14 Aralık 2011 02:00
T24 - Doğan Akın, Birgün gazetesine verdiği ropörtajda, AKP-Gülen arasında çatlak çıktığı yönündeki haberlere ilişkin olarak "Gülen, kaybedeceği kavgaya girmez" dedi.
Birgün gazetesinden Onurkan Avcı'nın "Gülen, kaybedeceği kavgaya girmez" başlığıyla yayımlanan (14 Aralık 2011) yazısı şöyle:
Gülen, kaybedeceği kavgaya girmez
Başbakan Erdoğan’ın hastalığının hemen ardından çıkan “AKP’ye bir sonraki lider kim olacak” tartışması ve Cüppeli Ahmet’in tutuklanması gibi gelişmelerle gündemin en iştahlı konularından biri “AKP içindeki cemaat çatlağı” tartışması oldu. Bugünün Türkiyesi'nde üzerinde çok fazla konuşulamayan bu konuyu, yılların gazetecisi, T24 haber portalının Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ile konuştuk.
Daha 2010 yılında cemaatler arasında ‘fraksiyon kavgası’nın başladığını yazan ve İlhan Cihaner’in İsmailağa İddianamesini T24’te yayınlayan Doğan Akın, Gülen ve Erdoğan arasında kısmen bir çekişme olsa da bunun kavga niteliğinde olmadığını düşünüyor ve bu tezini temellendiriyor: Gülen Hareketi pragmatisttir ve kaybedeceğini bildiği bir kavgaya girmez.
Çatışma İslamcı medyadan okunabiliyor
- Gerçekten konuşulmaya başlandığı gibi cemaatler içinde bir rant kavgası mı başladı? Eğer öyleyse bu kavganın miladı sizce ne oldu ve bugüne kadar çıkmamasının nedeni nedir?
Cemaatler AKP iktidarına kadar geçen sürede devlet tarafından öncelikle bir “güvenlik” meselesi olarak ele alındı, daha doğrusu bir “güvenlik endişesi”nin kaynağı olarak değerlendirildi. Bu yaklaşımın, zirve noktası 28 Şubat süreci ve İslamcı partilerin kapatılması olan, son derece önemli sonuçları oldu. Ancak bu yaklaşımın paradigmayı değiştiren bir sonucu daha var ki, sorunun cevabını da içinde taşıyor. O sonuç, İslamcı gelenek içinde ve Milli Görüş çizgisinde yetişmiş bir kadro, parti kapatmalar ve 28 Şubat kararlarında somutlaşan yaklaşımlara rağmen 3 Kasım 2002'de tek başına iktidara geldi. AKP iktidarı dönemi, Fethullah Gülen hareketi de dahil olmak üzere, cemaatlerin devlet ve siyaset karşısında en rahat ettikleri dönemdir. Cemaatlerin “baskı grubu” niteliklerini dikkate alındığınızda, en rahat ettikleri bu dönemde devlet ve siyasete artan taleplerini yansıtmalarını da anlayabiliyorsunuz. Bunun kaçınılmaz sonuçlarından birisi cemaatler arası rekabetin çatışmaya da yol açması oldu.
- Bu çatışmayı izleyebildiğiniz zeminler nereler?
Birincisi medya... Milli Görüş çizgisinde Gülen cemaatine açık ve sert eleştiriler var. Mehmet Şevket Eygi'nin, Milli Gazete'de son haftalardaki yazılarında “teşkilat” adını taktığı Gülen cemaatini hedef alan yazıları dikkat çekiyor. Eygi, “teşkilat”ın “İçişleri'nde, yargıda, üniversitede, eğitimde kadrolaşmasını” eleştiriyor. Eygi diğer yandan, adını anmadığı Gülen cemaatini, cemaatle özdeşleşen iftar davetleri nedeniyle ağır eleştirilere tabi tutuyor. Mehmet Şevket Eygi, cemaatin bu davetlere Rum, Ermeni, Yahudi cemaatlerinin ruhani liderlerini çağırırken İslami cemaatlerin liderlerini çağırmadığını öne sürerek tepki gösteriyor. Eygi cemaate tepkisini, bu iftar davetlerinin “fuhuş mahalli otellerde” verildiği iddiasına kadar götürüyor, bunları Milli Gazete'deki köşesinde açıkça yazıyor. Gülen cemaatinin bu yazılardan çok rahatsız olduğunu düşünmek için medyum olmaya gerek yok. Elbette çok rahatsızlar ve bu tür tepkilerin, eleştirilerin cemaatin adını anmadan ama cemaate işaret ederek yapılmasını ayıpladıklarını söyleyebiliriz.
