25 Ağustos 2014 13:03
Üçüncü Dünya Forumu Direktörü, Mısır asıllı Marksist düşünür Samir Amin, “Erdoğan’da da Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Mursi döneminin işaretlerinin gözlendiğini anlıyorum. Erdoğan Mursi gibi bir cumhurbaşkanlığı yapacak olursa, Mısır’dakine benzer patlamalar Türkiye’de de gündeme gelebilir. Gezi Parkı protestoları gibi ama onlardan çok daha kitlesel sosyal patlamalar gündeme gelebilir” dedi.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer Ortadoğu Çalışmaları Dünya Kongresi’nin onur konuğu olan Samir Amin ile görüştü. Çakırözer’in “Erdoğan’da Mursi alametleri yeni ve daha büyük Gezi’lere hazır olun” başlığıyla yayımlanan (25 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
Türk Sosyal Bilimler Derneği ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi geçen hafta Ortadoğu Çalışmaları Dünya Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Beş gün içinde 400 panele ev sahipliği yapan kongrenin onur konuğu, Üçüncü Dünya Forumu Direktörü, Mısır asıllı Marksist düşünür Samir Amin’di. Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanı Doç. Dr. Galip Yalman’ın yardımıyla kendisi ile görüşme fırsatı yakaladık.
Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Amin’e, Gezi Parkı’ndan Tahrir Meydanı’na ve hatta Ferguson kasabasına kadar dünyanın dört bir yanında birbiri ardına ortaya çıkan kitlesel direniş hareketlerini sorduk. Türkiye ve Mısır karşılaştırması yaptırdık. Tespitleri, gözlemleri ve değerlendirmeleri şöyle:
90’ların başında kapitalizmin zaferi için “tarihin sonu” deniyordu. Ama neoliberal sistem, ahlaki, sosyal ve siyasal eşitsizlikler üzerine kurulduğu için ve doğal kaynaklarımızı hızla tükettiği için sürdürülebilir değildi. Nitekim bunu kendileri de anladı. Sonunda emperyalist düzenin askeri yöntemlerle kontrolü gündeme geldi. Reagan’ın önderliğini yaptığı bu söylem, hem baba ve oğul Bush’lar hem de Clinton ve Obama tarafından da benimsendi. Son açıklamalarına bakılırsa, Hillary Clinton başkan olursa o da askeri politikaları aynen sürdürecek.
Bu Amerika merkezli düzene karşı dünyanın çeşitli yerlerinde protesto “patlamaları” yaşanması kaçınılmazdı. Öncelikli sebep, büyüyen fakirlik, sosyal koşulların bozulması ve artan işsizlik. İkincisi, demokrasi eksikliği ve rejimlerin giderek daha çok polis rejimine dönüşmesi. Üçüncüsü, bağımsız milli politikaların terk edilmesi ve ABD’nin hegemonyasına girilmesi.
Yaşanan her patlama bir devrim değil. Devrimde, elinizde olumlu bir alternatifiniz vardır. Patlama ise sadece protesto. Batı’da da var, çevre ülkelerde de. İşte ABD’de Ferguson’dan önce Wall Street’i İşgal Et eylemi vardı. Hiçbir şeyi değiştiremedi. Ama ileride bundan daha fazlasını yaşayacağız.
Diğer ülkelerdeyse ya doğal kaynakların yok edilmesine tepki (Endonezya) ya da sanayinin lokalleşerek alt-taşeronlaştığı, ucuz işgücünün süper sömürüsünün yaşandığı Türkiye gibi ülkelerde düzene tepki olarak ortaya çıkabiliyor. Tarihi kültürel miras denen bir yere (Gezi Parkı) alışveriş merkezi açmaya kalkınca patlama oluyor.
Bir de tüm toplumu kapsayacak patlamalar oluyor. Tunus ve Mısır’da olduğu gibi. Nasır döneminde üretim ekonomisini göreceli olarak dışarıdan bağımsız ve etkili biçimde gerçekleştiriyorlar, bu da olumlu sosyal sonuçlar doğuruyordu. Neredeyse herkes iş sahibiydi, şaşırtıcı bir eğitim veriliyordu, sağlık, ulaştırma ve konut sistemi çok düzelmişti. Eğitim sayesinde özellikle alt sınıflardan orta sınıfa doğru sosyal hareketlilik sağlanmıştı. Nasır’dan sonra Mısır 40 yıl neoliberal Amerikan reçetelerini uyguladı. Devletin elindeki tüm imkânlar eşe dosta dağıtıldı. Yoksulluk büyüdü. Sonunda Amerikan hegemonyasına, İsrail ve Körfez etkisine tam bir biat içine girildi. Hüsnü Mübarek rejimine karşı çıkan antiemperyalist, ilerici sosyal hareketlerin sloganlarından biri de bu yüzden “Vatanın şerefi” oldu.
