İslami değerleri temel alan Emek ve Adalet Platformu, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından gerilen AKP-Gülen cemaati ilişkisiyle ilgili bir açıklama yaptı.
Her iki tarafa da eleştirilerin yer aldığı açıklamada, Gülen cemaatine yönelik “Siyasette belirleyici olmak için, halkın iradesine gerek duymadan bürokrasi aygıtı içinde etkinliğini artırmaya çalışan Cemaat, başından bu yana ortağı ve destekçisi olduğu hükümeti, faaliyetlerine getirilen kısıtlamalar karşısında son günlerde kötülemeye başladı” eleştirisi dikkat çekti.
Hükümeti de eleştiren Emek ve Adalet Platformu’nun açıklamasında, “Hükümet, suçlamaları dikkate alıp halka hesap vermek yerine, her zamanki alışkanlığıyla olanları kendisine karşı kurulmuş bir ‘komplo’ saydı. Kendisinden yana pozisyon alan aktörleri korumak için bizzat kurduğu ve desteklediği yapıların tasfiyesini, hukukun ilkelerini de hiçe sayarak yürüttü. En temel sorumluluğu olan hesap verilebilirliği sağlamak için çaba sarf etmek yerine, yıllardır birlikte hareket ettiği bir grubu ‘terör örgütü’ olarak yaftaladı” görüşü dile getirildi.
Emek ve Adalet Platformu’ndan yapılan açıklamanın tam metni şöyle:
İktidarla kurulan bütün ilişkiler yeniden düşünülmelidir!
17 Aralık’tan bu yana derin bir iktidar kavgasına şahit oluyoruz. Bu süreçte taraflar kendilerini savunmak için türlü çelişkilerle dolu pek çok argüman ortaya koydular. Telefon kayıtları, gizli belgeler, polis fezlekeleri havada uçuştu.
Siyasette belirleyici olmak için, halkın iradesine gerek duymadan bürokrasi aygıtı içinde etkinliğini artırmaya çalışan Cemaat, başından bu yana ortağı ve destekçisi olduğu hükümeti, faaliyetlerine getirilen kısıtlamalar karşısında son günlerde kötülemeye başladı. Siyasal alanda doğrudan ve meşru bir tepki göstermek yerine, eski müttefikinin kirli çamaşırlarını ortaya sermeye girişti. O kirliliği, mevcut kavganın iki tarafının birlikte ürettiğini ise unutturmaya çalıştı.
Diğer yandan hükümet, suçlamaları dikkate alıp halka hesap vermek yerine, her zamanki alışkanlığıyla olanları kendisine karşı kurulmuş bir “komplo” saydı. Kendisinden yana pozisyon alan aktörleri korumak için bizzat kurduğu ve desteklediği yapıların tasfiyesini, hukukun ilkelerini de hiçe sayarak yürüttü. En temel sorumluluğu olan hesap verilebilirliği sağlamak için çaba sarf etmek yerine, yıllardır birlikte hareket ettiği bir grubu “terör örgütü” olarak yaftaladı.
17 Aralık’tan bu yana taraflar insanları, iki taraftan birinde saf tutmaya, gözü kapalı kavgaya koşmaya çağırdılar. Halbuki insan kendi iradesini kullanmakla mükelleftir. Hiç kimse iradesini bir başkasına, cemaat ya da parti büyüğüne devretme hakkına sahip değildir. Herkes amelinin hesabını, Allah’a tek başına verecektir. Mevcut kavganın iki Müslüman topluluk arasında değil, düne kadar ittifak halinde olup bugün araları bozulan iki siyasi aktör arasında gerçekleştiğini hatırlamalıyız.
Bizler, Allah hidayet nasip ettiğince Müslüman olduğumuzu; hiçbirimizin İslam dairesinin merkezi ya da sahibi olmadığımızı unutmamalıyız. İslam’ın koruyucusu ancak Allah’tır. Hiçbirimiz, eylemlerimize İslam’ın kurtarıcısı ya da yeryüzünün halifesi gibi bir mana atfetme; kendimizi haklılığın mutlak sahibi olarak görme hakkına sahip değiliz.
Bizler, hiçbir Müslümanı kardeşlik dairemizin dışında, karşı tarafta görme hakkına da sahip değiliz. Yakın ve uzak komşumuza, akrabamıza, iş arkadaşımıza; toplumumuzun bütün fertlerine hakkaniyet duygusuyla yaklaşmak zorundayız. Hiçbir kardeşimize iyiliği emredip adalet ve doğruluk çağrısı yapmaktan geri duramaz, hiçbir kardeşimizin kötülüğünü isteyemeyiz.
