Sahibi olduğu Milliyet gazetesinde çok sayıda gazeteciyi "ekonomik sıkıntıları" gerekçe göstererek işten atan Erdoğan Demirören’in gazetenin manşetinden yayımlanan "İmralı zabıtları"na tepki gösteren Tayyip Erdoğan'ı arayarak "Patron" diye hitap ettikten sonra telefonda ağladığını hatırlatan Cumhuriyet yazarı Zeynep Miraç, bugünkü (6 Eylül 2015) yazısının başlığında “Demirören'in gözyaşları medyayı eritiyor” başlığını kullandı.
Milliyet’te geçen Ağustos ayında tasarruf gerekçesiyle yapılan işten çıkarmalardan günlerden sonra Demirören’in 1,1 milyara Total Türkiye’yi aldığını hatırlatan Zeynep Miraç, yazısında şu ifadelere yer verdi:
“Meral Tamer, Mehveş Evin, Semra Pelek, Alper İzbul, Kemal Göktaş, Evin Demirtaş, Sertaç Koç, Esra Alus, Burcu Karakaş’ın gazeteyle ilişikleri kesildi. Gazete işten çıkarmaların nedenini ‘tasarruf zorunluluğu’yla açıkladı. Döviz kuru yüzde 30 artmıştı ve gazete ‘değişik tasarruf kalemleriyle birlikte, personel tasarrufuna da gitmişti’.
Personelin maaşı dövizle mi ödeniyor diye düşünmüş olabilirsiniz ama yanılıyorsunuz. Dövizin ne için gerektiğini öğrenmemiz uzun sürmedi, 1 Eylül günü akaryakıt firması Total’in Türkiye’deki 440 istasyonunun 325 milyon euroya Demirören Grubu’na satıldığı açıklandı.”
Zeynep Miraç'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (6 Eylül 2015) nüshasında yayımlanan, "Demirören'in gözyaşları medyayı eritiyor" başlıklı yazısı şöyle:
Hayatın farklı formlarda tekrar ettiği kareler var. Gören gözlere elbette...
Yıl 2009, aylardan Haziran. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Zeytinburnu’nda Polis Eğitim ve Kongre Merkezi’nin açılışını yapıyor. Bu törende, Başbakan’ın yanı başında hazır bulunanlardan biri de Erdoğan Demirören. Ne var ki tören onun için ilginç bir anıya dönüşüyor, ayağı kayınca Erdoğan Bey kendini havuzda buluyor. Sırılsıklam…
Makarayı ileriye saralım. Yıl 2013, bu kez kış. Erdoğan Demirören’e ait olan Milliyet Gazetesi İmralı Zabıtları’nı yayımlamış, ortalık toz duman. Demirören eski dostu Tayyip Erdoğan’ı arıyor, karşılaşacağı öfkeyi kestiremediği her halinden belli bir üslupla ‘Üzdüm mü seni patron?’ diye soruyor. Gelen cevabın içinde bol bol ‘namussuz, rezil, kepaze’ sıfatları geçiyor. ‘Patron’ hitabının yerini ‘Sayın Başbakanım’ın aldığı ikinci görüşme ise Erdoğan Demirören’in ‘Nasıl girdim bu işe ya, kim için’ cümlesine eşlik eden gözyaşlarıyla sonlanıyor. 2009’da havuzdan sırılsıklam çıkarılan Demirören, bu kez kendi gözyaşlarıyla ıslanıyor.
Hep ‘patron’
Erdoğan Demirören 1938 doğumlu, 1957’den bu yana da ticaretin içinde. Babasının erken ölümüyle başına geçtiği aile şirketi Kolaylık Oto Müessesesi’nden bu yana da ‘patron’.
Ama her zaman kendinden büyük bir ‘patron’la arkadaşlık etmeyi seviyor. Turgut Özal ile aileye yayılan bir ilişkisi var. O kadar ki 1987’de akciğer kanseri nedeniyle Özal’ın doktoru DeBakey’e ameliyat olup da Türkiye’ye döndüğünde onu çocuklarıyla birlikte Zeynep Özal-Asım Ekren çifti karşılıyor. 1991 yılında da Turgut Özal’ı Revna-Yıldırım Demirören çiftinin nikâh şahidi olarak görüyoruz.
1997 yılında Demirören karşımıza Necmettin Erbakan’ın 45 iş adamıyla yediği yemeğin ev sahibi olarak çıkıyor. Refah Partisi’nin muhtelif davetlerinde ise konuklar arasında...
