Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’un Gazze panelini terk etmesine neden olan David İgnatius, “Ben tarafsızlığın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Fakat adil olunabilir” görüşünde. Ermeni soykırımının yaşandığına da inanan İgnatius, kısa süre önce İstanbul’daydı. Romanını yazdığı ‘Body of Lies’ın (Yalanlar Üstüne) filminin gösterime girmesi nedeniyle Aralık 2008’de gelmişti. Tempo Dergisi editörlerinden Selin Ongun’un o günlerde yaptığı röportaj, İgnatius’un iç dünyasına ayna tutuyor. İşte Haydar Erçin’in fotoğraflarıyla, Türkiye’de yayınlanan son röportajı… İşte Erdoğan’ı çıldırtan moderatör - FOTOGALERİYalanlar üstüne Ignatius’u İstanbul’a getiren, son romanı ‘Body of Lies’ın (Yalanlar Üstüne) filme çekilmesi ve elbette Türkiye’de de gösterime girmesi. Başrollerini Leonardo DiCaprio ve Russell Crowe’un paylaştığı film, Ortadoğu’da geçen bir CIA ajanı hikâyesini anlatıyor. Film, Bush’un Ortadoğu politikalarını eleştiriyor. Aslında ‘gerçek’ olması gereken ‘istihbarat yalanları’na da bir güzel iğneyi batırıyor. Hal böyle olunca, Bahçeşehir Üniversitesi’nin konuğu olarak İstanbul’a gelen gazeteciye lafı eğip bükmeden soruyoruz: “ABD’nin Ortadoğu politikasındaki en büyük yalanı nedir?”
İşte Ignatius’un cevabı: “En büyük hatayı soruyorsunuz sanırım. En büyük hata, ‘Biz her şeyi yapabiliriz’ fikri. Bu imkânsız. Üstelik tehlikeli bir hayal ve oyun. Zaten filmin temel temalarından da biri. Bugün yaşananlar da aslında, gerçekten neler olduğunu bilmeden, anlamadan, ‘her şeyi yapabiliriz’ iddiasıyla Ortadoğu’ya dalmanın sonucu değil mi? (ABD’nin Irak’ı işgalini kastediyor.) Defalarca söyledim. Biz Ortadoğu’yu böylesi derin bir müdahale yapacak kadar tanımıyorduk. Eğer bir kültürü anlamazsanız, o kültürün içine giremezsiniz. Sadece orada öylece kala kalırsınız. Bir zaman sonra da çekip gitmek zorunda olursunuz.”
Değişimin simgesi Obama Hemen araya giriyoruz. Ignatius’un ilk romanı ‘Agent's of Innocence’ten bir alıntı yapıyoruz. CIA’in Lübnan’daki entrikalarının içine dâhil olan Fuat adındaki karakter pişmanlıkla şöyle der romanda: “Asıl bela siz (CIA-Amerika) gittikten sonra başlar.” ‘Kesinlikle!’ diyerek onaylıyor Ignatius. Biz de ekliyoruz: “Bu durum bugün Irak için de söz konusu mu? ABD, Irak’tan keyfe keder çıkarsa Ortadoğu’da neler olur?”
Ignatius’un düşüncesi şöyle: “Amerika hep aynı şeyi yapıyor. Önce baştan çıkarıyor. Sonra yalnız bırakıyor. Gittiği yerde işler bozulunca da ‘Güle güle’ diyor. İşte bu değişmeyen hikâye şimdi de Irak’ta oluyor. Ama Obama ile değişim olacağına inanıyoruz. Irak’tan sorumlu bir şekilde ayrılacağız. Oradan umursamazca gidemeyiz.”
İyi ama sonuçta değişmez bir devlet politikası ve onun çıkarları var. Obama, ABD’nin dünyadaki ‘pabucu yiyen’ algısını gerçekten değiştirebilir mi? İnançla cevaplıyor Ignatius: “Başkanların karakterleri gerçekten fark yaratabilir. Obama’nın ilk yurtdışı seyahatinde İstanbul’a geldiğini düşünün. Kahire’ye ya da Ortadoğu’nun göbeğine gittiğini düşünün. Oradaki insanların göstereceği duygusal tepkiyi tahmin edin. Eğer Amerika, geçmişte yaptıklarına rağmen bir siyahı başkan seçtiyse, Obama neden bu algıyı değiştirmesin? Bu, büyük bir değişimin simgesi.”
Ya George W. Bush? O neyin simgesi? Amerika’nın başına gelen en büyük ‘kaza’ Bush mu, ekonomik kriz mi? İnce bardaktaki çayından bir yudum alarak anlatıyor: “Ekonomik krize Bush ve politikalarının neden olduğunu tartışabilirsiniz. Ekonomide yapılan hataları ve elbette Irak’ı da düşünürseniz, Bush’u gerçekten eleştirebilirsiniz. Fakat ben George W. Bush’un ‘şeytan’ olduğunu düşünmüyorum. O, akıllı bir başkan, tedbirli bir lider değil. Özellikle 11 Eylül’den sonra iyi bir lidere ihtiyacımız vardı. Onu bulamadık ne yazık ki.”