Mübarek’in devrildiği Ocak 2011’de 15 milyon Mısırlı sokaktaydı. Arkasından Müslüman Kardeşler iktidara gelip, Mursi Cumhurbaşkanı seçildi. Bir yıl sonra ise bu kez 30 milyon kişi sokaktaydı. Sadece 25 milyon kişi Mursi’nin politikalarından duyduğu rahatsızlığı bir dilekçeye imza atarak gösterdi. Her imza atanın ismini ve kimlik numarasını yazma zorunluluğu olduğunu düşününce oy kullanmaktan bile cesurca bir hareketti o kampanya. General Sisi, Cumhurbaşkanı Mursi’yi görevden almasa büyük olasılıkla orduya karşı bir darbe gerçekleşecekti. Müdahale sonrasında ise şimdi birinci kareye geri döndük.
Mısır’da asıl darbeyi yapan Mursi’ydi. Seçildikten iki ay sonra tüm güçleri elinde topladı. Yargıçlar Konseyi’ni, Televizyon ve İletişim Konseyi’ni baskı altına aldı. Tüm kurumların başından herkesi görevinden aldı. Yerlerine, tüm kadrolara Müslüman Kardeşler üyelerini atadı. Kültür kurumlarının bile yöneticilerini bizzat Mursi değiştirdi. Bunların her biri birer darbeydi. Sonunda hâkimler greve gitti. Kaos çıktı. Görülmemiş büyüklükte kitlesel protestolar oldu. Ordu, ABD Büyükelçisi “Sakın Mursi’yi görevden almayın” demesine rağmen yönetime el koydu.
Kahire’de duvarlarda sık sık “Devrim sistemi değiştiremedi ama halkı değiştirdi” sloganını görürsünüz. Mursi, Sisi ya da başkası. İşler değişmedi. Felaketin sebebi aynı liberal politikalar sürüyor.
ABD başta omak üzere emperyalizm tarafından destekleniyorlar.
Ama halk değişti. Artık eskisi gibi toleranslı olmayacaklar. Cesareti keşfettiler. Mübarek döneminde göstericiler duvarlara geceleri yazardı. Polis gündüz temizlerdi. Şimdi sloganlar gündüz yazılıyor, polis gece temizliyor. Yavaş da olsa bir hareket ilerliyor. 2 yıl önce hiç program yoktu. Şimdi bir progam var. Sosyal ve ilerici güçler, doktorlar, yargıçlar, mühendis örgütleri, milliyetçiler, sendikalar, kadınlar ve gençlik organizasyonları birlikte hareket ediyorlar. Acil bekleyen adımlar var: İnsan hakları, siyasi haklar ve asgari ücret artışı en temel beklenti.
Türkiye için “emerging market (gelişmekte olan piyasa)” deniyor. Türkiye ve Mısır aslında “gelişmekte olan batıklar (failure)”. Her iki ülkede de kayırmacı (crony) kapitalizm var. Devlette, hükümette tanıdıkları olanların özelleştirme ihalelerini kapattığı, köprüler, havaalanları inşa ettiği bir düzen. Ben buna “lümpen kakınması” diyorum. Bunlardan kurtuluş için siyasi devrimler lazım. Ulusal, halkçı ve demokratik hareketlerin yapacağı devrimler.
Türkiye’de AKP ve Erdoğan’ın talihi piyasaların büyüdüğü son 10 yıla denk gelmiş olmaları. Bir de tabii Türkiye’de çekim merkezinin kurucu devlet elitlerinden, Anadolu’nun muhafazakâr girişimcilerine kaydığı dönemden geçiliyor olması. Seçim başarılarını bunlar kolaylaştırdı. İslamcı partilerin toplumda güç bulmalarının nedeni aslında artan yoksulluk. Fakirleşme, halk kitlelerini yaşamaları için günlük bağımlılıklara itiyor. Bu bağımlılık sürdüğü müddetçe seçimler de kazanılıyor. Ancak Müslüman Kardeşler gibi onların da sosyal ve ekonomik meselelerde daha geri bir duruşu var. İşçi hareketine, çiftçi direnişlerine karşılar. İlerici bir toplum hedefleri de yok. Bu yüzden de zaten İslamcılar hep emperyalizmin, ABD’nin en iyi müttefikleri oldular. Ancak bu neoliberal politikaları uzun vadede sürdürmeleri mümkün değil. Üç alternatif Krize girildiğinde Türkiye’nin yönü ne olacak orası çok önemli. Benzerini Mısır’da yaşadık.
