*Zeynel Özgün
Siyasi partiler ve hareketler için genel seçimler ne anlam ifade ediyorsa, sendikalar için de kongre süreçleri benzer bir anlam taşır. Kongre süreçlerinde ortaya konulan ilke ve hedefler üzerinden şekillenen programlar oluşur ve mutlaka bir yarış yaşanacaksa, emek mücadelesinin önümüzdeki sürecini şekillendirecek olan bu programlar arasında yaşanır.
Uzun bir süreden beri emek hareketinin yeni bir paradigmaya ihtiyaç duyduğunu hepimiz söylüyoruz. Giderek daralmakta olan emek mücadelesi hattının, bir süre sonra üzerinde ilerlemeye olanak tanımayacak derecede kısırlaşacağını kestirmek hiç de zor değil. Bu, sadece Eğitim Sen ve KESK’in değil, bir bütün olarak emek hareketinin genel bir sorunudur. Fakat sendikal mücadele içindeki tarihsel yeri göz önüne alındığında, bu sorunların aşılmasında aktif rol oynayacak güç olarak ister istemez KESK ve onun lokomotifi sayılabilecek olan Eğitim Sen, ilk akla gelen örgütler arasındadır. Aynı açıdan önem taşıyan diğer bir örgüt de elbette DİSK’tir. Bir şey çıkacaksa bunlardan çıkacaktır. İşte bu yüzden Eğitim Sen’in de KESK’in de Genel Kurulları, bu örgütlerin yönetim organlarını belirlemekten öte bambaşka anlamlar taşımaktadır. Hatta bu önemli süreçte kimin hangi organda ne oranda temsil edildiği, diğer sorunların yanında önemsiz bir ayrıntıdan ibaret olacaktır. Tabi ki bu durum ancak, böylesine zorlu bir dönemde emek hareketinin krizini çözemeye aday, geniş çevrelerce tartışılıp olgunlaştırılmış, bütünlüklü, radikal dönüşümleri de içinde barındıran programların ortaya konulmasıyla mümkün olabilir.
Emek hareketinin, toplumun diğer bütün dinamiklerinden ve siyasal gelişmelerden bağımsız hareket edebileceğini savunmak elbette akla yatkın bir yaklaşım değildir. Emek mücadelesi ile siyasal mücadele, ortalığı kasıp kavuran kapitalist yağmanın ateşinden korunmak için toplumun ihtiyaç duyacağı sacayağının önemli dayanak noktalarından iki tanesidir. Bu yüzden, emek mücadelesinin seyrini belirlemek için ortaya konulacak programların, ülkenin siyasal düzlemini ıskalaması mümkün değildir. Çünkü emek mücadelesi, özünde siyasal bir mücadeledir. Bu ikisi arasında kopmaz bir bağ olması da doğaldır. Her biri diğerinden beslenerek yoluna devam edecektir.
Giderek büyüyen sorunlar karşısında, emek mücadelesini yükseltmek için hiç kimsenin elinde sihirli bir değneğin olmadığı açık. Hiçbir dinamiğin tek başına bu zorlu sürecin içinden çıkabilecek yeterlikte olmadığını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Buna Eğitim Sen ve KESK’in en büyük sendikal dinamikleri de elbette dâhildir. Sorun, güncel siyasal mücadelenin ihtiyaçlarını da gözeterek, emek hareketinin ihtiyacı olan yeni yaklaşımları üretebilecek ortak aklın ürünü olan programların hayata geçirilmesiyle çözülebilir. Kongre süreçlerinde gerçekleri iyi okuyan ve sendikal dinamikler tarafından ortaklaştırılmış bir program ortaya çıkarıldıktan sonra sendikaların temsil organlarında hangi grupların veya kimlerin yer aldığının veya dışarda kaldığının da önemi olmayacaktır.
Görünen o ki Eğitim Sen Genel Kurulu, tüm bu özetlenen durumu okumaktan hayli uzak bir zeminde gerçekleşmiştir. Bu nedenle Marx’ın söylediği “… hakitatin coşkusu yok, coşkunun da hakikati” sözü, bu genel kurulu da anlatması bakımından son derece yerinde bir benzetme olacaktır. Eğitim Sen Genel Kurulu, emek mücadelesinin geçmişini sağlıklı bir şekilde değerlendiremediği gibi geleceğe dair de hiçbir söz edememiştir. Eğitim Sen Genel Kurulunda, onun Türkiye’nin en büyük muhalif sendikası olduğu hakikatinin coşkusunun sözü bile edilememiştir. Yine kongre süreci sadece ittifak görüşmelerine indirgendiği için bu süreç boyunca kırıntılarıyla yaşanan coşkunun da hakikatle bir bağı kalmamıştır. Bu eksiklik hepimizindir. Sorumlu sendikacılık ve emek mücadelesinin gereği, ortak aklı ortaya çıkaracak zeminleri zorlamak, onun için elini taşın altına koymaktır; kendini koltuk dağıtan konumda görerek içi boş ve geleceğe dair hiçbir sözü olmayan dizaynlar peşinde koşmak değildir.
Unutmamak gerekir ki emek hareketinin sorunu sendikaların yürütme ve temsil organlarına bir sendikal dinamiği daha fazladan katarak, bir aritmetik birlikteliği oluşturarak çözülecek kadar basit değildir. Fazladan bir grubun daha temsil organlarında yer alması çoğulculuğun sağlanması anlamına gelmediği gibi, aritmetik hesaplarla yapılan ittifakların da sorunu çözemeyeceğini bilmek gerekir. Biz “ortak akıl, geleceğe dair ortak ve yeni bir program üretmek” derken bundan yeni bir yönetim ittifakı yapmayı anlamış olanlar varsa söylenenleri ya yanlış anlamış ya da hiç kavrayamamışlardır.
Zaman çok daralmış olmakla birlikte KESK Genel Kurulu için bugün yaşanan eksiklikleri kısmen gidermek şansı bir miktar da olsa hala var. Grupların sayısal yan yana gelişlerinden çok emek mücadelesinin geleceğine dair ortak programları ortaya çıkarmadan yapılacak olan KESK kongresi, eskilerin kötü bir tekrarı olan Eğitim Sen Genel Kurulunun durumuna düşmeye adaydır. Bu da emek hareketinin ihtiyacı olan en son şeydir.
Bu yazı ilk olarak Özgürlükçü Sol'da yayımlanmıştır.