Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Erkan Koca, "Disiplin adı altında ‘asker gibi polis’ yetiştirirseniz polisin siyasete bakışı sorunlu olur. Dolayısıyla polis, demokratik siyasetin meşruluğunu emniyet altına alacak şekilde çalışmadığından ortaya devlet içinde devlet varmış gibi bir görüntü çıkıyor" dedi.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtlayan Erkan Koca, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile yürütülen soruşturmanın ardından Emniyet'te yaşanan görevden almaları yorumladı. Erkan Koca, teşkilattaki gruplaşmayı şöyle tarif etti: "Kadrocular sahada koştururken yabancı dil ve teknoloji gibi alanlarda geri kalıyorlar. Genel müdürlükçüler kadroyu ve sahayı bilmeden ‘salon polisliği’ üzerinden yurtdışı görevlerle merkezden yükseliyor. Sonra bunlar taşraya atanınca rahatsızlık yaratıyor. İki ayrı dünyadan söz ediyoruz."
Emniyet'te; istihbarat, kaçakçılık, terör gibi stratejik şubelerin teşkilatın parçası değil de merkezden yönetiliyor gibi bir algı olduğunu ifade eden Koca, "Buralara alınan insanların liyakatle ve kurumun kendi kariyer planlamasından geçerek değil, başka yollarla geldiği yönünde bir kanaat vardı. Dolayısıyla meşrulukları hep sorgulanırdı" dedi.
Cansu Çamlıbel'in Erkan Koca ile yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:
Doktora tezinize de konu olan Türk polisinin 2000’lerin başındaki insan haklarına duyarlı bir teşkilat yaratma idealinden vazgeçtiği bir dönemi yaşadığımıza dair güçlü emareler yok mu bugün?
Çok iyi bir tespit. Aynen dediğiniz gibi oldu. İlginç olan şu; 2000’li yıllarda teşkilatı daha sivil bir yer hale getiren aktörlerle bugün teşkilatı daha güvenlikçi bir çizgiye çekenler aynı aktörler büyük ölçüde.
Bireysel hak ve özgürlüklere duyarlılık AB reformlarıyla gelen bir rüzgârdı. Geldi geçti mi?
AB sürecinin bunda bir katalizör etkisi oldu, o rüzgâr arkaya alındı ama aslında iç gündemdi. Benim doktora tezimde de yer verdiğim bir nokta var; 2000’lerin başında polisin neden özgürlükçü, demokrat olmaya çalıştığının arkasındaki motivasyon çok anlaşılamadı da. Kurumsal bir motivasyon var mıydı, kurumsal politikanın bir sonucu muydu sorusunun yanıtını bulamıyordunuz.
'Çatışmanın adını söylemek tabuydu'
Emniyet içindeki eskiden ima yoluyla bugün artık alenen konuşulan bölünme ne zamandır var?
Ben Cemaat-hükümet diye konuşmaktansa şöyle ifade etmeyi tercih ediyorum. Doktora tezim üzerinde çalıştığım dönemden beri istihbarat, kaçakçılık, terör gibi stratejik şubelerle ilgili sıkıntılı şeyler anlatılır. Bu şubeler sanki teşkilatın parçası değil de merkezden yönetiliyor gibi bir algı var. Buralara alınan insanların liyakatle ve kurumun kendi kariyer planlamasından geçerek değil, başka yollarla geldiği yönünde bir kanaat vardı. Dolayısıyla meşrulukları hep sorgulanırdı.
Hangi yollardan geldikleri kastediliyor?
Mesela istihbaratın içinde ‘mimlemek’ diye bir yöntem var. Kim mimliyor? Aynı çizginin oluşturduğu bir ekip var. Sınavlar falan yapılıyor, süreçler yine legalize ediliyor, ama en nitelikli olanların en iyi noktalarda görev yaptığına dair bir algı yok. İyi polislerin merkezde iyi yerlere gelemediğini, sahada çalışmak zorunda bırakılmanın da onları marjinalleştirdiğini anlatıyorlardı. Bir süredir böyle bir huzursuzluk vardı zaten. Teşkilatın içindeki merkez ve taşra arasındaki sıkıntıyı zaten hissediyordunuz. Fakat bu şu an olduğu gibi hükümet-Cemaat çatışması olarak dillendirilmiyordu. Üstü kapalı, örtük bir biçimde söylüyorlardı ama adını koymuyorlardı.
Neden koymuyorlardı?
E ürküyorlardı muhtemelen bunu bu kadar açık konuşmaktan. Aslında tabuydu bunu konuşmak polisler arasında. Bunu anlamak için sahaya gidip onlarla birlikte kalmanız gerekiyordu.
Görünür farklar, kendilerine has davranışları var mıdır? Namaz kılmak mesela ayrıştıran bir şey midir?
Öyle görünür dini farklılıklar falan hiçbir zaman söz konusu değildi. O tür bir farklılaşmadan bahsetmiyoruz ama tipik polis imajına uymuyorlardı.
'Cemaat stratejik yerlerde'
Nedir o tipik polis imajı? Behzat Ç. midir?