David Ignatius, yazılarında Ortadoğu’daki düğümün taraflar arasında ‘empati’ kurularak çözülebileceğini savunan bir gazeteci. Kendisine, ABD Başkanı George W. Bush’un, Irak’a gerçekleştirdiği son gezide Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi’nin ayakkabı fırlattığı anı hatırlatıyoruz: “Siz Iraklı bir gazeteci olsaydınız, acaba aynısını yapar mıydınız?” Cevabı ironik: “Gazeteciler ayakkabı fırlatmamalı! Ama bu adamın bir kahramana dönüştüğü de bir gerçek. Çünkü o eylem Iraklılar için, ‘Biz buradayız’ demekti. Birçok kişi, o anı komik buldu. Oysa ortada acı bir resim vardı. Bu resimde benim tek güldüğüm şey, Başkan’ın refleksiydi. Henüz Maliki ne olduğunu anlamadan Bush çevik bir refleksle ayakkabıdan kurtuldu.”
Ermeni meselesi ve adilik Ermeni asıllı bir Amerikalı olan David Ignatius, bir gazetecinin tarafsız değil, fakat adil olabileceğine inanıyor. “Ermeni kökenli bir gazeteci olarak, 1915 olaylarından bahsederken tarafsız olabiliyor musunuz?” sorusunu ise şöyle cevaplıyor: “Yıllar önce, Turgut Özal cumhurbaşkanıyken bir röportaj yapmıştık. O zaman Washington Post’u, gazeteyi temsil ediyordum, David Ignatius’u değil. O dönemde şahsi görüşümü hiçbir haberin içine katmadım. Oysa şimdi durum farklı. Artık köşe yazarıyım. Kaldı ki ben tarafsızlığın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Fakat adil olunabilir. ‘Soykırım’ meselesini düşünürken, aklımda iki önemli şey oluyor. Önce, Ermeni asıllı bir Amerikalı olarak aileme ne olduğuna karşı sadakatli olmalıyım, öykümüze karşı dürüst olmalıyım. Bence onlara ne olduğunun adı ‘soykırım’. Ama burada önemli bir şey var. Bu konu, ABD Kongresi’nin işi değil. İnsanlar, kongrenin kendilerine ‘Şunu tanı, bunu yap’ demesinden hoşlanmıyor. Amerikalılar her zaman herkese ne yapması gerektiğini söylüyor. ‘Ermeni Soykırımı Tasarısı’ krizi günlerinde iki şey söyledim. Türkiye tarihi kabul etmeli. Ama bu, kongrenin böyle bir karar vermesi ile olacak bir şey değil. Önemli olan gerçek kabulün Türklerin içinde olması. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan’a gitmesiyle başlayan süreci çok önemsiyorum. Gül’ün yaptığı şeye gerçekten hayranlık duyuyorum. Bu iki ülke birbirine yardım edebilir. Türkiye büyük ağabey, Ermenistan ise küçük kardeş olabilir.”
Ignatius çeşitli vesilelerle Gül ile birçok kez bir araya geldiğini ve Gül’ü çok beğendiğini söylüyor. O meşhur tartışmayı soruyoruz: “Türkiye’de birçok kişinin gönülden inandığı bir durum var; ‘ılımlı İslam’ modeli Amerika tarafından icat edildi. Sizce bu ‘ılımlı İslam’ bir ütopya mı, yoksa gerçeklik payı var mı?” Ignatius’un cevabı şöyle: “Modern İslam, modern Hıristiyanlık... Bunlar tamam. ‘Modern’ sıfatı uygun. Ama ‘ılımlı’ ne demek? Günde beş kez namaz kılan bir insan, dinine karşı nasıl ılımlı olabilir sizce? Diğer yandan din adına insan öldürenlerle, dinin gereklerini yerine getiren bu kişilerin ‘ılımlı İslam’ denerek ayrılması da saçma değil mi?”
Kürtlere uyarı ‘Yalanlar Üstüne’de Roger Ferris, (Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı CIA ajanı) sürekli birilerinden ABD için risk almalarını istiyor. Ne var ki ‘risk alanları’ koruyamıyor. Hatta risk alanların sonu ölüm oluyor. Bu kurgunun yaratıcısı Ignatius’a politik bir teşbih yapıyoruz: “Türkiye’ye ‘Benim için risk al. Biz müttefikiz’ diyen, Kürtlere benzer bir yaklaşım sunan Washington, yakın gelecekte kimler için ‘hayal kırıklığı’ olabilir?”
“Dürüst olalım” diyerek yanıtlıyor: “İşler Kürtler için gerçekten iyi gidiyor. Ama önemli bir şey var. Bence Kürtler akıllı olmalı. Şunu kast ediyorum. Eğer fazla zorlarlarsa, kendilerini kaygan bir zeminde bulabilirler. Yani ‘baştan çıkarma, yalnız bırakma ve çekip gitme’ hikâyesi devreye girebilir. Oysa ayağı yere basan ve akıllı bir Kürt yönetiminin Türkiye için problem olması mümkün değil. Her şeyden önce PKK ile mücadele konusunda Ankara için ‘iyi bir ortak’ olabilirler. Bence işin şu kısmı çok önemli. Eğer Irak parçalanırsa, bölgedeki diğer komşu ülkelere nazaran en küçük problemi Türkiye yaşar. Herkes bunun farkında olarak adım atmalı.”