1998’e geldiğimizde Mesut Yılmaz’ın annesine Hac ziyaretinde Erdoğan Demirören’in kız kardeşi eşlik ediyor. Tayyip Erdoğan ile yakınlığı ise Erdoğan henüz Başbakan olmadan, hatta Ak Parti kurulmadan başlıyor. 2003 Aralık’ında küçük oğlu Tayfun evlenirken Erdoğan’ın yanı başında olması bir sürpriz değil bu nedenle.
Erdoğan Demirören’in bu iktidar sevgisinin ‘esbabı mucibesi’ni aslında kredilerden söz etmek amacıyla yaptığı bir açıklamada görmek mümkün:
“1982’de dönemin Başbakanı ile aramızda sorun oldu, bir günde tüm kredileri kestiler. Taksim’deki bir arazimi sattım ve tüm borcumu kapattım. O zamandan bu yana kredili iş yapmam.”
1982’den bu yana ne krediyle iş yapıyor ne de Başbakanlarla arasında sorun olmasına izin veriyor. Otomobil yedek parçası ithalatıyla başladığı işini, enerji ve inşaat sektörlerinde bunca genişletmesinin ardında da bu ‘ilke’leri yatıyor.
Nereden bilecekti
Bu kadar hassas davrandığı ‘patronlarla’ sorun yaşayınca ‘Nasıl girdim bu işe’ diye gözyaşı dökmesi boşa değil... Zira 55 yıl boyunca ticarette ağrımayan başı, medya patronu olduğundan bu yana dertten kurtulmuyor.
Oysa her şey ne güzel başlamıştı. 2011’de Milliyet ve Vatan’ı Ömer-Ali Karacan biraderlerle birlikte aldıklarında keyfi yerindeydi. Sevinci çok çabuk kursağında kaldı. Ortaklarının bir kuruş parası yoktu. Gazeteler kayyuma devredildi, bir yıla yaklaşan bir süre ve Karacan’lara ödenen paydan sonra iki gazetenin tek patronu olmayı başardı.
Milliyet’te Tayfun Devecioğlu ile kimyası uyuşmayınca genel yayın yönetmenliği görevini Derya Sazak’a verdi. İlk günlerde, gazeteleri devralırken sarf ettiği şu cümlenin arkasında durur gibiydi: “Gazetelerle büyümeyeceğiz, gazeteleri büyüteceğiz sözünü size vermek istiyorum”.
Gerçi gazeteleri İstiklal Caddesi’nde inşa ettiği Demirören AVM’nin kaçak katlarıyla ilgili yapılan haberlere karşı kamuoyu yaratmak için aldığı konuşuluyordu ama ne gam! İnşaat sırasında 400 yıllık Ağa Camii’ni tahrip ettiğinde sıkılmayan canı dedikodulara mı sıkılacaktı?
Ata Koleji’ni tam da büyük oğlu Yıldırım’ın mezun olacağı yıl satın aldığında da neler neler demişlerdi. Tıkar kulağını yoluna devam ederdi.
Ne bilsin 28 Şubat 2013 sabahı uyanıp gazetenin sürmanşetinde İmralı Zabıtları’nı göreceğini! Abdullah Öcalan ile BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın İmralı’da yaptığı görüşmenin zabıtları, Milliyet’te bir daha toparlanamayacak bir kırılmanın fişeğini ateşledi.
Döviz ne için lazım?
Halbuki Demirören “Patron”u kızdırmamak için gazetelerinin genel yayın yönetmenliği için ondan tavsiye bile istemişti. Erdoğan, “O zaman Kanal 24’den ayrılmakta olan Akif Bey’i tavsiye ettim. Onlar anlaşamadılar. ‘Şunu al, bunu al’ demedim’ cümleleriyle Demirören’i nasıl da özgür bıraktığını anlatıyordu.
Tayyip Erdoğan’ın ‘Batsın gazeteciliğiniz’ çıkışının ardından gazeteden ilk gönderilen Hasan Cemal oldu.
Medya sahiplerinin Ankara’ya olan ihtiyaçlarını eleştirdiği ve gazete yönetimi tarafından yayımlanmayan son yazısında şöyle diyordu:
“Medya-iktidar ilişkileri bu ülkede öteden beri sorunlu olmuştur. Çünkü siyasal güç odakları her zaman medya ve gazeteci milletini genellikle kendi çektikleri ‘kırmızı çizgiler’le kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Bunun için ekonomik, siyasal ve hukuksal aletlerle baskı uygulamıştır.”