Bugün bazı Müslüman kişi ve gruplar, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar iktidarla iç içe geçmiş durumda. Görüyoruz ki; bu yakınlaşmanın sonucunda ortaya çıkan adaletsizlikler, bir noktadan sonra İslam’la, Müslümanlıkla eş tutuluyor. Siyasi bir kavganın taraflarının günahları, onların değil, İslam’ın hesabına yazılıyor. Açıkça bilinmelidir ki; 17 Aralık sürecinde ve öncesinde, şu ya da bu Müslüman topluluk tarafından dünyevi zenginlik, makam mevki veya iktidar elde etmek için verilen hiçbir siyasi mücadele –İslam adına meşrulaştırılmaya çalışılsa da– İslamı temsil etmez. Bütün bunlar, sadece o Müslümanların siyasi eylemlerini ifade eder ve günahıyla sevabıyla faillerinin hesabına yazılmalıdır. Müslümanların siyasi eylemleri de, tıpkı başkalarınınki gibi, başka bir şeyle değil, adalet ölçüsüne uygunlukla değer kazanır.
Siyasal iktidarın ele geçirilmesi, ancak bu alanın hak ve adalet temelinde yeniden inşa edildiği ve toplumun tamamına açıldığı şartlarda meşruluk kazanır. İktidar toplumun tüm kesimlerine adil bir şekilde dağılmadıkça, herkes söz ve karar mekanizmalarında hak sahibi olmadıkça, salt gücü ele geçirmeyi hedeflemek zalimleşmektir. Eski oligarşi ne kadar zalim idiyse, oligarşiyi tasfiye edip yerine başka imtiyazlı grupları koymak da o kadar zulümdür. Gayemiz, toplumun bütün kesimlerinin kendini ve taleplerini açıkça ifade edebildiği, herkesin haysiyetini koruyarak konuşabildiği bir siyasal-toplumsal sistem kurmak olmalıdır.
Siyasal bir aktöre dönüşmenin, iş ve hizmet üretmenin bedeli olarak değer ve ilkelerden vazgeçilmesi mazur görülemez. Yapılan işler ancak hakkaniyet ve adaletle değer kazanır. İnsan, büyük hesaplar, büyük stratejiler, büyük faydalar uğruna ilkelerini çiğneyerek büyük işler yapmaktansa; çıkar davası gütmeden, eylediğini mutlaklaştırmadan ve hesap gününü hatırda tutarak; ailesinde, mahallesinde ve işyerinde; hesabı verilebilir, ölçüsü belli amelleri yeğlemelidir.
Türkiye’nin zenginleştiği ve büyüdüğü, 17 Aralık sürecinin buna kastettiği söyleniyor. Bir yıldan bu yana silahlar susmuşken, bu operasyonun huzur iklimini bozacağı iddia ediliyor. Halbuki Türkiye dünya piyasasına giderek daha fazla eklemleniyor. Faiz ve kredi normalleşiyor, güvencesiz ve düşük ücretle çalışma yaygınlaşıyor, çalışanların hakları yok sayılıyor, tabiat ve kültür paraya tahvil ediliyor, her şey metalaşıyor, hırsla saldıranlar devlet eliyle teşvik ediliyor, insanların tüketim arzusu azdırılıyor, bireyselleşme özendiriliyor… Bu zenginleşme uğruna, değer ve ilkeler terk ediliyor, ahlaki ve fıkhi itirazlar yok sayılıyor. İslam’ın, iktisadi eylemlerimiz ve içinde yaşadığımız iktisadi nizam üzerinde hiçbir amir hükmü yokmuş gibi davranılıyor. Belki son bir yılda çatışmada ölen asker ve gerillaların cenazeleri gelmiyor dağlardan, fakat fabrikalardan havzalara iş kazalarında can veren işçilerin haberleri düşüyor gün be gün.
Güç ve mal hırsı gütmeden, küresel güçlerle ve bunların vesayetçi uzantılarıyla mücadele etmek istiyorsak, önce toplumsal, siyasi ve iktisadi adaleti kurmaya çalışmalıyız. Bunun için, isteyen herkesi meşverete dâhil etmek ve siyasi mücadeleyi kişisel ya da örgütsel iktidar için değil, hak ve adalet davası için vermek zorundayız. Unutmamalıyız ki; kendi evimizde adaletli ve herkese güven veren bir düzen inşa etme çabası göstermeden, küresel güçlerin vesayetine karşı sahici bir mücadele yürütemeyiz.
Türkiye’nin yeniden kurulduğu söylenirken, daha zengin ve güçlü bir ülke haline gelmemiz, daha iyi ve ahlaklı Müslümanlar olmamızı, daha adil ve dayanışmacı bir topluma dönüşmemizi sağlamadığı gibi, sorumluluklarımızı daha da arttırıyor. Ortaya saçılıp dökülen bütün bu kirlilikten ve içinde yaşadığımız dünyevileşmeden uzak kalma sorumluluğu hepimizin omuzlarındadır. Adalet ile barışın tesisi, sadece yasalar veya yukarıdan aşağıya siyasi müdahaleler yoluyla değil, öncelikle ve bizzat toplum tarafından toplumsal düzeyde bulunacak çözümler sayesinde mümkün olacaktır.
Emek ve Adalet Platformu