Üç alternatif var:
1. Geçmişin nostaljisi Nasır’cılar. Türkiye’de Kemalistler aynı nostaljik beklenti içinde olabilir.
2. İslamcı hayalleri canlandırma heveslileri.
3. Ulusal, halkçı demokratik bir alternatif hareket. Bu hareket içinde ilerici güçlere, eğitimli orta sınıflara, işçilere, sosyalistlere, demokratik oluşumlara, çiftçi hareketine yer var.
Anlatılanlardan ve okuduklarımdan Erdoğan’da da Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Mursi döneminin işaretlerinin gözlendiğini anlıyorum. Erdoğan Mursi gibi bir cumhurbaşkanlığı yapacak olursa, Mısır’dakine benzer patlamalar Türkiye’de de gündeme gelebilir. Gezi Parkı protestoları gibi ama onlardan çok daha kitlesel sosyal patlamalar gündeme gelebilir.
Gezi Parkı’ndaki gençler sadece protesto olarak kaldı. Bir şeyi reddediyorsunuz. İnsanlar “alternatifiniz ne” diye sorar. Söyleyecek alternatifiniz yoksa protestoya devam edersiniz. Ama olayları değiştirme kapasitesine sahip olamazsınız. Bir çekirdeğe (nucleus) ihtiyaç var. Bir patlama ya da hareket var. Bunun farklı bileşenleri var. İşsizlik ve fakirliğe isyan edenler; işçi sendikaları gibi çalışma koşullarına karşı mücadele edenler; özelleştirme politikalarına direnen çiftçiler, memurlar; polise direnen, hak ve özgürlük isteyen orta sınıflar. Antiemperyalist, bağımsız bir rejim isteyen milliyetçiler de var. Ama tüm bu unsurlar bir program etrafında, alternatif sunarak, ortak bir stratejik amaçla bir ortak cephe oluşturabilmiş değiller. Onları bir araya getirecek bir çekirdeğe ihtiyaç var. İşte söyledğiim ulusal, halkçı ve demokratik hareket tam da bu.
Türkiye’de sosyalist devrim için ilk fırsat 20’ler ve 30’lardı. Ancak Atatürk’ün kurduğu yeni Cumhuriyet o yönü tercih etmedi. İkinci en uygun dönem Demokrat Parti’nin kapitalizme geçişiydi. Bir sol muhalefetin canlanma olasılığı çok yüksekti. Onu da üst üste gelen askeri darbeler engelledi. Erdoğan’ı iktidara taşıyan 80 sonrası liberalleşme politikalarıydı. O yol da sürdürülebilir gözükmemekte. Krizler yaşanacak, patlamalar olacak. Zaten bu nedenle patlama diyoruz. Önümüzdeki günlerde Gezi benzeri olayların çok daha fazlasını beklemeliyiz. Belki bu sosyal patlamalar sonrasında sistematik, eleştirel, solcu düşünce yeniden ortaya çıkabilir Türkiye’de.
Amin, sohbetimizde neoliberal düzene karşı ulusal, popüler demokrat hareketlerin başarılı oldukları örnekleri de sıralamayı ihmal etmedi:
“Mısır’da henüz işin başındayız ama Latin Amerika’da patlamaların, olumlu alternatiflere yönelebildiğini ve ulusal devrimci demokratik hareketin başarısına götürdüğünü görüyoruz. Patlamalar ve arkasından gelen seçim zaferleri var. Venezüella, Bolivya, bir parça Brezilya. Ve hatta Arjantin. Bu ülkeler bir dizi reformlar yaptılar. Washington yönetimine karşı da oldukça mesafe aldılar. Latin Amerika ve Karayibler Birliği adında bir birliktelik oluşturdular. Bizim ‘sömürge bakanlığı’ ismini taktığımz ‘Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OAS) yerini aldılar bile.”
Amin’e göre ABD ve Avrupa merkezli emperyal düzene karşı başarı ortaya koyan bir başka yapılanma da BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Grubu:
“BRICS hem siyasi hem de ekonomik alternatif sunuyor. Siyasi olarak çok merkezli küresel yapıyı amaçlıyorlar, ABD’nin maceracı askeri politikalarına karşı kendi aralarında anlaşmaları var. Finansal kapasiteleri de çok iyi. Dünya Bankası’na alternatif bir Dünya Bankası oluşturuyorlar. ‘Güney’in bankası’ projesi neoliberalizme karşı önemli bir dengeleyici rolü üstlenebilir. Türkiye tarım sektörünü bu banka sayesinde yeniden yapılandırabilir.”
© Tüm hakları saklıdır.