Basra Körfezi'nde yaşanan Katar krizini değerlendiren eski ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ, "Suudi Arabistan, İran'a yönelik politikasına uymayan ve bu ülkeye yakınlaşan Katar'a unutamayacağı bir ders vermek ve onu hizaya getirmek istiyor" diye konuştu. Sözcü'den Uğur Dündar'a konuşan Şükrü Elekdağ, "Krizin kökenindeki bir diğer unsur da, Trump yönetiminin, İran'ı kuşatma ve yıldırma stratejisidir. ABD bu stratejisinin uygulanmasında adeta yangına körükle gidiyor ve İran'la Suudi Arabistan arasındaki potansiyel çatışma ortamından yararlanmayı öngörüyor" dedi. Elekdağ, Türkiye'nin Katar'a asker göndermesiyle ilgili olarak da "Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'ın içinde bulunduğu şartlarda bu ülkeye asker gönderme kararını alarak vahim bir hata yapmıştır. Bu karar duygusaldır, acelecidir ve sağduyudan yoksundur" görüşünü dile getird.
Uğur Dündar'ın Şükrü Elekdağ ile yaptığı söyleşi şöyle:
Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ'la bugünkü söyleşimize, krizin çıkış nedenlerini sorarak başlıyorum:
İlk bakışta krizin, Suudi Arabistan'ın liderliğini yaptığı Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) üyesi olan Katar'ın, Suudi Arabistan'ı, diğer KİK üyelerini ve Mısır gibi bazı bölge ülkelerini aşırı rahatsız eden politikalar izlemesinden ve buna tepki gösteren Suudi Arabistan öncülüğündeki grubun, uyguladıkları yaptırımlarla Katar'ı terbiye etmek istemelerinden çıktığı algılanmaktadır. Ancak, gerçekte, krizin kökeninde, iki başka faktör yatmaktadır. Bunlardan birincisi, Suudi Arabistan'la İran arasında süregelen bölge üzerinde hegemonya kurma hususundaki keskin rekabet ve mezhepsel nefrettir… Suudi Arabistan, İran'a yönelik politikasına uymayan ve bu ülkeye yakınlaşan Katar'a unutamayacağı bir ders vermek ve onu hizaya getirmek istiyor. Uzmanlara göre; Basra Körfezi'ndeki İran-Katar kıta sahanlığında 43 trilyon metreküplük dünyanın en büyük doğal gaz rezervleri bulunuyor. Suudi Arabistan yönetimi topraklarının doğal uzantısı ve nüfuz bölgesi olarak baktığı Katar'ın bu gazın çıkartılmasında İran'la işbirliği yapmasını istemiyor. Zira gaz çıkarılırsa Katar'ın Körfez'in en zengin ülkesi olacağı görülüyor. Suudiler, dış politika konusunda kendi bildiğini okuyan Katar'ın daha da zenginleşmesi halinde tamamen kontrolden çıkacağını düşünerek böyle bir işbirliğine karşı çıkıyorlar. Krizin kökenindeki bir diğer unsur da, Trump yönetiminin, İran'ı kuşatma ve yıldırma stratejisidir. ABD bu stratejisinin uygulanmasında adeta yangına körükle gidiyor ve İran'la Suudi Arabistan arasındaki potansiyel çatışma ortamından yararlanmayı öngörüyor.
UĞUR DÜNDAR (UD): Bu durumda ABD'nin ne yapmak istediğini biraz daha açar mısınız?
(ŞE): Körfez'de yaşanan kriz Katar odaklı gibi görünse de asıl odak ve hedef İran'dır… Trump yönetimi, İran'ı kuşatmak, izole etmek ve Irak'la Suriye üzerindeki etkisini zayıflatmak istiyor. Bunlar, Trump'ın kuvvetli desteğiyle fiiliyata geçirilmesi kararlaştırılan Suudi Arabistan ve Mısır önderliğindeki İslam Ordusu'nun (güya Arap NATO'su) yöneleceği hedeflerdir. ABD, bu politikasının uygulanmasında İran'la her an çatışmaya girme riskini de göze aldığını hissettiriyor. Ortadoğu gezisinden Washington'a dönen Trump, Twitter'den yayınladığı mesajla Katar'ı teröre mali destek sağlayan bir ülke olarak teşhir edip hedef tahtasına koydu. Böylece ABD, hem Katar'a çullanan devletlerin safında yer aldığını dünyaya duyurmuş oldu, hem de bu ülkenin İslam Ordusu saflarında yer alması için üzerinde kurulan baskıyı daha da ağırlaştırdı.
(UD): Açıklamalarınız, Katar'a karşı kurulan tezgahı ortaya koyuyor. Ancak, Katar'ın başına gelenlerde bölgede boyunu çok aşan bir rol oynama sevdasının payı yok mu?
(ŞE): Kuşkusuz var !.. Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamad Al Thani'nin, izlediği aktif politikalarla bölgedeki gelişmelere yön vermeye çalışırken, İran'la ve Lübnan'daki Hizbullah'la temasını sürdürmesi… Müslüman Kardeşler'e hamilik yapması… Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu olan Hamas'a başkent Doha'da büro açması… Yemen'de Hükümet'e karşı savaşan Şii Husi'lere mali destek sağlaması… Sahip olduğu el Cezire televizyonunun Arap dünyasına reform çağrıları yapması, İran'a karşı bir Sünni eksen yaratmak isteyen Sudi Arabistan'ı ve diğer Körfez monarşilerini son derece öfkelendirdi. Bu öfke de Katar'ın halen karşılaştığı çok sert tepkilere yol açtı…
(UD): Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşileri Müslüman Kardeşler'den neden bu kadar korkuyor?