Biraz jargonu çok olan, daha küfürlü bir dil. Bir kadrocu dili ve tavrından söz edebiliriz. Filmlere bir parça benzediğini de söyleyebiliriz. Kadrocular sahada koştururken yabancı dil ve teknoloji gibi alanlarda geri kalıyorlar. Genel müdürlükçüler kadroyu ve sahayı bilmeden ‘salon polisliği’ üzerinden yurtdışı görevlerle merkezden yükseliyor. Sonra bunlar taşraya atanınca rahatsızlık yaratıyor. İki ayrı dünyadan söz ediyoruz.
Şu anda yaşanan aleni çatışmaya baktığımızda Cemaat’in yurtdışı görevlerde de daha etkin olduğu söylenebilir mi?
Daha stratejik birimlerdeler. Operasyonel kabiliyeti olan istihbarat gibi, personel gibi atamaların kontrol edildiği birimlerde olduklarıyla ilgili bir algı var şüphesiz.
‘Asker gibi polis'
Hükümetin ‘paralel devlet’ benzetmesi yaptığı birimlerde temizliğe gittiğini anlıyoruz.
Ben paralel devlet diye adlandırmıyorum. O çok ileri ve aşırı bir yorum bana göre. Ama şöyle bir sorun var. Polis akademisinin iç kültüründe askere benzemek gibi bir eğilim vardır. Bir adama ‘asker gibi polis’ dediğinizde bu iltifat oluyor. Aslında demokratik bir ülkede asker gibi polisinizin olması son derece sorunludur. Disiplin adı altında ‘asker gibi polis’ yetiştirirseniz polisin siyasete bakışı sorunlu olur. Dolayısıyla polis, demokratik siyasetin meşruluğunu emniyet altına alacak şekilde çalışmadığından ortaya devlet içinde devlet varmış gibi bir görüntü çıkıyor. Aslında buradaki temel sorun polisin siyasal iktidara bakışında. Polis kendisini daha ziyade devletle özdeşleştiriyor.
'Devleti Gezi'de polis üzerinden gördük'
Gezi’de polis siyasi iktidarın polisi gibi davranmadı mı?
Hayır. Orada siyasal iktidarın olayı yönetme biçimiyle geleneksel devletin bakış açısı hiç olmadığı kadar örtüştü. Hiçbir olayda bu kadar örtüşmemişti. AK Parti, Gezi olaylarını son derece devletçi bir yerden yönetmeye çalıştı. AK Parti’ye getirilen ‘devletleştiler’ eleştirisinin en fazla yapılabileceği yer Gezi. O bizim korkularımızın kaynağı olan devleti biz Gezi’de polis üzerinden görmüş olduk. Bu bir güvenlikçi ideoloji ve polis buna çok yatkın. Aslında son dönemde siyasetin sivilleşmesiyle birlikte polisin üzerinde de sivilleşmeye dönük bir baskı vardı. Bu baskının yarattığı gerilimin Gezi’de çıktığını düşünüyorum. Hükümet de devlet gibi davranınca polisin içindeki zaten var olan sivilleşememe gerilimi sokağa taştı.
Polis kendi içindeki bu gerilimi protestolara müdahale ederken dışa vurdu demek istiyorsunuz.
Bunun Gezi’deki polis şiddeti denen şeyin önemli bir unsuru olduğunu düşünüyorum. Hükümet toplumsal olaylar söz konusu olduğunda nasıl emir verirse versin polislik bu emrin nasıl hayata geçirileceğiyle ilgili bir şey. İktidar size ‘Bu parkta gösteri istemiyorum’ dediğinde, bunu nasıl yapacağınızdır zaten polislik. Biber gazı aslında demokratik ülkelerde en son başvurulacak şey.
'Çekilin FBI'
Doktora tezinizde kadrocular ile genel müdürlükçü polisler arasındaki çekişmeyi anlatırken ‘Çekilin FBI’ modu diye bir kavramdan bahsediyorsunuz. Nedir o?
Bunu kadrocular daha çok kaçakçılık ve istihbarat dairesindeki polisler için kullanıyorlar. Merkezden taşraya gelen ‘federaller’ olarak görüyorlar. Yereldekiler sadece federallere gerekli bilgileri sağlayan ve tırnak içinde pis işleri yapanlar.
Son rüşvet ve yolsuzluk operasyonu üzerinden konuşursak federaller kim?
Federaller görevden alınanlar. Kimisi federaller diyor, kimisi salon polisleri diye ifade ediyor. Kimisi de benim çalışmamda ‘Bu teşkilatta artık efendiler ve uşaklar var’ diye ifade etti. Zaten böyle bir huzursuzluk ve öfkeli hal vardı.
Amerikan filmleri analojisinden devam edersek, CIA ile FBI arasındaki çekişme de MİT ile bizim federaller arasında mı yaşanıyor?
Türkiye’de polis istihbaratı diğer demokratik ülkelerde olmayan bir biçimde çok güçlü. Polis istihbaratının neden bu kadar güçlü olduğunun sorgulanması gerekir. Güçlü olması gereken sivil istihbarattır. MİT de düne kadar sivil değildi, bugün de ne kadar olduğu tartışılır. Polis istihbaratı da sivil istihbarat boşluğunu kapatacak şekilde güçlenmiştir. Bugün MİT ile Emniyet İstihbarat arasında çok açık biçimde bir çatışma, bir güç kavgası var.
Röportajın tamamı için tıklayın...