Gündem

Emekli büyükelçi Korutürk: Üst akıl arayan alt akıllıdır

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yurt içi ve yurt dışındaki gelişmelerle ilgili olarak sık sık 'üst akla' gönderme yapıyor

06 Haziran 2016 11:34

Emekli büyükelçi Osman Korutürk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sık sık kullandığı "üst akıl" söylemini eleştirerek "Kendi beceriksizlikleri sonucunda ne zaman dış politikada bir olumsuzlukla karşılaşsak iktidar bunu 'üst akıl' ile izah etme alışkanlığında! Her şeyde bir 'üst akıl' oyunu aramak, kendi aklını 'alt akıl' olarak görmekten başka birşey değildir" dedi. Tahran, Oslo, Berlin ve Paris'te Türkiye'yi uzun yıllar büyükelçi olarak temsil eden Osman Korutürk, "Üçüncü ülkeler, çevreler, kendi çıkarlarının öyle gerektirdiği durumlarda Türkiye'yi zora sokacak oyunlara başvurabilirler. İktidarların yapması gereken, bunları başedilmez bir üst aklın marifeti gibi görerek tevekkülle sineye çekmek ve yakınmak değil, bunları önceden saptayıp teşhis ederek, boşa çıkaracak önlemleri zamanında alabilmektir" görüşünü dile getirdi.

Cumhuriyet'ten Selin Ongun'a konuşan Osman Korutürk, Türkiye'nin İsrail ve Rusya'yla ilişkileriyle ilgili olarak "Değiştirmek zorunda, değiştirmeden devam etme ihtimalinin gittiği yer batak. Şu anda Türkiye ve etrafını çevreleyen hiçbir ülke arasında güvene, karşılıklı çıkarları gözetmeye dayalı, eşite eşit saygı çerçevesinde bir ilişki yok" dedi.

Selin Ongun'un Osman Korutürk'le yaptığı söyleşi şöyle:

- Filmi geriye sararak başlayalım. 2006 yılı. Fransa'da soykırımı inkar etmenin yaptırıma bağlandığı yasa Meclis'e geliyor. Ve Paris Büyükelçimiz olarak siz merkeze çağrılıyorsunuz. Merkezdekilere ne demiştiniz?

Danışma için merkeze çağrıldığımda yasanın gecişi henüz kesinleşmemişti. Bu süreç devam ederken orada büyükelçinin bulunmaması son derece sakıncalıydı. Büyükelçi en üst düzeyde temas imkanına sahip. Senato başkanı, meclis başkanı, dışişleri bakanı ile bizzat görüşebiliyordum. Benim yokluğumda yerime bakacak maslahatgüzar, yani vekilim, rütbesi gereği çok daha alt düzeyde görüşmeler gerçekleştirebilecekti. Faaliyetlerimiz etkin olmayacaktı. Benimle birlikte Kanada Büyükelçimiz Aydemir Erman'ı da merkeze çağırmışlardı. Danışmalar çerçevesinde yapılan bir toplantıda Başbakan Erdoğan'a "Büyükelçinin şu ortamda sürekli şekilde görevinden uzak kalması doğru değil, süreç henüz tamamlanmadı. Oradaki çalışmalarımıza devam etmemiz gerekli" dedim. Takibinde Abdullah Gül ile konuştuk. Ve gerçek anlamda danışmalar tamamlandıktan sonra fazla kalmadan Paris'e döndüm. Aydemir de bir süre sonra Kanada'ya döndü. Tasarıların yasalaşmasını önlemeye yönelik çalışmalarımıza devam ettik.

- Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu da merkezde şimdi. O da sizin gibi kısa süre sonra görev yerine gönderilir mi acaba?

Doğru olan ilgili danışmalar bittikten sonra Büyükelçi Karslıoğlu'nu geri göndermek. Ama onu yaparlar mı; bilmiyorum. Bugün iktidarın ciddi krizleri göstermelik adımlarla geçiştirmek gibi bir eğilimi var. Ne yazık ki hükümetin Almanya'daki bu tasarının üzerinde ciddi biçimde durduğunu görmedik. Bu sonucun çıkacağı çok önceden ve kesin olarak belliydi. Muhalefet ve iktidarın beraber temsil edildiği karma bir parlamento heyetini zamanında Almanya'ya gönderip çok yoğun temas yapmak, önlemler almak lazımdı. Keza iktidarın Almanlarla yürüttüğü mülteci görüşmelerinde de bu konu gündeme alınabilirdi. Hiçbiri yapılmadı.

