Merkez Bankası ile hükümet arasındaki tartışmada Merkez Bankası’nın geri adım atacağı beklentisinin artmasıyla hızla tırmanmaya başlayan dolar, ABD istihdam verilerinin ve faizlerin artacağı beklentisiyle zirve yaptı. Akademisyenlere göre makro göstergelerde ciddi bir değişiklik yokken faizin indirilmesi talebinin ısrarla savunulması doların rekor kırmasını tetikledi.
Cumhuriyet'ten Okay Büyüktaş'ın haberine göre, Kemerburgaz Ün. Öğr. Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, bu yıl 129 milyar doları kısa vadeli borçlar olmak üzere gereksinim duyulan 225 milyar dolarlık finansmanın ciddi sorun yaratacağını dile getirirken Marmara Ün. İktisat Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mehmet Şişman da yurttaşlara dolarla borçlanmamalarını öğütlerken politika yapıcılara da faizde 3-4 puanlık hızlı indirimin kriz yaratacağı ve doları 3 liraya taşıyabileceği uyarısında bulundu. Kozanoğlu’na göre, gerek döviz kuru oynaklığının arttığı, gerekse de piyasa faizlerinin ciddi bir yükseliş gösterdiği bir ortamda, Merkez Bankası’nın politik faizini aşağı çekme imkânı da kalmadı.
'Hukuki kaygı pekişti'
Doların geldiği noktada üç faktörün öne çıktığını dile getiren Kozanoğlu, Bank Asya müdahalesi, Merkez-hükümet tartışması ve ABD faiz beklentileri olarak özetlediği değerlendirmesinde şu noktalara dikkat çekti:
- Banka Asya’ya yapılan müdahale Türkiye’de hukukun üstünlüğüne ilişkin zaten yıpranmış olan yargıyı pekiştirdi. Kanun hâkimiyetinin olmadığı algısı piyasalarda pekişti. Normalda herhangi bir bankaya müdahale olabilirdi ancak Cumhurbaşkanı’nın iki ay önceden “Zaten batmış bu banka” diye açıklama yaptığı banka olması dikkat çekici oldu.
- Hükümetle Merkez arasında uzun süredir devam eden tartışmada, Merkez’in faiz artırmalarına yönelik baskıları nispi olarak göğüslediği, kararlı bir duruş sergilediği ancak makro göstergelerde belirgin bir değişiklik olmaksızın TCMB Başkanı Erdem Başçı’nın, enflasyonun 1 puandan daha fazla düşmesi halinde Para Politikası Kurulu’nu (PKK) toplayacağını açıklaması, siyasi baskılara boyun eğdi algısını güçlendirdi. Bu durum hükümetin piyasaları tahakkümüne almak istediği algısını yaygınlaştırdı.
- Önceki gün gerçekleşen ABD’de tarım dışı istihdamın beklenen 257 bin fazla artması ve böylelikle olası bir faiz artırımının 2015’in ilk yarısında gerçekleşeceğine dair algının güçlenmesi doları tırmandırdı.
'Düşme olasılığı kalmadı'
Kozanoğlu’na göre, gerek döviz kuru oynaklığının arttığı, gerekse de piyasa faizlerinin ciddi bir yükseliş gösterdiği bir ortamda, Merkez Bankası’nın politik faizini aşağı çekme imkânı da kalmadı. Buna rağmen, 21 Şubat’taki PPK toplantısında bu yönde bir karar alınırsa piyasalar iyice karışabilir. Merkez Bankası duruşunu değiştirmezse başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümetin pek çok kanadından Merkez’e yönelik tehditkâr tutum sürebilir... Kısaca, ekonomi yönetiminin bu çalkantılı dönemi badiresiz atlatma ihtimali oldukça düşük görünüyor...
Ne kadar kaynak gerekiyor?
Ülkede 2015’te çarkların normal bir şekilde dönebilmesi için IMF’nin tahminlerine göre 225 milyar dolar dış finansman gerekiyor. Bunun yaklaşık 52 milyar doları cari açık finasmanına, 5.3 milyar dolar Avrobontların ana para ödemelerine, 38.7 milyar doları orta ve uzun vadeli borç ana para ödemelerine ve 129 milyar dolarının da kısa vadeli borçlara yönelik olduğu tahmin ediliyor. Bu paranın 128 milyar doları özel sektörün borçlarına ilişkin...
Ayrıca, Türkiye ekonomisinde en kırılgan noktanın öteden beri, finansal olmayan şirketlerin döviz yükümlülükleri olduğu biliniyor. Yaklaşık olarak finansal olmayan şirketlerin 176 milyar dolar açık pozisyonu bulunuyor. Döviz kurunun 1 doların 2.5 TL’ye dayanması, lira cinsinden nakit akışı sağlayan şirketlerin borç vermesini zorlaştıracak hem de dış borçların sinyal verdiği bir ortamda dış âlemin özellikle hem bankacılık kesiminin hem de şirketlerin borçlarını, dış borçlarını yenilemekte isteksiz davranmasına yol açacak.
'Ucuz dolar dönemi sona erdi'
Türkiye ekonomisinde 2008 küresel krizinden sonra uzun vadeli olarak bilinen doğrudan yabancı sermaye (FDI) girişinde düşüş yaşandığına dikkat çeken Marmara Ün. İktisat Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mehmet Şişman, daha önce 2008’de 22 milyar dolara kadar çıkan FDI küresel krizle birlikte hızla düşerek 12 milyar dolar civarına çekildiğini hatırlatarak 17-15 Aralık politik krizinin ardından Merkez Bankası’nın gecelik borç alma faizi yüzde 3.5’ten yüzde 8 çıkarılarak cari açığın kısa vadeli finansmanı sağlandığının ancak politik belirsizliklere Suriye ve Rusya-Ukrayna kaynaklı jeopolitik belirsizlikler de eklenince döviz kurunun sıçramasına engel olunamadığını dile getirdi.
“Asıl istihdam sanayiden gelir, o da birim emek maliyetlerinin dünya çapında fiyatlamasında ucuz dolar politikasıyla yükseltilmesinden değil, gerçekçi (reel döviz kuruna yaklaşan nominal kurlar) döviz kurlarıyla birim emek maliyetlerinin rekabetçi olmasını getirebilirsiniz. Aksi takdirde metal grevini erteleyerek işçilerin ücretlerini reel olarak düşürerek birim emek maliyetleri düşürülürse iç ekonomideki tüketiciler borçlanmaya bağımlı hale gelirler. Bu politik olarak uzun sürdürülemez” diyen Şişman’a göre, mesele artık ucuz dolarla büyüme eğiliminin terk edilmesi gerekliliğinde kilitleniyor.
'Fatura ağır olur'
Sadece para politikasıyla iktisadi büyüme sağlamanın faturasının bu sefer ağır olacağına işaret eden Şişman, şunlara dikkat çekti:
* Hızlı sermaye çıkışları, ekonomiyi daha fazla dış finansman gereksinimine teslim ettiğinden önce döviz kuru, sonra enflasyon ve bunları tersine çevirmek için yine faiz artışı kısırdöngüsüne girmek yanlış.
* İnşaatta aynı zamanda orta kesimin alabileceği yatırımları arttırmak, gelirler politikasını gözden geçirerek grev erteleme yerine ücretlerde uzlaştırıcı tutum almak, bütçeyi 1 puan kadar gevşeterek (bütçe açığı/ulusal gelir) kamu harcamalarını arttırarak maliye politikasını çalıştırmak, emlak rant vergilerini yavaş yavaş devreye sokmak mümkün olan kısa vadeli en iyi politika seçenekleri olarak öne çıkıyor.