini görmeden hayata gözlerini yuman, zaferi Allah'ın takdirine bırakıp sadece vazifesini yapan isimsiz kahramanlara vefasızlık olmaz mı?
Bu dava; bir makama geldiğinde “ben kendim başardım” diyenlerin değil, altından koltuğu gidince davayı sorgulayanların değil, ihaleden ihaleye koşanların, ucuz klavye kahramanlarının, isimsiz korkak yazıların, fitnecilerin değil; hiçbir karşılık beklemeden koşan ve koşturanların omuzlarında, dünyanın dört bir yanında semaya açılmış ellerin dualarında yükseldi.
Bu dava, kendisine çıkar gördüğünde görünen, kriz dönemlerinde kaybolan, zafer akşamlarında balkonda öne çıkmak için birbirini itekleyenlerin değil; bayrak asmak için çıktığı direklerden düşenlerin, konvoylarda yaralananların, mitinglerde ezilenlerin, tuzaklarda, kumpaslarda linç edilenlerin, herkes zaferi kutlarken sandığının başından ayrılmayanların, oy çuvallarını terk etmeyenlerin o engin gönüllerinde büyüdü.
“Zaferin sahibi ancak Allah'tır” diyen, bunu da samimiyetle, inançla söylediğini her an belli eden bir liderimiz var. Bu dava, basiretiyle, ferasetiyle, tecrübesi ve cesaretiyle, Türkiye'nin, bütün İslam coğrafyasının, ümmetin ve tüm mazlumların umudu olan; arkasında milletle, milletin ve ümmetin duasıyla yürüyen, Türkiyeli kadar, Filistinli, Suriyeli, Mısırlı, Iraklı, Afgan, Boşnak çocuklarının umut dolu gözlerindeki bir kahramanla, bir liderle bugünlere geldi.
Asırlar boyunca milyonlarca isimsiz kahramanın fedakârlığıyla büyümüş bir davayı isimler üzerinden tartışmaya çalışmak beyhude bir çabadır.
“Bizim” davamızda “ben”lere yer olmadı ve olmayacak.
Onun için de, tekrar etmiş olayım: Kavga yok ve olmayacak.
Bir dava ahlakı, şuuru ve geleneği içinde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürekli bir yenilenme, tekâmül, ilerleme, nöbet değişimleri olabilir ve olacak; ama kavga olmayacak.
İsimlerin ve “ben”in olmadığı yerde kavga yoktur; sadece dava vardır.