- Alman parlamentosundan geçen tasarı aylardır gündemdeydi. Neden bugün geçti?

Aslında bu konu Almanya'da bazı çevrelerce öteden beri kurcalanan ve zaman zaman gündeme getirilmeye çalışılan bir konu. 1915 olayları ile ilgili abartılmış bir rapor yazmış olan Brandenburg'lu papaz Lepsius'den hareketle, benim zamanımda da Brandenburg eyaletinde ders kitaplarına alınması için eyalet parlamentosunda bir girişim olmuştu. Siyasi bir karşılığı olmadığı için o zaman bunu önletebilmiştik. Bugün Almanya'da yine siyasi karşılığı yok. Onun için, Alman parlamentosundan çıkan bu sonuç, bence mülteci sorunundan bağımsız olarak düşünülemez. Eski Başbakan Davutoğlu'nun "Son derece kurnazca davrandık, Kayseri pazarlığı yaptık" diyerek takdim ettiği mülteci anlaşmasının, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "otobüslere doldurur göndeririz" çıkışlarının insani ve etik açıdan Türkiye'nin itibarını zedelediği bir gerçek. Angela Merkel'in mülteci konusunu Almanya'ya en az zararla yönetmek için ciddi etik kuralları çiğnediği de bir başka gerçek. Almanya içinde tüm bu gündeme karşı ciddi bir siyasi tepki var. Bu şartlar altında Türkiye'ye böylesi bir sopa sallamakta kimse sıkıntı çekmemiş olmalı.

- Son 1915 yasası, Kayseri pazarlığının bir sonucu mu?

Onda tereddüt yok. Sayın Davutoğlu dile getirdiği Kayseri pazarlığının sonunun ne olduğunu önce kendi gemisi içinde başına gelenlerden gördü. Ve maalesef şimdi Türkiye de Kayseri pazarlığının vahim sonuçlarını bir bir görecek.

 

'Her şeyde üst akıl aramak,
kendi aklını alt akıl görmektir'

 

- Cumhurbaşkanı Erdoğan'a göre ise "Bir üst akıl var. Talimat gelmiş olmalı. Ve Alman ekolü Türkiye üzerinde bazı operasyonlar peşinde.”

Kendi beceriksizlikleri sonucunda ne zaman dış politikada bir olumsuzlukla karşılaşsak iktidar bunu "üst akıl" ile izah etme alışkanlığında! Her şeyde bir "üst akıl" oyunu aramak, kendi aklını "alt akıl" olarak görmekten başka birşey değildir. Üçüncü ülkeler, çevreler, kendi çıkarlarının öyle gerektirdiği durumlarda Türkiye'yi zora sokacak oyunlara başvurabilirler. İktidarların yapması gereken, bunları başedilmez bir üst aklın marifeti gibi görerek tevekkülle sineye çekmek ve yakınmak değil, bunları önceden saptayıp teşhis ederek, boşa çıkaracak önlemleri zamanında alabilmektir. "Alman ekolü" sözüne gelince, acaba bunu da Davutoğlu'na fatura etme niyetini mi ortaya koyuyor? Yakında anlaşılır.

- Cumhurbaşkanı diyor ki, "Eğer hassasiyet gözetmemiş olsak vatandaşımız olmayan Ermenileri niye ülkemizde tutalım, Avrupalılar gibi Ermenistan’a göndeririz, yaparız bunu... Delikanlı olun ciğerimi yiyin... Ya gündemdeki meseleleri çözüme kavuştururuz ya da Türkiye, Avrupa önünde set olmaktan çıkar, sizi dertlerinizle baş başa bırakırız." Buradan Türkiye'nin hanesine en çok ne düşer?

Bu sözler içerik açısından da üslup bakımından da o makama yakışmıyor. Fazla yorum yapmak istemem. Ancak, görünürde aksini savunuyor gibi davransa da, Türkiye'nin Avrupa’yla ilişkileri konusunu Cumhurbaşkanı’nın bir tür kültür çatışması olarak gördüğü, batı kültürünün ve batılı değerlerin Türkiye'ye yabancı olduğunu düşündüğü, sanıyorum uzun zamandan beri artık sır değil. Bana bu sözünde de gizli bir temenni varmış gibi geldi.

