T24- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’daki konuşmalarını izleyen Kahire Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Amr Şalakani, herkesin hayranlığını kazanan Erdoğan’ın eleştirilecek noktaları olduğunu kaydetti. Şalakani Radikal gazetesindeki analizinde şöyle dedi:
Kahire’de tanıdığım hemen herkes Salı gününü Türk olan her şeyde bir cazibe bularak geçirdi. Fakat sonra Müslüman Kardeşler’in Gençlik Hareketi’nin Erdoğan’ı havaalanında Halifeliğe dönülmesini isteyen sloganlarla karşılaması Mısır’daki milliyetçi ve laik siyasi aktörlerin tüylerini diken diken ediverdi. Erdoğan’ın akşam televizyondan yayınlanan konuşmasında bize Türkiye’nin laik modelini incelememizi, devletin laikliği ile vatandaşın laikliğini birbirinden ayırmamızı tavsiye edip, “Bizim laiklik anlayışımız devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasıdır. Bir insanın laik olmasından değil, bir devletin laik olmasından söz ediyoruz” demesi de yüreklere su serpmedi.
Beni yanlış anlamayın, Erdoğan’ı, bu ziyareti hem İran’a hem İsrail’e karşı yeni bir Kahire-İstanbul ekseninin işareti gibi gören Arap milliyetçileri de sevdi. Fakat sonrasında laik kulakları Erdoğan’ın Arap Birliği’nde yaptığı konuşmayla tırmalandı. Erdoğan konuşmasını, üzeri kapalı olarak Esad rejimine mesaj veren yarı dinsel bir vaazla bitirdi. Bütün bunlar bizi meselenin püf noktasına getiriyor: Filistin. Erdoğan’ın Arap Birliği konuşması modern tarihteki en uzun askeri işgale maruz kalan bir halkın haklarına verdiği kayıtsız şartsız destek itibarıyla çarpıcı bir başarıydı. Herkes Erdoğan’ı bilhassa Filistin’e verdiği destek nedeniyle sevdi, ki Mısır’daki hükümetimizin bugüne kadar yapmayı beceremediği bir şeydi bu: İsrail’e karşı ayağa kalkmak ve ‘yeter’ demek.
Hayranlıkla izledik
Erdoğan yoğun görüşme ve temaslarını bitirip Four Seasons otelinde benim de katıldığım yemek için balo salonuna arz-ı endam ettiğinde, salondaki herkes karşılarında yürüyen adama gerçek bir hayranlıkla baktı. Buna ben de dahildim ve arkadaşıma, “Sanki hepimiz koşup Türk pasaportu için başvuracak gibiyiz,” demekten kendimi alamadım. Arkadaşım “Niye ki?” diye yanıt verdi. “Ülkesinde demokrat falan olduğunu mu sanıyorsun? Filistin’e desteğinin ilkeli olduğuna, özgürlük ve eşitlik ideallerine dayandığına mı inanıyorsun?” Biraz geç geldiğimiz için salonun benim “toplumsal Sibirya” dediğim ücra bir köşesine atıldığımızı da söylemeliyim.
Filistin istismarı mı?
Evet, Erdoğan Filistin’i destekliyor, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’mizi (SCAF) beceriksiz ve yetersiz gösteriyor, bütün bunlardan dolayı kendisine minnettarız, fakat Filistin’e verdiği destek ile Türkiye içinde yaptıklarını nasıl bağdaştırabilirsiniz? Filistin’i muhalefeti susturmak için istismar eden Arap diktatörlerine alışkınız. Peki bir Türkiye başbakanı da Filistin’i kendi siyasi hedefleri için niye kullanıyor olmasın?
İşin daha da kötü yanı, Erdoğan’ın konuşmasının zaman zaman yanlış bilgilerle malul görünmesiydi: Mısırlı bir gazeteci kendisine parlamento seçimlerimizin genellikle üç hafta sürdüğünü söyleyince dehşete kapılmış. Türkiye’de seçimler bir günde yapılıp bitermiş ve bu modeli örnek almamız gerektiği açıkmış. Ama Mısır’da her seçim sandığının başında bir yargıç olması gerekiyor ve bütün seçim sandıklarına bakacak sayıda yargıcımız olmadığı için Mısır’da temiz seçimler için üç haftaya ihtiyacımız var.
Anayasa değişikliği için yapılan mart referandumunu övmeye başladığında da bilgi eksikliği göze çarptı. Geçen yazımda belirttiğim gibi bugün hem SCAF tarafından askeri yönetimi meşrulaştırmak için hem de Müslüman Kardeşler tarafından yeni bir anayasa hazırlanmadan önce bizi alelacele seçime götürmek için kullanılan bir referandum söz konusu. En önemlisi Erdoğan, Kahire’ye gelmesinden günler önce muktedirlerimizin devrim sonrasında askıya alınan olağanüstü hali tekrar devreye soktuğunu da bilmiyordu.
Serinkanlılık gitti
Yemeğin soru-cevap bölümünün yukarıda saydıklarımı Erdoğan’a anlatmak bakımından bir faydası olmadı: Eski rejimin, devrim sonrası yaşadıkları rehabilitasyonu göstermeye niyetli kalıntılarının mikrofonu tekeline aldığı bir ortamda nasıl bilebilirdi ki zaten? Toplumsal Sibirya’daki masamız en sonunda serinkanlılığını kaybetti. Belli bir soru üzerinde hemfikir olduk ve yemeğin tam sonunda mikrofonu talep ettik: “Efendim, bugün devrimci kazanımlarımızı elimizden alan bir ordu tarafından yönetiliyoruz. Siz ordunun Türk siyasetine müdahalesini asgariye indirmeyi başardınız, bu başarıyı yeni Türkiye anayasasına nasıl tercüme etmeyi planlıyorsunuz?” Erdoğan’ın cevabı her zamanki gibi nazik ve meselenin özüne dokunur nitelikteydi. “Ordu Türkiye’de siyasete müdahale etmiyor. Sivil bir demokrasimiz var” dedi.
Bütün dürüstlüğümle söylemeliyim ki, Erdoğan’ı hâlâ seviyorum. Fakat onunla aynı fotoğrafta yer almak mı? Daha değil. Giderek baskıcı hale gelen asker-muktedirlerimizle nasıl bir ilişki kurmayı planladığını görene kadar değil. Filistin’le dayanışmak adına laflardan daha fazlasının yapıldığını görene kadar değil.