- Peki neden cemaatin adını anmadan yapılıyor bu eleştiriler?
Bilemiyorum. Ne olursa olsun “kol kırılır yen içinde” geleneğinin bir etkisi olabilir. Diğer yandan Gülen cemaatinin gücünün İslamcı çevrelerde de yarattığı bir çekingenlik olabilir.
Gülenci bürokrasinin "ayıklanmak" korkusu
- Cemaatler arasında çatışmada Gülen cemaatinin durumu ne?
Gülen cemaati, medya grubuyla, AKP iktidarları dönemiyle rahatlayan ortamda artan gücüyle en önemli grup. Ancak Gülen cemaatinden bazı kimselerin de, devlette Gülen cemaati mensuplarının ayıklandığı, en azından ayıklanacağı gibi kaygılar dile getirdiklerini duyuyoruz. İslami bir hayat tarzı konusunda en kararlı yazarlardan olan Mehmet Şevket Eygi'nin “teşkilat emniyette, yargıda, eğitimde, üniversitede kadrolaşıyor” türündeki eleştirileri de cemaat cephesinde “ihbar” olarak değerlendirenler var. Cemaate yakın isimlerden biri olarak adı geçen Ramazan Akyürek'in Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nin başından alınması önemli. Hrant Dink katledildikten sonra değil, ki çok eleştirildi o konuda, cinayetle ilgisi olmayan bir zamanda alındı Akyürek. Üstelik bu işleme karşı dava da açtı! Erdoğan'ın “dur” dediği noktalardan biri olarak görünüyor Akyürek'in görevden alınması.
“Gülen, Erdoğan'ı domine edemeyeceğini bilir"
- AKP’nin içinde, özellikle bir süredir sizin tabirinizle fraksiyon çekişmesi yaşandığı söyleniyor. Kadiri olan Erdoğan’ın, Gülenci olarak bilinen bazı vekilleri bu dönem Meclis dışında tuttuğu, Gülen’in pastadan daha çok pay almak için en çok örgütlü olduğu kuruluş olan emniyet aracılığıyla kimi zaman AKP’yi zor durumda bırakacak operasyonların startını verdiği konuşuluyor. Siz bu tespitlere katılıyor musunuz?
Ben “fraksiyon çekişmesi” ifadesini, cemaatler arasındaki rekabeti anlatan bazı yüksek bürokratlardan dinleyerek yazmıştım. Gerçekten de Milli Eğitim'den Maliye'ye, İçişleri'nden Hazine'ye bir dizi bürokratik kademede, özellikle atamalar konusunda cemaatler arasında bir rekabet, bir çekişme yaşandığını biliyoruz. Bunların, “makam aracı, oda vermeme, sekreter tahsis etmeme” gibi klasik bürokratik tavır kalıplarıyla belli edildiğini de duyuyoruz. Cemaatin, emniyeti kullanarak AKP'yi zor durumda bırakacak bir planı veya bu sonucu alacak bir örgütlenmesi olduğu ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın böyle bir şeye tahammül edeceğini düşünmek gerçekçi değil. Evet, AKP'nin tabanı Gülen cemaatiyle çakışmıyor, ancak bu ne böylesine açık çatışma senaryoları yazmak için yeterli, ne de cemaatin tabanının AKP'yi desteklemesini engelleyen bir durum. Fethullah Gülen cemaati, üçüncü seçimde de, seçime katılıp da oyları geçerli sayılanların yaklaşık yüzde 50'sinin oyunu alan AKP ve lideri Erdoğan'ı domine edemeyeceğini bilecek kadar bir
birikime ve pragmatizme sahip.