- Başbakan Yıldırım, tasarı sonrası yaptığı açıklamalarda tonu daha düşük viteste tuttu. "Almanya ile ilişkilerimizin birden kötüleşeceğini kimse beklemesin" dedi. "İyi polis politikası" mı?

Bilmem ki. Başbakan Yıldırım, pratik, uygulamacı yönü daha ağır basıyor gibi görünen bir insan. Belki yabancı parlamentolarca kabul edilen 1915 olaylarına ilişkin yasalar konusunda AKP iktidarlarının geçmiş uygulamasının yüksek tonda atıp tuttuktan, esip üfürdükten sonra, biraz zaman geçince hiçbir şey olmamış gibi eski ilişkilere dönmek şeklinde olduğunu gözlemlediği için, kendi yönetiminde "atıp tutma, esip üfürme" kısmını atlamayı düşünüyordur. Şurası açık ki, sorunun etrafını şekerle kaplamaya çalışıyor. Sonucu yumuşatma eğilimi var. Ancak o kadar kolay değil. Yaşananların elbette ciddi sonuçları olacak.

- Ekonomik yaptırım, İncirlik'teki Alman Tornado uçaklarını akıbeti gibi şıklar zikrediliyor. Buradan ne çıkar?

Karma parlamento heyetinin temaslarda bulunması, Türkiye ile Almanya arasındaki göçmen müzakerelerinin gündemine bu konunun da dahil edilmesi gibi önleyici diplomatik adımların üzerinde durmadılar. Şimdi göstermelik tepkiler verecekler ve kamuoyunu bunlarla yatıştırmaya çalışacaklar. Hatırlayın, zamanında Fransız şarapları da yerlere döküldü, elbiseler atıldı vs. Bir ay sonra hepsi unutuluyor. Ekonomik yaptırıma gelince yaptırım uygulayacağınız ülkeden ekonomik olarak daha güçlü olmanız lazım. Türkiye Almanya'ya karşı ekonomik yaptırım uygulayabilecek bir konumda değil.Yapılması gereken Almanya'da bu konunun hukuka taşınması için gerekli etkin organizasyonları düzenlemek. AİHM kararlarına ve Federal Anayasa’ya aykırılıklarını öne çıkararak mahkeme yoluyla geçersiz kılınması için çalışmak. Unutmayın ki 2006 yılında Fransa'da kabul edilen "soykırımı inkârı" yaptırıma bağlayan yasa Fransız parlamenterlerin Anayasa Konseyi’ne başvurmaları sonucu iptal edilmişti. Üzülerek söylüyorum ki, "eyy" siyasetiyle, o nutuklara zemin hazırlayan Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı ile birlikte Türkiye, herkesi tehdit eden, tehditlerini yerine getirmeyen ve herkesten de tehdit alan bir ülke haline geldi ve inandırıcılığını kaybetti.

- Burada özellikle Davutoğlu'na muhalif iktidar hanesinde güncel bir konu var: "İsrail ve Rusya politikalarında radikal değişikliğe gidilecek."

Değiştirmek zorunda, değiştirmeden devam etme ihtimalinin gittiği yer batak. Şu anda Türkiye ve etrafını çevreleyen hiçbir ülke arasında güvene, karşılıklı çıkarları gözetmeye dayalı, eşite eşit saygı çerçevesinde bir ilişki yok.

- Saray çevresindeki "tüm fenalıkların sebebi Davutoğlu, Erdoğan'ın katkısı yok" bakışı ne kadar isabetli?

Bu sonuç sadece Davutoğlu'nun yapımı değil. Davutoğlu, Erdoğan'ın duymak ve görmek istediklerini "endoktrine" ederek Erdoğan'a sundu. Türkiye'yi bu noktaya beraber getirdiler. Kendi "uzman"ları ile Türkiye'nin nerelere geldiği görüldü. Şimdi hakikaten bir şeyleri düzeltmek istiyorlarsa iktidarın, çok saygın ve yetkin bir kurum olan Dışişleri'nin danışmanlığına yönelmesi lazım. Dışişleri’nin bilgili ve deneyimli kadrolarını sadece alt yapıda kullanıp, "nota yaz, fotokopi çek" döngüsünden çıkarıp yeniden dış politikanın dümenine geçirmeleri gerek.