Cemal bu satırları yazarken ‘patronu’ Erdoğan Demirören’in telefon başında gözyaşı döktüğünü ve ‘tanrılara kurban vermeye’ ne kadar istekli olduğunu bilemezdi elbette...
Erdoğan Demirören ise Erdoğan’ın onu ters köşeye yatırıp “Hasan Cemal’in yazılarına son verilmesini benim istediğime dair ifade beni rencide etmiştir. Hasan Cemal olayının benimle uzaktan yakından ilgisi yok” diyeceğini hiç bilemezdi.
Bu yaşananların ertesinde Gezi direnişi başladı ve sonrası çorap söküğü gibi geldi; Derya Sazak, Can Dündar ve Tahir Özyurtseven uzaklaştırıldılar Milliyet’ten. Geçen iki yılda aralarında Umut Alphan, Baydu Can, Cem Şengül, Pelin Batu, Mithat Sancar, Defne Samyeli, Fuat Keyman, Ersoy Diyar, Murat Can Kürşat Doker, Koray Nergiz, Atilla Karaca, İlke Gürsoy, Deniz Alphan, Aslı Aydıntaşbaş ve Kadri Gürsel’in de olduğu, Demirören’in milyon dolarlar ödeyip aldığı Milliyet’i Milliyet yapan pek çok ismin işine son verildi.
Son olarak Ağustos ayı Türkiye’de basının ve Milliyet’in tarihine işten çıkarmalarla geçti. Meral Tamer, Mehveş Evin, Semra Pelek, Alper İzbul, Kemal Göktaş, Evin Demirtaş, Sertaç Koç, Esra Alus, Burcu Karakaş’ın gazeteyle ilişikleri kesildi. Gazete işten çıkarmaların nedenini ‘tasarruf zorunluluğu’yla açıkladı. Döviz kuru yüzde 30 artmıştı ve gazete ‘değişik tasarruf kalemleriyle birlikte, personel tasarrufuna da gitmişti’.
Personelin maaşı dövizle mi ödeniyor diye düşünmüş olabilirsiniz ama yanılıyorsunuz. Dövizin ne için gerektiğini öğrenmemiz uzun sürmedi, 1 Eylül günü akaryakıt firması Total’in Türkiye’deki 440 istasyonunun 325 milyon euroya Demirören Grubu’na satıldığı açıklandı.
‘İsterse Mao gelsin’
Patronu olduğundan bu yana Milliyet’in ve Vatan’ın kadrolarının neredeyse yarısını işten çıkaran Erdoğan Demirören ne hissediyor diye merak ediyorsanız sizi 5 Nisan 1994 kararlarının ardından yaptığı bir açıklamaya davet etmek isterim: “Eğer bir patron bir işçiyi işten çıkarıyorsa zannediyor musunuz o vicdanen çok rahat?”
Bu açıklamanın bir ‘ama’sı olmadığını düşünmemiştiniz herhalde. Devam edelim:
“Bugün Almanya’nın hiçbir yerinde işçiye öğlen yemeği yoktur. Otobüs servisi yoktur, sabundur falandır hiçbiri yoktur. Bizim işçilerimiz evine kadar götürülsün istiyor. O zaman biz Avrupa’yla rekabet edemiyoruz.” Söz konusu açıklama “Biz iş adamları sendikaya karşı değiliz” cümlesiyle son buluyor.
Erdoğan Demirören az konuşan, basına az beyanat veren biri. Sözlerindeki isabet oranına bakınca haksız değil. 2007’de şöyle demiş mesela: “Nükleer santral yapılması şart. Bu gidişle Türkiye’de dört yıl sonra elektrik olmayacak”. Yıl 2015, seçim geceleri hariç elektrik sorunumuz yok.
Bir beyanatı da son aylarda en sıcak gündemimiz olan koalisyonlara dair, yine 2007’den: “İsterse Mao gelsin ama tek parti iktidarı olsun”.
Canınızın çok sıkıldığı anlarda Erdoğan Demirören ile Mao arasında geçen ve ‘Üzdük mü seni patron?’ sorusuyla başlayan konuşmayı hayal etmenizi tavsiye ederim!
Mao’yu bilmem ama Demirören Thomas Jefferson döneminde yaşamadığı için şükredebilir. Zira şöyle demiş Başkan Jefferson:
“Gazeteler olmadan hükümetler mi, hükümetler olmadan gazeteler mi? İkinciyi seçmekte bir an bile tereddüt etmem!”