Dünya

"Erdoğan ile Trump, Zarrab'dan sonra da konuşacak mı?"

"Gülen’in neredeyse mağdur-muhalif muamelesi görmeye başladığı gözlemi de yabana atılmamalı"

27 Kasım 2017 12:28

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında geçen gün gerçekleşen telefon görüşmesini hatırlatarak, bugün  ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla ABD’de tutuklu bulunan işadamı Reza Zarrab davasının jüri üyelerinin belirlenmesinin ardından ilişkilerin hangi yönde seyir edeceğinin daha net bir biçimde izlenebileceğini ifade etti.

Yalçın, "Dava sonrası Erdoğan ile Trump'ın bir sonraki görüşmesinin ne zaman, nasıl, hangi koşullarda yapılabileceğini daha iyi değerlendirme imkânı" olabileceğini söyledi.

Murat Yetkin'in "Zarrab’tan sonra da konuşacaklar mı?" başlığıyla (27 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Normal koşullar altında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 24 Kasım’da ABD Başkanı Donald Trump ile telefon görüşmesi yine önemli olurdu ama gayet normal karşılanırdı.

Öyle ya, Erdoğan 22 Kasım’da Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle Suriye’nin geleceği üzerine önemli bir görüşme yapmıştı ve bu görüşme hakkında NATO müttefiki ABD’yle bilgi paylaşmasından doğal bir şey olamazdı. (Nitekim Erdoğan’ın daha sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz bin Suud ile Ruhani’nin de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile Soçi zirvesi üzerinde konuştukları açıklandı.)

Oysa Erdoğan ve Trump, Türkiye ve ABD arasındaki ciddi sorunlara karşın son görüşmelerini –bildiğimiz kadarıyla 21 Eylül’de Birleşmiş Milletler toplantıları çerçevesinde New York’ta yapmıştı.

O görüşmeden sonra yapılan resmi açıklama, her iki ülkenin de Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumuna karşı durduğu ve birbirlerine “hiç olmadığı kadar yakın olduğu” şeklindeydi. Kulise sızan iddialar ise İki liderin Fethullah Gülen, Reza Zarrab ve Türkiye’de tutuklu bulunan Amerikalı rahip Andrew Brunson konularında gerilim yaşadığı yolundaydı. Nitekim bu görüşmeden iki-üç hafta sonra ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz, Fethullahçılarla irtibatı iddiasıyla tutuklandı ve ardından önce ABD, sonra da Türkiye’nin vize kısıtlamaları kararı açıklandı.

O zamandan bu zamana en üst düzeyde siyasi temas, yalnızca Başbakan Binali Yıldırım’ın 9 Kasım’da ABD Başkanı Mike Pence ile görüşmesi olmuştu.

Dolayısıyla 24 Kasım görüşmesi –ABD’de Trump karşıtları dâhil- çoğu kişiyi şaşırtan, hatta belki ters köşeye düşüren bir gelişme oldu.

Aslında görüşmenin Beştepe’de de belli bir gerilim içinde yapıldığı, Trump ile görüşme sırasında çekildiği bildirilen bir fotoğrafın basına verilmesiyle de anlaşılıyordu. Sadece Erdoğan’ın değil, masa etrafında oturan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın (hatta fotoğrafta görülen Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ve not alan metin yazarı Hamdi Kılıç’ın) yüzlerine yansıyan gerilim dikkat çekiyordu.

Fotoğrafta dikkat çeken bir ayrıntı da Türk bayrağının yanına yerleştirilmiş 57.Alay sancağı idi. Yarbay Mustafa Kemal Atatürk’ün subayları arasında yer alıp askerleri “Size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum” sözleriyle harekete geçirdiği Alay, mevcudunun üçte ikisini şehit verme pahasına İngiliz ordularını 1915 Çanakkale savaşında Conkbayırı’nda durdurmuştu.

“Sancaklı fotoğraf” Beştepe’deki ruh halini yansıtıyordu. Belki bir anlamda önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın elinde beyzbol sopasıyla, Erdoğan’la konuşması sırasında çekildiği izlenimiyle basına verilen ve Suriye iç savaşı nedeniyle yolların ayrıldığı günlere denk gelen fotoğrafına bir cevap niteliğindeydi. Belki de Trump’ın görüşme öncesinde Obama’dan enkaz devraldığını ima etmesine atfen verilmişti. Anlarız yakında.

Nitekim görüşme basına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Trump artık YPG’ye silah vermeyeceklerini söyledi” sözleriyle yansıdı. Bir gün sonra Beyaz Saray’dan yapılan özet açıklama da, örgüt adı vermese de Çavuşoğlu’nun açıklamasını yalanlar nitelikte değildi ve daha önce ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson tarafından yapılan “IŞİD’le mücadele bitince işbirliği bitecek” açıklamasını doğrular nitelikteydi. Tabii şimdiye dek verilen silahların geri alınıp alınmayacağına dair verilen sözlerin tutulup tutulmayacağına dair ihtiyat payını koruyordu Ankara.

Pazar günü gazetelerindeyse görüşmeye dair bir ayrıntı daha yer aldı. Buna göre Erdoğan’ın Fethullah Gülen’in iadesi konusunu açması üzerine Trump konuyla yeniden ilgileneceğini söylemişti. Bu sözün tek başına bir bağlayıcılığı bulunmuyor. Kaldı ki, bir ölçüde Ankara’nın gerektiğinden fazla propaganda dozu kullanmasının da etkisiyle, yönetimdeki bazı çevrelerin gözünde Türkiye’de ezici çoğunluğun 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutup ve devlet içindeki yasadışı örgütlenmenin başı gördüğü Gülen’in neredeyse mağdur-muhalif muamelesi görmeye başladığı gözlemi de yabana atılmamalı.

Peki, ya Zarrab konusu?

Daha önce 27 Kasım’da, yani bugün yapılacağı duyurulan Zarrab duruşması, “jüri oluşmadı” gerekçesiyle ertelenmişti. O arada Zarrab’ın artık İran ambargosunun delinmesi davasına sanık değil, tanık olarak yer alabileceği, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın tek sanık olarak kalabileceği haberleri çıkmıştı. Hatta bu çerçevede Atilla’nın da itirafçı olmaya mı zorlandığı endişesi hem Erdoğan, hem de Yıldırım’ın sözlerinin satır aralarından okunabiliyordu. Bunun Halkbank’a mali yaptırım sonuçları olması, dolayısıyla Türk ekonomisine (Başbakan Yıldırım’ın sözleriyle “küresel ölçekte”) etkileri olması ihtimali aynı zamanda endişe konusu olan.

Mahkeme bugün jüriyi oluşturabilirse mutlaka 4 Aralık’ı beklemek zorunda da değil; ara karara göre duruşmayı en kısa zamanda da yapabilir. İşte o zaman ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği konusunda resmi biraz daha net görmeye başlayabiliriz.

O zaman Erdoğan ve Trump’ın bir sonraki görüşmesinin ne zaman, nasıl, hangi koşullarda yapılabileceğini daha iyi değerlendirme imkânımız olacak.