Gündem

'Erdoğan AKP'yi öylesine kendine bağladı ki AKP, parti olma vasfını kaybetti'

Prof. Doğu Ergil: Diyarbakır’da katliam boyutundaki saldırılara bakılacak olursa silahlı mücadelenin yeniden başlatılıp HDP’nin gelecek seçimde baraj altında bırakılması oyunu sırıtıyor

17 Haziran 2015 21:36

Servan Altıkanat

Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi, Bugün ve Today’s Zaman köşe yazarı Prof. Doğu Ergil seçim sonuçlarını değerlendirdi.

7 Haziran akşamı, 13 yıllık tek parti iktidarı dönemini sona erdiren, dördüncü bir partinin barajı aşarak meclise girdiği bir tablo ile karşılaştık. Bu yeni durumu nasıl okumak gerekir?

Türkiye seçmeni toplumun dört ana kimlik grubuna Parlamentoda temsil olanağı tanıdı. Böylece dışlanmışlık veya bastırılmışlık duygusu yaşamadan farklılıklarını bağdaştırmak ve beklentilerini aralarında müzakere ederek karşılamak olanağı sundu. Bunun nerede olması gerektiğini de dört partiye geçit vererek gösterdi. Zaten bir koalisyon olan toplum, ana gruplarıyla şimdi Meclis’te temsil ediliyor. Onun yönetimi için gereken siyasi koalisyonun oluşmasına sıra geldi. Seçmenin mesajı çok açık.

 

Dört ana kimliği açar mısınız?

Siyasi-kültürel kimliğini Türk, Kürt, dindar-muhafazakâr ve laik-kentli-modern olarak ifade edenler. Bunlar toplumun dört ana kimlik grubudur.

Toplumda siyasi koalisyonu, bir ‘istikrarsızlık sebebi’, bir ‘felaket senaryosu’ olarak görenler var. Sahiden de koalisyon “öcü” müdür? Bizim "fıtratımıza" uygun değil mi?

“Toplum kendisi bir koalisyondur” demiştim. Doğal olan budur. Parçalı parlamentolar toplumda var olan kültürel, ekonomik ve zihni çeşitliliği (mozaiği) temsil eder. Eğer bir parti toplumun çoğunluğunu temsil edecek veya ihtiyaçlarını karşılayacak bir programa ve kadrolara sahipse hükümeti o teşkil edebilir. Nitekim bunu son 13 senedir AKP yaptı. Ama AKP’nin zafiyetleri onun artık tek başına hükümet olmasına olanak tanımıyor. Bu kararı seçmen verdi. Şimdi ortak bir akıl ve emek ürünü hükümet istiyor toplum. Bu tercihe kaos veya istikrarsızlık olarak bakmak toplumun tercihine saygısızlıktır. Dar parti penceresinden meseleleri değerlendirmektir.

AKP’nin hangi zafiyetleri, onun tek başına hükümet olmasına olanak tanımadı sizce? Cumhurbaşkanı'nın meydanlara inmesinin bunda payı var mı?

AKP son dönemde kuruluşundaki kuşatıcı ve içselleştirici niteliğinden uzaklaştı. Kendisinden olmaya karşı sözde ve eylemde saldırganca bir tutum takındı. Toplumsal bütünlükten ziyade tekil iktidarını korumak kaygısıyla hareket ederek toplumda kırılmalara yol açtı. Ulus olma (tasada, sevinçte ortaklık) duygusunun kaybına yol açtı. Hukuku zorladı. İktidarını pekiştirip ve sürdürmeye yönelik paralel bir hukuk yarattı. Sulh Ceza Mahkemeleri gibi siyasi nitelikli mahkemeler kurdu. Yaygın yolsuzluk iddialarını ört bas etti ve siyaseten önünü kesti, adalet duygusunu fena halde zafiyete uğrattı.

İslam’a ait ahlaki ve insani değerlerle güven sağlarken, eylemde onlarla uyuşmayan örnekler sergileyerek dinden türetilen ahlaki değerleri de örseledi. Eleştiriyi, darbeciliğe varan bir aşırılıkla karşılamaya kalktı ve mazlumların partisiyken zalimlikle anılmaya başladı. İşten çıkarmalar ve cezalandırmalar, adındaki “Adalet” kavramıyla irtibatının kopmasına neden oldu. Kalkınma ise son zamanlarda ekonominin üretken olmayan yapısı ve dışa sermaye bağlılığı nedeniyle akamete uğrayınca AKP’nin daha kritik bir gözle incelenmesine neden oldu. Bunların toplam etkisi, partinin son genel seçimden beri %9 oranında oy desteğinin düşmesine neden oldu.

