T24- Yeni Şafak gazetesinde Yasin Doğan imzasıyla köşe yazıları yazan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteciler hakkında "darbecilerle yüzleşmeye nasıl alışılmalıysak, darbe operasyonlarının parçası olarak misyon üstlenen medya ve sivil toplum temsilcilerinin yargılanmasına da alışmalıyız" dedi.
Doğan'ın Yeni Şafak'taki köşesinde yayımlanan (18 Mart 2011) yazısı şöyle:
Basın özgürlüğü ve darbecilik...
Medya-siyaset ilişkisi kadar, medya sermaye ilişkisi de önemlidir, basın özgürlüğünü doğrudan ilgilendirir. Medya patronları aynı zamanda bir çok alanda işler yapıyorlar. Gazete patronunun ekonomik faaliyetleriyle medya grubunun yayın politikası arasındaki ilişki, basın özgürlüğünü düşünenler tarafından ciddi şekilde sorgulanmalıdır. Patronların ekonomik menfaatlerinin yayın politikası üzerine kara bulut gibi çökmesi asıl özgürlüğü sınırlayan faktördür. Bu, sadece devletle iş yapan patronlar değil, devletle hiçbir işi olmayan patronlar için de geçerlidir. Patronların doğal refleksinden kaynaklanan bu durumu, siyaset kurumunun baskısı olarak görmek yerine, patronun ticari hesabı olarak algılamak gerekir.
Türkiye'de basın özgürlüğü, tüm hak ve özgürlükler içinde bir cüz'dür. Son dönemde özgürlük alanı geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde genişlemiştir ancak daha alınacak çok mesafe olduğu da aşikardır . Özgürlükler, sadece yasama ve yürütmenin tasarruflarıyla çerçevelenmemektedir. Özgürlük alanıyla ilgili bugün yaşadığını sorunların bir çoğu yargının yetki alanıyla ilgilidir. Basın özgürlüğüne yönelik olumsuz algı, medya-siyaset ilişkisinden çok, medya-yargı ilişkisiyle alakalıdır. Bu sorun, kanun çıkarmakla aşılabilen bir sorun da değildir.
Türkiye'de basının susturulmaya çalışıldığı, basın özgürlüğünün kısıtlandığı şeklindeki yorumlar kanaatimce gerçeği yansıtmamakta veya gerçeğin çok küçük bir bölümünü yansıtmaktadır.
Öncelikle hep söylendiği gibi yargılanan kişilerin önemli bir kısmı gazetecilik faaliyeti sebebiyle yargılanmamaktadır.
İkincisi, basının siyasi iktidar tarafından susturulmaya çalışıldığı iddiası külliyen yalandır. Çünkü bugün hükümete zehir zemberek hakaretler eden, hükümet karşıtlığını organize bir faaliyete dönüştüren birçok yazar ve medya mensubu var. Bunlar özgürce 'muhalefet' görevini yerine getiriyorlar, bir gazeteci olmaktan çok, davasına inanmış bir siyasi muhalif gibi sistematik saldırıda bulunuyorlar. Bunlara karşı hükümetin baskı kurduğu veya susturmaya çalıştığı söylenemez. Bu isimlerin onlarcası özgürce 'görevleri'ni yerine getiriyorlar. Başbakan ender olarak dava açıyor, hakkını yargıda arıyor. Siyasilerin bu tür durumlarda sert tepki vermemesi, tekzip etmemesi veya gerektiğinde dava açmaması da yanlış yorumlanabiliyor, iddiaların hakikat olduğu şeklinde bir algı üretebiliyor. Bu yüzden siyasetçi son seçenek olarak yargıya gitmek durumunda kalıyor.
Üçüncüsü, yargının işlemlerini basın özgürlüğünü yönelik bir müdahale ve bir susturma girişimi olarak algılayacaksak, 'yandaş' olarak yaftalanan birçok yazar yargının düzenli takibatına maruz kalıyorlar. Özellikle Şamil Tayyar ve Adem Yavuz Arslan gazetecilik faaliyetini yürütemeyecek şekilde yargı işlemleriyle bunaltılmış durumdalar. Bugün 'basın susturuluyor, baskı altına alınıyor' diye feryat edenlerin hiçbiri bu duruma tepki göstermiyor, bunu basın özgürlüğü meselesi olarak olay haline getirmiyor. Ne bu yazarlar için yürüyüş yapanlar var, ne de bunu basın özgürlüğüne baskı gibi görenler... Bu da ister istemez bir çifte standart oluşturuyor, inandırıcılığı ortadan kaldırıyor.
Dördüncüsü, Türkiye'de genelde özgürlükler, özelde basın özgürlüğü gelişmiyor olsa, 30-40 yıldır 'özgürlük yok, baskı var' diye ülkesine dönemeyen düşünürler Türkiye'ye dönme eğilimine girmezlerdi. En son Kemal Burkay örneğinde gördük. 1970'lerden bu yana baskı ortamından dolayı Türkiye'ye dönemeyen Kürt diasporasının önemli isimleri ümitvar oldukları için geri dönmeye hazırlanıyorlar.
Beşincisi, hepimiz darbelerle yüzleşmeye, darbecilerin hesap vermesine nasıl alışmalıysak, darbelere zemin hazırlayan, darbe operasyonlarının parçası olarak misyon üstlenen medya ve sivil toplum temsilcilerinin yargılanmasına da alışmalıyız. 28 Şubat sürecinin soruşturulmasından kaygı duyan bir çok medya mensubu, son olaylar üzerinden baskı oluşturarak geçmişin üzerine sünger çekmeye çalışıyor. Korku, bugünle ve yarınlarla ilişkili olmaktan çok, düne yönelik... Çünkü yakın geçmişte yaşananları değiştirmek artık mümkün değil.
Darbeci zihniyet, demokrasinin önündeki en önemli engeldir. Demokrasinin olmadığı bir yerde ise basın özgürlüğü olmaz. Basın mensuplarının darbeciliği düşünce bazında savunması farklıdır, darbe girişimlerinde rol üstlenmeleri tamamen farklıdır. Şu an devam eden süreçlerin ne kadar bununla ilgili olduğunu bilmiyoruz, ama bildiğimiz gerçek, geçmişte medyanın darbelere zemin hazırlamak için önemli misyonlar yüklendiğidir. İleri demokrasi için basın özgürlüğünü sonuna kadar savunmalıyız, ama basın özgürlüğü bahanesine sığınan darbeci anlayışa prim vermemeliyiz.