 

'Ambargo kalkmaz ise AKP'nin tabiri ile tükürdüğünüzü yalarsınız'

 

- Tam burada soralım: Türkiye'nin "Davutoğlu-Erdoğan ortaklığındaki" Hamas söylemini terk edip bugün İsrail'in mutabık kalacağı yeni bir Hamas söylemi benimsemesi bu kez İran-Türkiye ilişkilerini nasıl şekillendirir?

Muhalefetin bir söylemi var; Türk dış politikası 180 derece değişmelidir. Oysa Türk dış politikası 180 derece değişemez. Çünkü 180 derece değişmek tamamen geriye dönmek demek. Denizci tabiri ile buna "alabanda" derler. Oysa sizin kalkmış olduğunuz iskele artık yok. Sebebi belli; Davutoğlu'nun dışişleri bakanlığı ile Türk dış politikası 2009'dan itibaren "stratejik derinlik" ile acaip sulara dümen kırdı. AKP dümeni buraya kırdığında Suriye parçalanmamış bir ülkeydi. Evet, Baas rejiminin başında Esad'ın olduğu diktatör bir yönetim vardı ama bütün bir ülkeydi. Ve üstelik Türkiye ile de iyi ilişkileri olan bir ülkeydi. Bölgesinde IŞİD yoktu, YPG yoktu, El Nusra yoktu, El Kaide yoktu, Ahrar El Şam yoktu. Rusya'nın müdahalesi yoktu. Keza Irak'ta halen federal yapı içinde birlikte çalışabilecekleri umudu vardı. Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri çok iyiydi. "One minuts" hadisesinden sonra İsrail ile olan ilişkiler bir parça sarsılmış olsa da İsrail ile de olumlu ilişkilerimiz vardı. Oysa bugün bunların hiçbiri yok. 180 derece döndüğünüz zaman boşluğa gidiyorsunuz. Gittiğiniz yerde iskele bulamayacaksınız. 180 derece dönemezsiniz, alabanda yapamazsınız. Dolayısıyla dümeni ince ayarla gerektiği ölçüde gereken yere kıracaksınız. Örneğin İsrail ile durumunuzu düzeltirken onun İran'a yönelik etkilerini de düşüneceksiniz. İran'a "Bu size de fayda sağlayacak bir tutumdur" diyerek izah edeceksiniz. İsrail ile ilişkilerimiz iyiyken Filistin'e en büyük desteği ve yardımı Türkiye sağlıyordu. İsrail ile aranız bozulduğu an bu fırsat gidiyor. Yine dünyanın pek çok parlamentosunda 1915 tasarıları gündemdeyken İsrail lobilerinden çok ciddi yardım alıyorduk. Dolayısıyla ince rota hesaplarını yapacaksınız, dümeni büyük hamlelerle kıramazsınız, artık geride kalktığınız o eski iskele yok.

- İsrail hattında dümen ufaktan mı kırılıyor şimdi?

Biliyorsunuz İsrail konusunda üç şart koşuldu. Özür, tazminat ve Gazze ablukasının sona ermesi. Elbette şart koyabilirsiniz ama bunlar normal koşullarda ikili görüşmelerde konuşulur. Şartları ilan etmemelisiniz. Çünkü yapılabilecek olan vardır yapılamayacak olan vardır. Netanyahu'nun telefonunu özür olarak kabul ettiler. Oysa İsrail özür dilemedi esasında. İsrail açıkça şunu söyledi: "Mavi Marmara müdahalesi sırasında aşırı güç kullanımı olduğu tarafımızdan tespit edilmiştir. Oradaki zaiyat bu sebeple olduysa üzgünüz." Kamyonların arkasında yazılı olan "hatam varsa ara" notlarına benziyor bu.

- Tazminat?

Tazminatta sıkıntı olacağını sanmıyorum. Anlaşacaklardır. Ama Gazze ambargosunun kaldırılması, işte bu çok zor. Kaldırır mı? Kaldırmaz mı ya da ne ölçüde kaldırır? Siz bunu "ambargo kalkacak" diye ilan ederseniz, ya AKP'nin kullandığı tabir ile tükürdüğünüzü yalarsınız, ya da bu ilişkiyi yeniden kuramazsınız. Diğer yandan hükümet Mavi Marmara'dan sonra o kadar büyük bir taktik hata yaptı ki.

- Nedir o?