‘Şike'den önce Mavi Marmara işaret oldu"
- Son olarak Erdoğan’ın hasta olduğu dönemde Gül’e ikinci kez yollanan Şike Yasası, bu kavganın artık su yüzüne çıktığı an mıydı?
Anlaşmazlığın su yüzüne çıktığı başka olaylar da var. Üstelik şike yasasına ilişkin düzenlemeye itirazı sadece cemaat etkisine bağlamak aşırı bir yorum. Ancak Erdoğan'ın dünayı ayağa kaldırmaya çalıştığı Mavi Marmara olayında Fethullah Gülen çıkıp, o geminin oraya gitmesinin engellenmesi gerektiği yolunda bir açıklama yaparak hükümeti doğrudan eleştiren bir açıklama yaptı. Aleviler konusunda da AKP ve cemaat arasında makasın açılmakta olduğu görülüyor. Cemaatin önemli isimlerinden Hüseyin Gülerce'nin Sünni'leri Aleviler konusunda özeleştiri yapmaya çağırması, “ayıptır, günahtır” ifadeleriyle Alevilerin sorunlarına dikkat çekmesi ilginç. Eğer AKP ve Erdoğan zayıflamakta olan bir partive lider olsaydı, Gülen cemaatinin çok daha nüfuz edeceği bir manzara ortaya çıkabilirdi.
- İsmailağa Cemaati’ne ilişkin İlhan Cihaner’in hazırladığı iddianameyi siz de T24 olarak yayınlamıştınız. O dinlemelerde İsmailağa’nın AKP’den bazı konularda memnun olmadığı, daha çok şey almak istediği görülüyordu. Diğer cemaatler için de sizce bu durum geçerli değil mi?
İsmailağa cemaatinin AKP'ye tepki gösterdiği konulardan biri de Gülen cemaatidir. Zira İsmailağa cemaati “ılımlı İslam projesinde görevlendirilenlerin AKP ve Gülen cemaati olduğunu” öne sürüyor. Ve AKP tarafından daha merkeze çekilmeye çalışılan İsmailağa cemaatinin Gülen cemaati içinde eritilmeye çalışıldığını, ancak bunu reddettiklerini açıklıyor. Gülen hareketi dışındaki cemaatlerin yeniden dizayn edilip edilmediklerini, ediliyorsa bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum.
“Gülen, İsmailağa'yı merkeze çekmek istiyor”
- Son olarak; Cüppeli Ahmet’in tutuklanmasını “Gülen Hareketi haricinde nispeten daha ufak cemaatler tekrar dizayn ediliyor” tezi öne sürüldü. Buna katılır mısınız?
Cemaat mühendisliği konusunda bir fikrim yok, ancak Gülen cemaatinin de bir toplum mühendisliği projesi içerdiği yolunda görüşler dile getiren Ayşe Hür ve bu konuda yazı yazanları izliyorum. Evet İsmailağa, - söz cübbeli Ahmet Hoca'dan dışarı – Gülen cemaatine göre çok daha az dünyevi görünmeye çalışan bir cemaattir. Gülencilerin İsmailağa grubundan çok hazzettiklerini sanmıyorum.
- Mehmet Eymür, MİT’te Gülen’e yakınlığıyla bilinen bir isimdi. Son olarak onun ifadeye çağırılması sizce neye işaret. Gülen ve Erdoğan, emniyet ve istihbarat üzerinden de bir bilek güreşine girmiş olabilirler mi?
Eymür'ün ifadesinden yansıyan bilgiler, gerekçesi ne olursa olsun, faili meçhul cinayetler konusunda doğru bir adrese gidildiğini gösteriyor. Gülen cemaati Erdoğan'la bilek güreşine girmez. Cemaati iyi bilen isimlerden Fehmi Koru'nun ifadesiyle “Cemaat Erdoğan'la bilek güreşine girerse yenileceğini bilir.”