Cumhurbaşkanının kendisine anayasa ve siyasi geleneklerle biçilen rolüne razı olmaması ve başkanlık sisteminde ısrarı nedeniyle, toplumsal eğilimlerle çelişmesine neden oldu. Toplum başkanlığı hele denetimsiz ve hesap vermez bir başkanlık sistemi istemiyor. Erdoğan bu konuda ısrarcı olunca, amacına varmak için toplumun kimi kesimleriyle köprüleri atmayı göze alınca, toplum tepkisi seçim sandığına yansıdı.

Erdoğan’ın seçimlerden dört gün sonra yaptığı ilk konuşma, seçim sürecindeki “tarafgir” konuşmalarından farklı idi. Her partiye eşit mesafede gibiydi. Ne dersiniz, artık Erdoğan “Cumhurbaşkanı” gibi hareket eder mi?

Erdoğan’ın parlamenter demokrasinin cumhurbaşkanı gibi hareket etmesi için önce seçim sonuçları, diğer partiler kendisine gereken mesajı verdiler. Ancak sonuç alıcı olan, kendi partisinin bu konudaki tutumudur. AKP’yi Erdoğan öylesine kendisine bağladı ve kendi şahsi iktidarının onay mercii haline getirdi ki bir parti olmak vasfını büyük ölçüde kaybetti. Eğer AKP kuruluş ilkelerine döner, hukuk ve siyasi teamüllerle attığı köprüleri yeniden tamir ederse, Erdoğan sınırsız-sorumsuz başkanlık arzusundan vazgeçer. Son beyanatında iki öge öne çıkıyordu. “Egolarınınız bir yana koyun” ve uzlaşıp bir hükümet çıkaramazsanız “millete hesap veremezsiniz.” Bunlar iyi sözler de egoların bir yana konmasına herkesin riayet etmesi lazım. “Ben ve biz” adına toplumu bu kadar kutuplaştırmamak gerekti. Millete hesap vermek sadece hükümet kurmakla değil, hükümetin tüm geçmiş işlerinden de hesap vermeyi içermeli. O yüzden Türkiye siyasetini izleyen yabancı bir gözlemci söylenen ile yapılan arasındaki uçurumu görünce çok şaşırıyor. Tevekkeli bir yabancı yayın organı bizi “uyurgezer toplum” olarak niteliyor. Uykusunda yaptıklarını ayılınca hatırlamayan…

 

Partiler ‘ekonomi’ konusunda anlaşabilir

 

Hangi koalisyon senaryosunu sağlıklı ve gerçekleşebilir buluyorsunuz? Öte taraftan, azınlık hükümeti ve erken seçim ihtimalleri de konuşuluyor.

Olası bir koalisyon veya azınlık hükümeti, idealin ne olduğundan değil, mümkün olandan çıkacaktır. Bu, hiç bir partinin istediklerinin azamisi değil, belki asgarisi üzerinden gerçekleşecektir. Bu asgari müşterekler içinde başkanlık sisteminin askıya alınması olacak. Tartışmalı konulardan biri de “çözüm süreci”. MHP’nin içinde olduğu bir koalisyon veya dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümeti, bu konunun da askıya alınmasına neden olacak. Neresinden bakılırsa bakılsın. %41 oy oranıyla AKP’nin koalisyon ortağı veya muhalefet olduğu bir zeminde birçok kritik konuda ancak ihtiyatlı adımlar atılabilecek. Ama tüm partilerin üzerinde anlaşabilecekleri önemli bir konu var: Ekonomi. Eğer ekonomide hızla beklenen (ertelenen) reformlar yapılmaz, kapasite ve üreticilik düzeyi artırılmaz, cari açığı kapatılacak önlemler alınmazsa sistem tıkanır. O nedenle tüm partilerin üzerinde en kolay ve çabuk anlaşacakları ekonomik konulardır. Dış politikada ciddi yön değişiklikleri gerekmektedir. Kıbrıs’ta anlaşma, AB rotasına geri dönüş, ABD ile yakınlaşma, Ortadoğu’da maceracı girişimlerden uzak durma gibi... Bunlar konusunda ciddi çekişmeler olacaktır. Olmalıdır da. Ne kadar kazanım sağlanırsa bundan sonraki hükümetin ömrünü ve başarısını artırır.

