Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, savcı Mehmet Selim Kiraz'ın yaşamını yitirdiği rehine krizi operasyonuna ilişkin olarak, "Türkiye’nin gözü kulağı İstanbul’dayken Meclis’tekilerin aklı, fikri, gözü, kulağı listelerde ve seçimdeydi. Meclis’te bir milletvekilinin gündem dışı söz alıp, “Ne oluyor?” diye sormasına bile tanık olmadık" dedi.
Selvi'nin Yeni Şafak'ta "Seçim öncesi düğmeye basıldı" başlığıyla yayımlanan (1 Nisan 2015) yazısı şöyle:
Çağlayan Adliyesinde rehine krizinin patladığı sırada Meclis’teydik.
Başbakan, AK Parti grubundaki konuşmasını tamamlayıp Meclis’ten ayrılmıştı.
İstanbul Adliyesi’ndeki rehine olayı meydana geldiği sırada, bir önceki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yanına girmek üzereydim.
Ben içeriye girmeye hazırlanırken, o hızla odasından çıktı. Rehine krizini konuşmak üzere Başbakan yanına çağırmıştı.
İlk değerlendirmesini sordum.
Elektrik kesintileri ile Adliyeye silah sokulması olayı arasındaki bağlantı ihtimali üzerinde duruyordu.
Eylemin, ”Organize” bir iş olduğu görüşündeydi.
İlk aldığım bilgiler silahın avukat aracılığıyla Çağlayan Adliyesine sokulduğu yönündeydi. İlk anlarda içeride iki mi yoksa üç kişi mi olduğu yönünde tartışmalar yaşanıyordu. Zaman ilerledikçe üç kişinin Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin aldığı yönündeki bilgiler netleşmeye başladı. Savcı’nın odası dardı ve bir operasyon için riskliydi.
Görüşmelerin başladığı sırada İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’la görüştüm. Diyalogla sonuç alınabilecek bir yumuşamanın sağlandığını söyledi. İlk başlarda teröristlerin nereden geldiği,Suriye’den girip girmediği merak ediliyordu. İstanbul’daki örgüt üyeleri olduklarını söyledi. Umutluydu, ama hazırlıklıydı. Maalesef umutlanan değil korkulan oldu.
Ve henüz zehir hafiye Kemal Kılıçdaroğlu’nun yorumları gelmemişti.
Ama bir yandan Çağlayan Adliyesi’ndeki rehine krizini izlemeye çalışıyor, diğer yandan Meclis’in nabzını tutmaya çalışıyordum.
Türkiye’nin gözü kulağı İstanbul’dayken Meclis’tekilerin aklı, fikri, gözü, kulağı listelerde ve seçimdeydi.
Meclis’te bir milletvekilinin gündem dışı söz alıp, “Ne oluyor?” diye sormasına bile tanık olmadık.
Oysa DHKP-C’nin Berkin Elvan savcısını rehin alması seçimlerle yakından ilgiliydi.
30 Mart 1994 tarihi örgütün kuruluş yıldönümü olması nedeniyle eylemin 31 Mart günü gerçekleştirilmesi bir anlam ifade ediyordu.
Ancak güvenlik birimleri seçim öncesinde yapılacak saldırılar konusunda kısa bir süre önce uyarılmıştı.
Suriye’de Esed rejimi ile yaptığı işbirliği nedeniyle Mihraç Ural’ın hakim olduğu bölgede terör kamplarına sahip olan DHKP-C’nin, 7 Haziran seçimleri öncesinde eylem hazırlığı içinde olduğuna dair bilgiler alınmıştı. Suriye’den girişlerin kapatılması bu açıdan anlamlıydı.
Neden 7 Haziran?
Çünkü 4 yıl daha seçim yapılmayacak.
Gezi olaylarının simge isimlerinden Berkin Elvan savcısının seçilmesi de rastgele bir tercih değildi.
