Ekonomi

'Doğu Asya'ya yönel, kamu harcamasını artır'

BM Kalkınma Fonu Başkanı, Kemal Derviş, finans kriz olarak yönetilemeyen krizin, 'reel sektör krizi' haline geldiğini söyledi.

17 Ekim 2008 03:00

TEMPO24 - Türkiye’nin 2001 krizinden çıkışında başrolü oynayan Dünya Bankası Başkan Yardımcısı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş, finans sektöründe başlayıp reel sektörü vuran krize karşı ‘gelişen Doğu Asya piyasalarına yönelmeyi’ ve ‘kamu harcamalarını artırmayı’ tavsiye etti.

CNBC-E’nin sorularını yanıtlayan Derviş, ABD'de ortaya çıkan finansal krizin, diğer ülkelere de yayıldığını ve finansal sektörü riskli enstrümanları bulunduran ülkeleri ağır etkilediğini kaydetti.

Finansal krizin, reel sektörü de etkilemeye başladığını belirten Derviş, Türkiye dâhil tüm ülkelerin reel sektörünü etkileyeceğini vurguladı. Ancak Türkiye'nin, dış ticaret pazarlarını çeşitlendirerek risklerini azaltabileceğini ve durgunluktan nispeten az etkileneceğini söyledi.

Krizin küresel bir etki düzeyinin olduğunu ifade eden Derviş, ancak etkilenme düzeyinin ülkeden ülkeye değişebileceğini bildirdi.

Derviş, Türkiye'nin, 2001 sonrasında gerçekleştirdiği yapısal reformlar ve bankacılık sektöründe aldığı önlemlerin meyvesini yediğini söyledi.

Derviş, küresel krizin, ekonomilerde daralma ve küçülme etkisi yaratarak büyümeyi düşürürken, enflasyon açısından olumlu etkisinin görülebileceğini de kaydetti.

Kemal Derviş’in açıklamalarından bazı satır başları şöyle:

Mutlaka 12-18 ay sürer

Zengin ülkeler için resesyon kaçınılmaz, ama süresi için bir şey söylemek zor. Ülkelerin ekonomik yapısına göre krizden etkilenme düzeyleri ve boyutları farklı olacak. Ancak birçok ülkede negatif büyüme çok olası. Finans krizi olarak başlayan ve doğru yönetilemediği için artık reel sektör krizine dönüşen süreç mutlaka 1 yıldan fazla sürecek… Sürenin ne kadar olacağını uygulanan politikalar ve alınan tedbirler belirleyecek.

‘Önlemlerde geç kalındı’

Alınacak önlemlerde geç kalınması, krizin reel sektöre yayılmasında önemli rol oynadı.

‘Gelişmişler az gelişmişleri sarsacak’

Zengin ülkelerin halen dünya ekonomisindeki payı yüzde 60’ın üzerinde. Sadece ABD’deki tüketim dünya tüketiminin yüzde 20’sini oluşturuyor. Dolayısıyla bu ülkelerdeki daralma ve talep düşüşü bütün dünyayı etkileyecek. Özellikle talep düşüşü ve kredilerde daralma yaşanacak. Bu kanalla gelişmekte olan ülkelerde de yavaşlama kaçınılmaz olacak. Başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere tüm dünyada yatırımlar azalacak.
Ülke ekonomilerindeki küçülme rakamları, ilgili ülkelerin ekonomilerinin büyüme ve dayanma gücüne göre belirlenecek.

‘Asya’ya yönelmek gerek’

Çin’de de büyüme yüzde 10’dan yüzde 7-8’e düşmüş durumda. Çin’de bir resesyon şu anda görünmüyor. Zengin ülkeler yerine Çin gibi büyüyen piyasalara daha fazla önem vermek gerekir. Türkiye gibi ülkelerin Doğu Asya piyasalarına yönelmesi çok yararlı olur.

