T24- Murat Yetkin, Radikal gazetesindeki köşe yazısında Başbakan Erdoğan'ın 3 Eylül'de Diyarbakır'da yapacağı konuşmayı konu aldı. Yetkin, Beşir Atalay'ın 'beklentiyi yükseltmek doğru değil' sözlerine dayanarak Erdoğan'ın Diyarbakır'da vaadde bulunmayacağını vurguladı.
Murat Yetkin, Erdoğan'ın, "66. madde", "af", "KCK tutukluları" ve "seçim barajı" hakkında olumlu konuşmalar yapmayacağını, bu zamana kadar bunların tam tersi ifadelerle mitinglerde konuşma yaptığını, Diyarbakırlılara istediklerini vermeyeceğini vurguladı.
Murat Yetkin'in 'Erdoğan'ın 3 Eylül Diyarbakır açmazı' başlığıyla, 1 Eylül 2010 tarihinde yayımlanan yazısı şöyle:
İçişleri Bakanı Beşir Atalay dün Samanyolu televizyonunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 3 Eylül’de Diyarbakır’da yapacağı konuşmaya ilişkin ‘beklentiyi yükseltmek doğru değil’ dedi.
Atalay, “Orada tabii bazı mesajlar verecektir Başbakanımız ama çok olağanüstü beklentiyi yükseltmemek lazım. Bu, Ağustos 2005’teki gibi Başbakanımızın gidişi gibi bir gidiş değil” diye ekledi.
Bir kaç gün önce de AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, ‘sonradan dağ fare doğurdu deyebilmek için’ BDP’lilerin beklenti yükselttiğini söylemişti.
Ankara’da gazetecilik yapan bizler gerek Çelik, gerek Atalay’ın sözlerinden sonra hafıza sağlığımızdan şüphe eder hale geldik. Çünkü daha bir kaç hafta öncesine kadar Başbakan’ın Diyarbakır’da yapacağı referandum konuşmasına dikkat etmemiz gerektiğini, o konuşmada Kürt sorunun gündemden çıkaracak önemde mesajlar verilebileceğini söyleyenler AK Parti kaynaklarıydı.
Değişen ne oldu?
Ne zaman ki PKK’nın ateşkesi 20 Eylül koşuluyla geldi, ne zaman ki Abdullah Öcalan’ın avukatları 20 Eylül’ün fazla olduğunu, referandumdan bir gün öncesine dek boykot kararının değiştirilmesi ihtimaliyle bekleyeceklerini ve ne zaman ki Ahmet Türk 3 Eylül konuşmasında beklentilerine yanıt verilirse, boykot kararının ‘evet’ yönünde değişebileceğini söyledi, AK Parti 3 Eylül Diyarbakır tonunu düşürmeye başladı.
BDP’liler, başta bu 3 Eylül fikrine meyyal görünüyordu. Ancak ne zaman ki Diyarbakırlı işadamları -ki şu ‘Kürt burjuvazisi lafı tutmaya başladı- PKK’nın iradesine bağlı olmadıklarını ve 12 Eylül’deki referandumda ‘evet’ diyeceklerini peşinen ilan ettiler, BDP’lilerin iştahı kesildi.
O arada tabii başka gelişmeler de oldu. Örneğin, artık yalnızca BDP’nin değil, CHP’nin de talep ettiği yüzde 10 seçim barajını düşürme fikrine kesinlikle karşı olduğunu bir kez daha söylemek zorunda kaldı. Çünkü AK Parti’nin bütün beka stratejisi Meclis’e dördüncü partinin girmemesi, hatta üçüncü partinin de girmemesi, böylece oy-sandalye dengesinin (ya da dengesizliğinin demek daha doğru) kendi lehine devam etmesi üzerine kurulu.
Bir başka gelişme, CHP lideri Kemal Kılıçldaroğlu’nun genel af konusunu önce Elazığ’da yerel televizyon programında, sonra da Tunceli’de miting meydanında telaffuz etmesi oldu. Gerçi Kılıçdaroğlu’nun af koşulu, daha önce Mayıs 2009’da Deniz Baykal’ın dile getirmiş olduğu gibi, PKK’nın silah bırakması be bir toplumsal barışma nişanesi olarak Meclis mutabakatıyla gündeme gelebilirdi. Ama bu sözün etrafta dolaşması bile AK Parti’nin ezberini dağıtmaya yetti.
Zaten doğuda PKK ile pazarlık iddialarından etkilenen iç, kuzey ve batı anadoludaki AK Parti seçmenini teskin etmek için Erdoğan günlerini ‘af olmayacak’ demeye harcadı.
Bu aşamaya dek, BDP’den şöyle bir hareket tarzı bekleyenler yok değildi: Başbakan 3 Eylül’de Diyarbakır’da çıkıp daha önce yüzlerce defa söylediği ‘Referandumdan sonra yeni anayasa çalışması başlayacak’ diyecek, BDP için önem taşıyan 66’ıncı maddeden söz etmese bile, tabana söz geçiremeyeceğini düşünen BDP’ ‘Tamam şimdi oldu’ deyip ‘evet’ cephesine dönecekti.
Ancak Başbakan’ın son bir kaç günden yeniden (özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yükselttiği rekabet sonucu) milliyetçi söylemi öne çıkartmasıyla BDP’deki boykot eğilimi güçlenmeye başladı.
Başbakan, 3 Eylül’de Diyarbakır’da af deyemeyecekse, yüzde 10 barajını düşürme sözü vermeyecekse, Anayasa’nın 66’ıncı maddesini telaffuz etmeyecekse ve bu arada KCK tutukluları hâlâ içeride olacaksa, Diyarbakır’a ne diyecek?
Doğu-batı seçmen dengesinin hâlâ Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasındaki açmazı olduğu görülüyor.
Belki Erdoğan 12 Eylül’deki Diyarbakır cezaevi işkencelerini hatırlatarak destek isteyebilir. Ama verebileceği bir vaat görünmüyor, en azından İçişleri Bakanı Atalay’ın sözlerinden bunu anlıyoruz.
Bir de Atalay’ın Ağustos 2005 karşılaştırması var ki, belki en ilginci o... Erdoğan o zaman ‘Kürt sorunu var, çözmek boynumun borcu’ demişti. Ancak hazırlıksız söylenmiş bu söz ardından pek bir şey yapılmamış, PKK eylemleri 2006’dan itibaren yeniden tırmanışa geçmişti.
Atalay’ın sözlerinden Erdoğan’ın bu defa çözüm vaadinde dahi bulunmayacağı sözünü çıkartmamız gerekmiyor herhalde. En iyisi 3 Eylül’de Diyarbakır’da Erdoğan’ı dinleyelim; bakalım ne çıkacak?