Zekeriya Yıldırım
Küresel piyasalarda yaşanan sermaye bolluğu küresel krize neden oldu. Küresel krizden çıkışın çareleri aranırken küreselleşmenin en çok kime yaradığı da araştırılıyor. Değişik araştırmaların sonuçları katma değer yaratma gücü olan iyi eğitimli kişilerin ve toplumların küresel büyümeden daha fazla pay aldıklarına işaret ediyor. Geleceğe dönük analizler de rekabette öne geçmenin koşulunu yine katma değer yaratmaya ve iyi eğitime bağlıyor.
Ekonomi yönetimimizin direksiyonunda bulunanlar bir yandan kronikleşen cari açığa çözüm üretmeye çalışırken bir yandan da Cumhuriyetimizin 100. yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmeyi hedeflemiş durumda. Her iki alanda çözümün katma değeri yüksek mal ve hizmet üretmeye bağlı olduğunda herkes hem fikir. Sık sık genç nüfusumuzun hedeflerimize ulaşmada en büyük gücümüz olduğu, önümüzde ciddi bir fırsat penceresi olduğu söyleniyor.
Fırsat penceresini yaratması söz konusu 25-34 yaş gurubunda lise mezunu olanların oranı Türkiye’de % 41,6 iken Güney Kore’de % 97.5, Polonya’da % 93.5, OECD ortalaması % 81.5. Aynı yaş gurubunda üniversite mezunlarının oranı Türkiye’de % 16.6 iken Güney Kore’de % 63.1, Polonya’da % 35.5, OECD ortalaması % 37.
Son yıllarda Türkiye’de eğitimin değişik kademelerinde okullaşma oranının yükselmekte olduğu da bir gerçek. 2010-2011 öğretim yılı itibariyle okullaşma oranı okul öncesi eğitimde % 40’a, ilköğretimde % 99’a, ortaöğretimde % 69’a, yüksek öğretimde % 54’e yükseldi. Ancak ilköğretim ve orta öğretimde devamsızlık ve okuldan ayrılmaların ciddi boyutlarda olması, yüksek öğretimde ise mevcudun % 44’ünün açık öğretime kayıtlı olması okullaşma oranında görülen artışın beklenen etkiyi sağlamasını engellemekte.
Öte yandan eğitime ayrılan kamu kaynakları son yıllardaki artışa rağmen GSMH’nın % 4ünü aşamadı ve %5 olan OECD ortalamasının gerisinde kaldı. UNESCO’nun gelişmekte olan ülkelere önerdiği oran ise % 6. Son yıllarda artan bu oranın yürürlükte olan Orta Vadeli Program çerçevesinde önümüzdeki yıllarda gerilemesi de söz konusu. Okullaşma oranı artışına karşılık bütçeden ayrılan fonların göreceli olarak yerinde sayması öğrenci başına yapılan giderlerin sabit fiyatlarla gerilemesine yol açmakta.
Mevcut tabloda öğrenim gören öğrencilerin orta öğretime geçiş için önlerine konulan SBS sınavına, üniversiteye giriş için de LGS ve LYS sınavlarına hazırlanmak amacıyla özel dershanelere gitmek zorunluluğunu duymaları sistemin herkes tarafından görülen ve yaşanan ancak giderilemeyen zaafını ortaya koymakta. Sorgulayan, öğrenmeyi öğrenen, hayat boyu öğrenme alışkanlığını edinen, muhakeme ve analiz yeteneği yüksek, kendini ifade edebilen, çevreye duyarlı öğrenci yetiştirme hedefi her platformda dile getirilirken öğrencilerin en verimli çağlarını kendi sınıflarında öğretilenlerin üzerinden bir daha geçmek ve test sorusu çözme alışkanlığını kazanmak için heba etmelerini ne pedagojik açıdan ne de kaynakların kullanımı açısından anlamak, kabullenmek mümkün değil.
Nicelik yönünden henüz sorunlarını gideremeyen eğitim sistemimizin kalitesi ise ayrı bir sorgulama kaynağı. Dershane yardımıyla testlerde alınan sonuçların öğrencilerde geliştirilmesi gereken düşünme süreçlerine ulaşma düzeyini ölçmekte yetersiz kaldıkları uzmanlar tarafından ifade edilmekte. OECD tarafından değişik ülkelerde 15 yaşındaki öğrencilere Uluslararası Öğrenci Başarısı Değerlendirme Programı (PISA) adıyla uygulanan sınav sonuçları eğitim kalitesi yönünden uluslararası karşılaştırmalara imkan verdiği gibi düşünme süreçlerine ulaşım düzeyleri hakkında da değerlendirmeler yapmaya imkan vermekte. Matematik, fen ve okuma konularında en son 2009 yılında yapılan sınav sonuçları 2003 yılı ile kıyaslandığında Türkiye ciddi ilerlemeler kaydetmiş. Ancak 2009 yılında sıralamada 65 ülke arasında fen ve matematikte 43. okumada ise 41. sırada kalmış. Öte yandan toplamın %85’ini oluşturan düz liselerimizde okuyanların aldıkları puanların OECD ortalamasının altında kalması, özel liseler ile nitelikli devlet liselerinde okuyanların puanlarının ise OECD ortalamasının üzerinde kalması üzerinde durulması gerekiyor.
Eğitimin kalitesinin göstergesi olarak alınan PISA sonuçlarındaki iyileşmenin ülkelerin büyüme oranları üzerindeki etkilerini ölçmek üzere yapılan bir OECD çalışmasına göre büyüme oranı en çok artacak ülkelerden biri de Türkiye. 2009 yılında PISA sınavlarına Türkiye’den katılan öğrencilerin %42’sinin skoru 400 puanın altında kalmış. Bu öğrencilerin aldığı en düşük puanın 400’e yükselmesi halinde büyüme oranına %1.58 puan katkı yapacağı hesaplanmış. Öğrencilerimizin puanlarının, son üç sınavın ortalamaları alındığında en yüksek puana sahip Finlandiya öğrencilerinin düzeyine yükselmesi halinde büyüme oranı %2.08 puan artıyor. OECD nezdinde yapılan çalışmalar eğitim kalitesindeki artışın büyüme oranına katkı yönünden okullaşma oranından daha fazla etkili olduğunu ortaya koymakta.
Bir süredir ekonomide cari açık üretmeyen kalıcı büyüme için gerekli yapısal değişimler üzerinde çalışılmakta. Yapısal değişimin birinci ayağı, eğitimde sayısal ilerlemeler sağlanırken eğitimin kalitesini de yukarı çekecek atılımların yapılması. Birinci ayağı sağlamlaştırmadan atılacak adımların amacına ulaşması mümkün olamayacak. Kaldı ki eğitime ayrılacak kaynakların geri dönüşümü alt yapı yatırımları bir yana ekonomik faaliyetlere yapılacak yatırımların getirisi ile kıyaslanabilecek gibi duruyor. Verimliliği ekonomik araştırmalarla kanıtlanan eğitim yatırımlarına, bütçe açığını ve kamu borçlanma ihtiyacını yükseltme pahasına da olsa daha fazla kaynak ayırmalıyız.
(Yazının hazırlanmasında Eğitim Reformu Girişimi’nin 2010 İzleme Raporundan, Türkiye’de Büyümenin Kısıtları adlı TÜSİAD Raporundan ve OECD’nin The High Cost of Low Educational Performance adlı Raporundan faydalanılmıştır.)