‘Finans sektörü bu krizin 2001 kriziyle ortak noktası’

Bu krizin Türkiye’deki 2001 kriziyle benzerliği finans sektöründe çıkması. Bizde olduğu gibi bu kirzde de finans sektöründe sermaye erimesi gerçekleşti ve bankacılık sektörünün zaaflarının giderilmesi zorunluluğu doğdu. Finans sektörüne kamu sermayesi enjeksiyonu yapılması ihtiyacı oluştu. Dolayısıyla bu alanlarda bizim yaptığımız müdahalelerin aynısı yapıldı.

Finans sektörü zengin ülkelerde geçici olarak devletleştirildi. Dolayısıyla kamu sermayesi finans sektörünü kurtarmak durumunda kaldı. Hatta müdahale etmekte de gecikti. Devlet her şeyi garanti ettikten sonra finans sektöründeki kırılganlık ve iflaslar önlendi.

‘Kamu harcamaları artmalı’

Türev piyasaları gibi kompleks yatırım araçları ve mortgage kredilerinden kaynaklanan bu kriz zenginler kulübünde başladı. Bu finans krizi Asya krizi, Rusya krizi gibi bir kriz değil. Türkiye şanslıydı. Bizde olmayan daha kompleks yatırım araçlarından ve türev piyasalardan kaynaklanan bu krizde, bizim finans kurumlarımız bu araçlara yatırım yapmadığı için etkilenmedik. Dolayısıyla krizin tetikleyici etkisinden Türkiye gibi ülkeler uzak kaldı.

Ancak kriz reel sektörü etkileyecek bir krize dönüştü, tabii reel sektöre yayılınca Türkiye de etkilenmeye başladı. İhracatımız etkilenmeye başladı, kur şimdiden etkilendi. Yüksek cari açık ve cari açık finansman yapısından kaynaklanan sorunlar nedeniyle Türkiye daha da fazla etkilenebilir bu nedenle hazırlıklı olmalıyız. Şu anda bir panik, bir kriz söz konusu değil. Ama her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olmak ve reel sektör sorunlarına çözüm bulmak çok önemli.

Bu krizde mali yapısı sağlam olan ülkeler, ki Türkiye son 1-2 yılda bazı gevşemeler olmasına rağmen bu konuda biraz daha iyi durumda, özellikle de cari açığı olmayan ve bütçeleri fazla veren ülkeler avantajlı olacak.

Bu noktada maliye politikası araçlarını durgunluğa karşı kullanırsak ve kamu yatırımlarını artırırsak bu durgunluğu atlatabiliriz. Ancak mali yapıları zayıf, hem bütçeleri açık veren hem de dış açık veren ülkeler, kamu harcamalarını kullanırken çok dikkatli olmak zorundalar.

‘Kriz yönetimini AB, ABD’den daha iyi yaptı’

ABD’de tek bir mali otorite olduğu halde Avrupa bu krizin yönetiminde daha hızlı hareket etti. Özellikle kamu kredisinin bankalara yönlendirilmesinde ve bankaların likit ihtiyacının karşılanmasında başta İngiltere olmak üzere tüm Avrupa çok hızlı karar aldı ve uygulamaya geçti. İngiltere’nin öncülük yaptığı modeli ABD örnek aldı.

‘Resesyon enflasyonist baskıyı azaltacaktır’

Küresel finansal kriz ve durgunluk ülkeler üzerindeki talep yönlü enflasyon baskısını hafifletecek, emtia fiyatlarındaki gerileme de maliyet yönlü enflasyon baskısını azaltacaktır.
Zengin ülkelerin kamu otoritelerinin likiditeyi artırma eğiliminde olması enflasyonist bir etki yaratabilir. Enflasyonist baskıyı azaltacak önlemler konusunda dikkatli olmak gerekir.

'IMF dünya ekonomisinde eşgüdümü sağlamalı'

IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşları gerekli ve yararlı buluyorum. Bu kurumların finansmanına ve analizlerine birçok ülke başvuruyor. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu kurumlarda daha fazla söz ve pay sahibi olması gerekir. Dünya ekonomileri arasında eşgüdümü sağlayan kurumlara ihtiyaç olduğu için, bu kurumların tüm dünya ekonomilerini kapsayacak ve ülke ekonomileri arasında eşgüdüm sağlayacak bir yapıya kavuşması gerekir.