(ŞE): Müslüman Kardeşler ideolojisi, Kuran ve sünnetin egemen olduğu şer'i toplum yapısına dayanmakla birlikte, sosyal adaletçi bir toplumsal düzeni, radikal sosyo-politik dönüşümle gerçekleştirmeyi hedefliyor. En önemlisi, Arap Baharı sırasında Müslüman Kardeşler'in Mısır'da ve Tunus'ta seçim yoluyla iktidara gelmeleri, demokrasinin özünü olmasa bile, mekanizmalarını ve “İslami Cumhuriyet” fikrini benimsediklerini ortaya koydu. Statükocu Körfez monarşileri açısından, bu “dönüşümcü” ve seçim sandığından korkmayan ideoloji, varoluşsal bir tehdit oluşturuyor.
(UD): Türkiye'nin Katar'a hamilik yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
(ŞE): “Türkiye ile Katar Arasında Katar Topraklarında Türk Kuvvetlerinin Konuşlandırılmasına İlişkin Uygulama Anlaşması” ve “Türkiye ile Katar Arasında Jandarma Eğitim ve Öğretimine İlişkin İşbirliği Protokolü”nün TBMM'den geçmesinden ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra yapılan açıklamalarla, Doha'daki askeri “üs”te kademeli olarak 3 bin askerin konuşlanacağı, bunu takiben de Türk savaş uçakları ve gemilerinin sevk edileceği açıklandı. Bu açıklamalardan moral bulduğu anlaşılan Katar Dışişleri Bakanı “Asla teslim olmayacağız, hiç kimsenin dış politikamıza karışmaya hakkı yok!..” dedikten sonra, “Türk askerlerinin Katar'da konuşlandırılmasının tüm bölgenin güvenliğine katkıda bulunması için atılan bir adım olduğunu” söyledi. Katar yönetiminin bu ifadeleri, Türkiye'nin söz konusu anlaşmalarla Katar'ın savunmasına angaje olduğunu ortaya koyuyor.
(UD): Türkiye'nin böyle bir sorumluluk üstlenmesi için Doha ile bir “Karşılıklı Askeri Yardım ve Savunma Anlaşması” imzalaması gerekmez mi?
(ŞE): Tabii ki gerekir… Ancak Suudilerin Katar'ı ablukaya aldıkları ve Emir Temim'i düşürmek için fırsat kolladıkları bir sırada, Türk Hükümetinin askeri birliklerini Doha'ya gönderme kararını alıp bu maksatla alelacele yasal düzenlemelere girişmesi, Türkiye'nin EmirTemim'in korumasını üstlendiği ve Katar'ın bir numaralı savunucusu olduğu anlamına gelir. Bu tutumuyla Türkiye, ABD tarafından desteklenen, Suudi Arabistan'la Mısır'ın önderliğini yaptıkları İslam Ordusu'nu da karşısına almış olur. Biraz önce yaptığım analizde vurguladığım gibi kriz, İran odaklıdır. Burada esas hedef İran'dır. Ve… krizin Katar üzerinden bir İran- Suudi Arabistan hesaplaşmasına doğru gitmesi muhtemeldir. Yani, ABD'nin kuvvetli desteğini arkasında hisseden Riyad'ın, Katar'a veya İran'a karşı harekete geçme ihtimali asla göz ardı edilmemelidir. Böyle bir gelişme, Türkiye açısında felaket boyunda zararlar doğurma potansiyeline sahiptir.
(UD): Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulur?
(ŞE): Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'ın içinde bulunduğu şartlarda bu ülkeye asker gönderme kararını alarak vahim bir hata yapmıştır. Bu karar duygusaldır, acelecidir ve sağduyudan yoksundur. Ortaya çıkan tehlikeli durumdan kurtulmak için Ankara'nın asker sevkiyatını tehir etmesi ve Emir Temim'i tansiyonu düşürücü önlemler almaya ve krizi diplomatik yollarla çözmeye ikna etmesi gerekir. Türkiye Ortadoğu bölgesindeki ülkeler arasında çıkacak ihtilaf ve çatışmalarda asla taraf olmamalı, çözüm öneren aktör pozisyonunu tercih etmelidir. Pakistan'ın Emir Temim'e destek vermek için Doha'ya asker göndereceğine ilişkin haberler çıktı. Bu gerçekse bile, Türkiye için örnek olamaz. Çünkü, Türkiye bölgede yeni badirelere bulaşmadan ve yeni düşmanlar oluşturmadan tüm gücünü PKK/PYD tehdidini bertaraf etmek için kullanma durumundadır. Ortadoğu'nun Sykes-Picot anlaşmasıyla düzenlemesinden bir asır geçtikten sonra, emperyalist güçlerin bölge sınırlarını büyük Kürdistan devletini içerecek şekilde yeniden çizmek istemeleri Türkiye'ye yönelik tehditin boyutunu şiddetlendirmiştir. Bu artan tehdide karşı koymak için Türkiye'nin öncelikle milli birliğini, siyasal ve ekonomik istikrarını sağlaması şarttır. Türkiye, bu hedefleri gerçekleştirmeye odaklanmalı, hukukun üstünlüğü ilkesini yerleştirmeli, demokrasisini tahkim etmeli, dış politika kararlarında temel ölçüt olarak ulusal çıkarları almaktan şaşmamalıdır.