Birleşmiş Milletler'de Türkiye'nin isteği ile kurulan Palmer Komisyonu'nun aldığı karar İsrail'in Gazze'de almış olduğu ambargonun yasal olduğu şeklinde neticelendi. Daha önce İsrail ambargosunun yasal olduğu yolunda hiçbir BM belgesi yokken, bizzat bizim kurdurduğumuz komisyon sonucunda, ambargonun yasal olduğu yayımlandı. Filistin'e daha büyük bir zarar verebilir misiniz? Diplomasi açısından utanç verici bir durum.

- Rusya'ya gelelim. Rusya özür ve tazminat istiyor. Türkiye'yi savaş suçu ile itham ediyor. Rusya sadece özür ve tazminatla yetinir mi?

Rusya, İran gibi ülkelerin geleneksel olarak kendilerine yapılana aynıyla karşılık verdiği biliniyor. Netice itibari ile çok akılsız, mantık dışı bir iş yapıldı. Birkaç saniye sınırınızı ihlal eden uçağı düşürdünüz. Buna karşılık olarak angajman kuralları diyorsunuz. Angajman dedikleri çatışma veya girişme kurallarıdır. Angajman kuralları da çatıştığınız ülkeye karşı kullanılır. Rusya sizin orada çatıştığınız bir ülke değil. Angajman kuralları orada Suriye'ye karşı koyuldu.

- Erdoğan pilotaj hatası çıkışından sonra dümeni biraz daha kırdı ve "Putin'in açıklamalarına itibar edilmeli" dedi. Neden?

Çok kolay meydan okumalar, kabadayılıklar yapıyorlar. Bu meydan okuma ve tehditlerin karşılığında benzer meydan okuma ve tehditlerle karşılaştıklarında, üstelik karşı tarafın ciddi olduğunu gördüklerinde kıvırıveriyorlar. Sonuç olarak güvenilirliğiniz ve itibarınız da kalmıyor. Bugün "pilot hatası" diyorsunuz, oysa devrin başbakanı o gün "emri ben verdim" diye ortaya çıkmış. Uçağın düşürülmesinden hemen sonra ilk açıklama Cumhurbaşkanlığı'ndan gelmiş. Hangi pilotun hatası? Bizim pilotun hatası mı? Rus pilotun hatası mı? Şimdi de "bizim piloti değil Rus pilotu kastettim" denir ise böyle bir siyasete hem içeride hem dışarıda kim güvensin?

 

'İkili görüşmelerimizde hiçbir zaman, federasyon tehdittir, demedik'

 

- Bir başka gelişme: "Fırat'ın batısı kırmızı çizgimizdir" çıkışları da Menbiç operasyonu ile tarih oldu.

Kırmızı çizgi vs. hükümet bu retoriği pek seviyor. "Eyy" diye başlayıp, her türlü hakaret ile devam ederek her tarafa kırmızı çizgiler çekiyorlar. Kırmızı çizgi geçerli bir şey değil. Ülkenin ulusal çıkarları vardır. Ulusal çıkarlar sık değişmez ancak ulusal çıkarlara erişme yöntemleri konjonktüre göre her zaman değişir. Kırmızı çizgilerin üzerinde durmamak Türkiye'nin o bölgedeki çıkarları neyi gerektiriyor ona bakmak lazım.

- Şimdi Kuzey Suriye Federasyonu ufukta, değil mi?

Öyle gözüküyor. Bu gelişme, hükümetin yanlış politikaları sonucu ortaya çıktı. Bu iktidarın Suriye politikası olmasaydı IŞİD, El Nusra olmayacağı gibi orada Kuzey Suriye Fedarasyonu'nu oluşturacak bir PYD'de de olmayacaktı.

- Kuzey Suriye Federasyonu sizce Türkiye için tehdit mi?

Türkiye dışında oluşan bu gibi oluşumlar Türkiye için tehdit olmayabilir. Bu, sizin o oluşumla ilişkinize, onların o bölgede kendilerine biçtikleri role, sizin o rolü yönlendirme kabiliyetinize bağlı. Zaten sizin göreviniz bu oluşumların tehdit oluşturmamasını sağlamak.

- Bugün Kuzey Suriye'de oluşan görünüm Kuzey Irak'ta ortaya çıkarken askeriyle bürokratıyla devletten hep onu duyduk: "Kuzey Irak'ta bir federasyon Türkiye'nin bekası için tehdittir. Kırmızı çizgimiz bellidir." "Tehdittir" anlayışıyla varılan nokta ortada. O eski strateji ile Suriye'de bugünü kotarabilir miyiz?

