Ekonomist Uğur Gürses, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın 6 Mayıs tarihinde CNNTürk yayınında yaptığı açıklamaları değerlendirdiği yazısında, "Bakan Elvan, selefi Berat Albayrak’ın ekonomide aldığı hatalı ve yanlış kararları tersine çeviren kendisi değilmiş gibi geçmiş hataları normalleştiren bir söylem tutturmuştu. Elvan, 128 milyar doların “kime satıldığı” sorusu üzerinde durup, bunun ne kadar yanlış bir soru olduğunu anlatırken, asıl neden bu kadar bir döviz rezervi erimesi ortaya çıktığını, yurttaşların neden TL’den kaçtığını anlatmadı." ifadelerini kullandı.
Gürses kişisel blogunda kaleme aldığı "Elvan topu çevirebildi mi?" başlıklı yazısında şu değerlendirmelerde bulundu:
"Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ı 6 Mayıs akşamı CNNTÜRK yayınında izledim.
Bakan Elvan, selefi Berat Albayrak’ın ekonomide aldığı hatalı ve yanlış kararları tersine çeviren kendisi değilmiş gibi geçmiş hataları normalleştiren bir söylem tutturmuştu.
Birincisi 128 milyar dolarlık rezerv konusunda muhalefetin tali sorularını öne çıkararak bunları yanlışlama çabasına girişirken, asıl odaktaki sorunu tali hale getiriyordu.
Elvan, 128 milyar doların “kime satıldığı” sorusu üzerinde durup, bunun ne kadar yanlış bir soru olduğunu anlatırken, asıl neden bu kadar bir döviz rezervi erimesi ortaya çıktığını, yurttaşların neden TL’den kaçtığını anlatmadı. Döviz alım-satım, ihale, doğrudan müdahale gibi yöntemlerde 32 yıllık bir deneyimi olan Merkez Bankası yerine, bu alanda ticari deneyim dışında politika deneyimi olmayan kamu bankalarının neden kullanıldığını söylemedi. Neden şeffaflık olmadan örtülü ve arka kapı yönteminin tercih edildiğini, hangi kurdan ne kadar satılacağına kimin karar verdiğini de anlatmadı.
Merkez Bankası’nın yasasındaki “döviz kuru rejimine hükümetle birlikte karar verileceğine” dair hükmü hatırlatıyor, ama 2001’de seçilip geçildiği ilan edilen dalgalı kur rejiminin dışında bir yola neden başvurulduğunu, bunun neden ilan edilmediğini anlatmıyor.
Mesleki olarak DPT’te yetişen Lütfi Elvan da bu apaçık saçmalığın farkında; ama içinde bulunduğu siyasi elbise içinde, doğrudan savunamayacağı konuyu, odağından tali kıyısına çekerek günü kurtarmaya çalışıyor.
Verilere güvensizlik neden?
O yayında bir başka saptırma da TÜİK’in verilerine olan güvensizlik konusunda ortaya çıktı.
TÜİK’in mal ve hizmet ağırlıklarını baz alarak web tabanlı verileri toplayarak saatlik fiyat ölçümü yapan, TÜİK’in tüketici enflasyon oranına göre oldukça yüksek enflasyon oranı açıklayan ENA Grubu’nu (Enflasyon Araştırma Grubu) hedef alarak, sanki bu güvensizliğin nedeninin bu gibi çalışmalar ya da söylemler olduğuna işaret etti. TÜİK’in ENA Grubu hakkında suç duyurusunda bulunduğunu da açıkladı.
ENA Grubu’nun yöntemi, kaynakları, TÜİK’in yaptığının benzeri olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. Ama güvensizlik sorununda odak başka bir yerde.
Elvan’ın ayrıca işaret ettiği bir başka olgu da Avrupa Merkez Bankası’nın bir araştırmasındaki “hissedilen enflasyon” oranının halk nezdinde hep yüksek olduğu idi. Bu da normal, ama yine odak bu değil.
Odak şu; son 3 yılda 3 TÜİK başkanı değiştiren siyasi yönetim tarzı.
Elvan o yayında kendisi de bahsetti, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi öncesinde TÜİK, ekonomi yönetiminden sorumlu bakana değil, tali bir bakanlık olan Kalkınma Bakanlığı’na bağlı idi. Yani ekonomiyi yöneten bakana bağlı değildi. 2018 sonrası ise ekonomiyi yöneten bakana bağlandı: Berat Albayrak. Hem icraat yapıyorsunuz hem de bunu ölçen kurum size bağlı. Ne güzel değil mi? Bu durum kamuoyunda güven sağlar mı?
İstatistikleri ölçen ve yayımlayan kuruma güven, 2018 sonrası diğer uygulamalarla hızlandı. Fiyat kontrolleri, üreticilere marketler fiyat indirme baskısı içeren telefonlar, mesajların kamuoyuna yansımayacağı zannedilmiş. Bizatihi tanık olduğum çok örnek var; bir üreticinin bu satırların yazarına söyledikleri şöyleydi, “Gelen telefonlar rencide edici düzeye çıktı”.
Böye olunca sokaktaki fiyatları cebinden çıkan parayla ölçen, ama ilan edilen fiyat artışlarına güvenmeyen geniş bir kesim yarattı.
Bankalara mevduat ve kredi faizlerini hangi oranın üzerine çıkaramayacaklarının el altından deklare edilmesi, sofrada patlayan mutfak enflasyonuna karşı soğan depolarının basıldığı hafızalarda kaybolmadı henüz.
Daha ötesi, zaman zaman çeşitli mallarda ucuzcu marketlerden fiyat toplandığı, anketörler gelmeden önce fiyat indirme telkini yapıldığı gibi bir dolu iddia ortalığa saçılırken, TÜİK yetkilileri kamuoyunun önüne çıkıp iki kelime etmediler.
En yakın örnek, enflasyon ve istihdam konusunda kurum dışı akademisyen iktisatçılar ve uzmanlardan oluşan, veri kalitesini ve örtülü olarak da verilere olan güveni sağlamak için kurullar kurulmuştu. Bunun kurum için çok önemli bir adım olduğunu yazmıştım da. Sonra ne mi oldu? yine bir başkan değişimi oldu. Yeni gelen başkan da gelir gelmez bu kurulları ortadan kaldırdı. Bunu yapılırken de bunun yine güven sarsıcı bir adım olduğu, çıkıp anlatma gereği bile ciddiye alınmadı.
Şimdi Bakan Elvan’ın bakması gereken ayna bu.
Son bir nokta da Maliye Bakanı sıfatıyla “bütçe disiplini” vurgusunu güçlü biçimde yapması. Sahi 100 yılda bir görülen bir salgında, kamu gücüyle kapatma kararı alınan işletmelere, işsiz kalanlara, işbaşında olamayanlara, kayıtsız çalışanlara, gelirsiz kalan hanelere bütçe desteğinde sadece milli gelirin yüzde 1.5’inde kalan bir ülkede, maliye bakanı bütçe disiplininden bahseder mi? “Ne güzel bütçe disiplini var” diye?
(Zaten işçinin İşsizlik Fonu’ndaki parası da işçiye kısa çalışma ve ücretsiz izinde nakdi destek olarak ödendi)"