Bu arada Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan sağduyulu mesajlar verdi.
“Oğlum öldü ama başka biri ölmesin. Savcı serbest bırakılmalı, kan kanla yıkanmaz” dedi.
Anneler,babalar böyledir işte.
70’lı yıllarda Mahir Çayan, İstanbul’da Sibel Erkan’ı rehin aldığında annesi Naciye hanım, “Yavrum, gel ne olursun,teslim ol çocuğum,benim hatırım için evladım”diye çağrı yapmıştı.
Özgecan’ın babası hepimize insanlık dersi vermedi mi?
Aynı basiretli değerlendirmeleri ne yazık ki Kılıçdaroğlu’ndan göremedik.
CHP lideri,”Bir ülkenin milli İstihbarat teşkilatı üstüne vazife olmayan işlerle uğraşırsa, Cumhuriyet’in savcılarının odası da davul zurna ile basılır” dedi.
Pes doğrusu.
Ne zaman ki çözüm sürecini başlattık, PKK sahneden çekilirken, uzun bir süredir uykuda olan DHKP-C’yi canlandırdılar.
DHKP-C, Avrupa Gladio’sun üretimi bir örgüt.
Sabancı suikastinin faillerinden Fehriye Erdal, Türkiye’nin girişimleriyle yakalandığı Brüksel’de serbest bırakıldı. AB’nin merkezi olan Brüksel!
DHKP-C’nin lideri Paşa Güven, Dursun Karataş’ın kirli ilişkileri sonucunda tasfiye edildikten sonra örgüt,”Made-in Avrupa” patentli bir örgüt olarak,”zaman ayarlı” eylemlerde devreye sokuldu.
DHKP-C’nin liderlerinden Zerrin Sarı, Seher Demir ve Musa Aşoğlu, kırmızı bültenle aranmalarına rağmen Almanya, Brüksel hattında ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar.
Türkiye’yi 12 Mart müdahalesine sürükleyen günlerde de THKP-C kartı sürülmüştü sahaya.
12 Mart darbesi, İngiltere’nin hazırlayıp 12 Mart sabahı CIA’ya devrettiği bir operasyondu. Sağcı Demirel hükümetini devirmek için solu kullanmıştı ABD…
“Amerika defol” diye sloganlar atanlar, 6.Filoyu denize döken, NATO’nun Ünye’deki radar üssünü basıp, ODTÜ’de Amerikan Büyükelçisinin aracını yakanlar aslında bilmeden Amerikan’ın düğmesine bastığı darbenin gerçekleşmesine hizmet ediyorlardı.
Onlar devrim yapacaklarına inanıyorlardı ama saatler darbe için kurulmuştu.
Yazık oldu üç fidana…
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı astılar.
İhtilal çocuklarını yemişti.
Dün 70 yıllardan bir gündü.
Akşam oldu.
Rehine krizi yeni bir boyut kazandı.
Diyaloğ başladı..
Umutlandık.
Kan akmadan bu işi sonuçlanmasını bekledik.
Saniyeler saat, saatler gün oldu.
6 saat 6 yıl gibi geldi.
Akşam oldu. Saatler ilerlemeye başladı.
Konuşmaların telefonla sürdüğü bir sırada savcının odasından önce bir silah sesi duyuldu, sonra bir bomba patladı.
O anda kıyamet koptu.
Görüşmelerin kritik bir aşamasında Savcı başından vurularak ağır yaralanmıştı.
Görüşmeler sürerken Savcı neden vuruldu?
Olay çok sıcak, sorular çok fazla.
Söz bitti, silahlar konuştu.
Bir kez daha görüşmeler yoluyla sonuç almak mümkün olmadı.
Ve Türkiye kanlı bir olayı daha yaşadı.
Siz siz olun İstanbul’daki eylemi DHKP-C’nin sıradan bir eylemi olarak görmeyin.
Seçim öncesi büyük eylemler için düğmeye basıldı.