O strateji var olan bir strateji değildi. Irak'ın işgaline ve Saddam'ın devrilmesine dek Irak Kürdistanı'nın özerkliği söz konusuydu. Bu hem Irak anayasasında hem yasalarında vardı. Biz o süreçte Irak'ta Barzani ve Talabani hareketlerini barıştırmaya çalışıyorduk. Önce Dışişleri Genel Müdür Yardımcısı ve takibindeki dönemde Irak Özel Temsilicisi olarak orada bulundum. Irak Özel Temsilciliği döneminde (2003-2005 arası S.O) çatışma kalkmıştı, beraber çalışıyorlardı. Yaptığımız tüm çalışmalar esnasında Irak Kürtlerinin federasyon isteği ile karşılaştık. Bizim de bunu desteklememizi istiyorlardı.

- Siz onlara ne diyordunuz?

Biz onlara çok açıkça şunu söylüyorduk. Elbette bir federasyon kurabilirsiniz ancak bizim tecrübelerimizden bu bölgede federasyonların değil, üniter devletin daha sağlıklı işlediği gözüküyor. Ama size karışmak durumunda değiliz siz eğer federasyon kuracak olursanız bu Irak toplumu içinde bir toplumsal uzlaşı gerektirir. Siz böyle bir toplumsal uzlaşma kurarsanız sizin ne yapacağınız bizi ilgilendirmez. O memleketin sahibi sizsiniz orada nasıl yaşayacağınız tamamen sizi ilgilendiren bir konu. Biz üçüncü bir devlet olarak sizlerin içişlerine karışamayız. Ama şu anda bizden destek bekliyorsanız toplumsal bir uzlaşı olmadan federasyonu destekleyemeyiz. Özerklik konusunda toplumsal uzlaşı oluşmuş, bu sizin yasalarınız ve anayasanızda da yer almış, onun için biz özerkliğe saygı gösteririz. Onun ötesine diyebileceğimiz bir şey yok, diyorduk. Bizim stratejimiz buydu. Netice olarak o bağıra çağıra "Bunlar bize çok büyük tehdittir" gibi sözleri ikili konuşmalarımızda hiçbir zaman söylemedik. Doğrusu da buydu.

- Bugün için doğruyu soralım. Rusya, Türkiye'ye "Irak'tan çık" derken, Irak ve Suriye parçalanmışken, ABD ve Rusya'nın zımni mutabakatı belliyken, Kilis'e roketler atılırken, herkesin pay kapma derdinde olduğu bu resimde "Kuzey Suriye Federasyonu bizim için tehdittir" kırmızı çizgisi, artık Türkiye'yi kurtarır mı, kurtarabilir mi?

Kurtaramayacağı çok açık. Türkiye'nin dış politikasını böyle karmaşık bir yumak haline getirip "kırmızı çizgi" diyerek hamaset yapmak hiçbir şey ifade etmiyor. Artık Türkiye'nin yapabileceği bir şey yok. Lüzumsuz yere bir uçağı düşürüyorsunuz, sonucunda o toprakların üzerinde bile uçamıyorsunuz. Bu noktaya geldikten sonra ne söyleseniz boş. Orada hakikaten bir federasyon oluşuyorsa ve gelecekte orada olacaksa o zaman sizin onunla ilişkilerinizi yeniden gözden geçirmeniz lazım. Yeni oluşumun size tehdit olmasını engelleyecek şekilde bir ilişki içine girmeniz şart.

- Arma krizi, Rakka operasyonu, Rıza Zarraf gündemi eşliğinde kimi akıllardan geçen bir soru: "Amerika Erdoğan'ın üzerini çizdi mi?"

Ben üçüncü ülkelerin Türkiye üzerinde her istediklerini yapabilecek düzeyde etkili olacaklarını düşünmüyorum. Washington, Erdoğan'ın gitmesini isteyebilir ama Erdoğan'ı götürmek onun elinde değildir diye düşünüyorum. "Üst akıl, o götürdü, bu getirdi" gibi yaklaşımların hayata geçirilebileceği aciz bir ülke değil Türkiye. Ne var ki uluslararası adalet ciddi çalışan bir mekanizmadır. Amerika'da başlamış olan bir adli kovuşturmanın da ucunu tutamazsınız. O dosyanın ucu nereye kadar gidiyorsa oraya kadar gider. Bu da "üst akıl" vs. ile değil uluslararası adalet ile ilintilidir.

 

İlgili Haberler