Erken seçimi zorlayan partiyi seçmen af etmez. Daha yeni yapılan seçimlerin üzerinden zaman geçmeden, ortaya yeni bir durum çıkmadan, önemli bir değişiklik olmadan, sırf aralarında anlaşamıyorlar diye yeni bir seçimi dayatan partiler fena halde cezalandırılırlar. O nedenle şu veya bu hükümet alternatifleri denenecektir. Tabii AKP, diğer partilerin kuracakları hükümetin başarısız olmasını ve “işte görüyor musunuz, benden başkası bu işi beceremez” demek imkânı bulmaktan çok haz duyacaktır. O an gelinceye kadar yeni bir seçim çağrısı olacağını sanmıyorum.

Tahmininiz nedir?


Tahmin yapmak kolay değil. Mümkün olan ve partilerin anlaşabilecekleri asgari müştereklerin ortaya çıkması sonucunda bir hükümet biçimi ortaya çıkacak.

En çok konuşulur olan, AKP-CHP koalisyonuna ne diyorsunuz?

İyi olur ama AKP’nin böyle bir koalisyon için ileri süreceği ilk şart yolsuzlukların üzerine gidilmemesi olacaktır. Belki iktidarı kaybetmemek için dört bakanı feda edebilir. Ama soruşturmanın saraya yaklaşmasına izin vermeyecektir. Bu da koalisyon ortağının yolsuzluklara ortak olması demektir. Bunu hangi parti ister bilmiyorum. Sezgim bana AKP’nin her türlü çözümü destekler görünüp, perde arkasından engelleyip, “Sistem tıkandı, gördünüz mü? Erken seçim kaçınılmaz”, diyeceğini söylüyor.

 

HDP’yi baraj altında bırakmak için diyarbakır’da oyun oynanıyor

 

Çözüm sürecinde ne noktadayız? Siz aynı zamanda Akil heyettensiniz… En son Cumhurbaşkanı'nın Dolmabahçe görüntüsüne ve İzleme Heyetine dönük eleştirileri ve "Kürt sorunu yoktur. Vardır demek ayrımcılıktır" çıkışı vardı…

Çözüm süreci konusundaki gecikme ve başarısızlık, meselenin bir demokrasi, çok-kültürlülük anlayışından türeyen hukuk ve yönetim tarzı olmaktan çok güvenlik sorunu olarak algılanmasından doğmuştur. Yönetim katında bu yanılgı veya algıda önemli bir değişiklik olmadı. Ama toplum güvenlik uygulamalarıyla çözüm sağlanamayacağını giderek anlıyor. Bu anlayış da HDP’nin Güneydoğu dışındaki bölgelerden milletvekili çıkarmasından belli oluyor.

Güvenlik anlayışı, işi sadece silah bırakma şartına bağlıyor ve onunla sınırlıyor. Şu anda Diyarbakır’da katliam boyutundaki saldırılara bakılacak olursa silahlı mücadelenin yeniden başlatılıp HDP’nin gelecek seçimde baraj altında bırakılması oyunu sırıtıyor. İnsan canı ve toplum istikrarı hiçe sayılarak girişilen bu kaba oyunu hala sergileyenler olması, çözüm konusunda kimi aktörlerin hiç ciddi olmadıklarını gösteriyor. Bu ürkütücü bir durum. Ama HDP’nin Parlamento çatısı altında yer alması milli uzlaşmanın bu zeminde sağlanmasının bir güvencesidir. Bu şans kaçırılmamalıdır. Çünkü Kürtlerin Ortadoğu’da etkinlik kazandığı ve Batı’nın gözünde güvenilir, laik ve uyumlu (IŞİD gibi ortak bir düşmana karşı) bir aktör olarak görüldüğü zeminde, Kürtlerin ulusal birlik içinde tutulamamasının ağır bedelleri olabilir. Onların parlamentoda parti olarak temsili, çözümün hala ulusal boyutta olabileceğinin delilidir. Yeni bir Misak-ı Milli’nin tam zamanıdır.

“Silahlı mücadelenin yeniden başlatılıp HDP’nin sonraki seçimde baraj altında bırakılmak istendiğinden” bahsettiniz. Bu oyunu kurgulayan, çözüm konusunda ciddi olmayan kim?

Bir milyon dolarlık soru bu. Bilen bana da söylesin. Ortaya çıksa tüm maskeler düşer ve bugüne kadar çözümü engelleyenlerin şimdiki ardılları kim hepimiz öğrenirdik.