"Gülen de aynı dertten muzdaripken Şık'a sessiz kaldı"
- Gülen’in son yıllarda neden bu kadar dokunulmazlaştığını sormayı atladığımı fark ettim. Türkçe olimpiyatları, devlet televizyonunda adeta resmi bayram gibi naklen verilirken, Gülen’i hedef alan henüz basılmamış bir kitap yüzünden tutuklamalar olduğunu gördük. Oysa bundan daha birkaç sene önce daha kapsamlı ve daha eleştirel kitaplar vardı Gülen ile ilgili. Örneğin o zaman neden dokunan yanmıyordu? Ne değişti?
Fethullah Gülen, bugünkü ifadeyle "dokunulmaz" değilken hakkında davalar açılmıştı. Bunlardan en önemlisi DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in açtığı davaydı. Ancak beraatle sonuçlandı. Ve o davada da Gülen'in kitapları suç kanıtı olarak öne sürülmüştü! Ahmet Şık'ın, yayımlanmamış kitabı nedeniyle tutuklanması ve bu çalışmanın "örgüt üyeliğine kanıt" diye gösterilmesi Ahmet Şık'tan sonra Gülen cemaatinin, hükümetin, emniyet ve yargının talihsizliğidir. Avrupa Birliği'nin hazırladığı Türkiye İlerleme raporunda Türkiye, Gülen cemaatini eleştiren bir kitabın tutuklama gerekçesi sayıması nedeniyle eleştiriliyor. Gülen cemaati, Fethullah Gülen'in de kitapları nedeniyle suçlandığını hatırlayıp Şık'ın kitap çalışması nedeniyle tutuklanmasına karşı çıkmayarak, ifade özgürlüğünü savunma açısından çok önemli bir fırsatı kaçırdı. Bir yandan da unutmamak gerekir ki, Murat Belge, Ahmet Altan, Aydın Engin, Oya Baydar ve Fehmi Koru gibi Ergenekon soruşturmasının önemine inanan çok yazar Şık'ın kitap çalışması için tutuklanmasını eleştirirken Başbakan çıkıp "Bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir" gibi bir açıklama yapabildi. İfade özgürlüğüne karşı cemaati kapsayan, ama onu da aşan bir tahammülsüzlük karşısındayız. Değişen ne diye sorarsanız; Türkiye tarihinde örneği pek görülmemiş kuvvette bir iktidarın sahibi İslamcı gelenekten gelen bir kadro oldu. AKP "İslamcılıktan" ibaret bir parti değil elbette, ancak ciddi bir tahammülsüzlük sorunu var.
Cemaat, Hikmet Çetinkaya ile görüşmüş
- Gülen cemaatine yönelik en hafif ama en yaygın eleştirilerden biri olan 'şeffaflık eleştirisi'ne katılıyor musunuz?
Evet, cemaate yönelik en ciddi eleştiriler bu noktada odaklanıyor. İslamcı, muhafazakâr kesimde de bu eleştiriyi yapanlar var. Örneğin AKP MKYK üyesi Ayşe Böhürler, Yeni Şafak'taki köşesinde bu eleştiriyi yaptı. Diğer yandan cemaat, bu eleştirilerin artması üzerine ilk kez bir toplantısını medyaya açtı. Cemaatin 100'ün üzerindeki ülkede çalışan temsilcilerini buluşturan İstanbul toplantısına bütün gazeteciler çağrıldı. Dört-beş ay önceki o toplantıya gittim ve cemaate şeffaflık eleştirisi yönelten hiçbir gazeteciyi görmeyerek şaşırdım. İlginç bir toplantıydı, örneğin cemaatin, Fethullah Gülen'e en sert eleştirileri yönelten Hikmet Çetinkaya ile yaklaşık iki saatlik bir kahvaltıda buluştuğunu o toplantıda öğrendim. ABD'de düzenledikleri Türk festivalinin sponsorluğunu yapanlar arasında bu ülkedeki Ermeni diasporasının da bulunduğunu yine o toplantıda öğrendim. Bunların hepsini T24'te yazdım. O toplantı, Türkiye'de gazetecilerin Gülen cemaati ve başka birçok konuda çok daha ciddi çalışması gerektiğini düşündürdü bana.
© Tüm hakları saklıdır.