Gündem

Doç. Dr. Osman Balaban: Kente bakışımız radikal bir biçimde değişmeli

" ‘Mega projeler’, hepimizin ortak yaşamını daha sağlıklı bir yer yapmayı hedeflemiyor"

20 Temmuz 2017 13:53

ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Doç. Dr. Osman Balaban, İstanbul’da son yağan şiddetli yağışla gündeme gelen altyapı sorununu değerlendirdi. Kente ve kentin gelişimine olan bakışımızın radikal biçimde değişmesi gerektiğini söyleyen Balaban, “8 yıl önce de benzer felaketler yaşandı ama gerekli dersler çıkarılmadı” dedi.

Birgün gazetesi'nden Rabia Yılmaz'ın Doç. Dr. Osman Balaban ile gerçekleştirdiği röportaj aynen şöyle:

İstanbul’da şiddetli yağışın ardından ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendirirsiniz?

Şunu bilmekte ve söylemekte yarar var: Bunu, bundan sonra sıklıkla karşılaşacağımız manzaralar olarak ele almak lazım. Özellikle de aşırı yağış meselesini bundan birkaç hafta önce yaşanan sıcaklık dalgasından da ayrı düşünmemek lazım. Biliyorsunuz; bundan 2-3 hafta önce Türkiye’nin pek çok kentinde sıcaklıklar alışık olduğumuz seviyelerin çok üzerinde seyretti ve bu belli bir süre de devam etti. Önce bir sıcaklık dalgasına maruz kaldık, arkasından aşırı yağış ve bu yağışın sebep olduğu taşkınlarla karşılaştık. Şimdi bu yağış durumu, aslında iklim değişikliği dediğimiz ve uluslararası toplumunda çözmek için aşağı yukarı 20-30 yıldır çaba sarfettiği küresel sorunun yansımaları ve etkileri. Genel olarak bu ve bu konuya yaklaşımda ‘1 ayda yağan yağış çok ani bir biçimde gerçekleşti’ gibi birtakım bahanelere kaçmanın hiçbir gerçekçi yanı da, anlamı da yok. Yani bu bir realite. Bu çağımızın özellikler küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunuyla karakterize olmuş çağımızın gerçekliği. Bundan kaçma şansımız yok. Ancak ve ancak buna uyum gösterme, bununla yaşayabilecek kapasiteye sahip olma şansımız var.

İstanbul’da ortaya çıkan görüntüler bize yeniden alt yapı eksikliğini ve dolayısıyla yönetimsel hataları da tekrar hatırlatmış oldu. Ne yapılmadı da yeniden bu tabloya karşılaştık?

Küresel ölçekteki bu sorunu, bu durumla bundan sonra yaşamak zorunda olduğumuz gerçeğini herkesin bildiğinden emin değilim. Özellikle de yasa yapıcıların, siyasetçilerin ve kent yöneticilerinin bu konudaki bilgi ve bilincinin çok detaylı olduğu kanısında değilim. Türkiye hâlâ Paris Anlaşması’nı onaylayıp taraf olmak istemiyor. Bu bile zaten bizim bu konuyu yeterince ciddiye almadığımızın göstergesidir.

"Kenti, üzerinden para kazanılan bir yer olarak görüyoruz"

Bütün bunların yanında kenti üzerinden para kazanılan, çeşitli projeler yaparak ekonomiye dinamizm kazandıran bir yer olarak görmekten vazgeçip kentin hem insanların hem de insanlarla yakın bir ilişki içerisinde olan diğer canlıların ortak bir yaşam alanı olarak görme anlayışını bir defa kabul etmemiz ve de bu ortak yaşam anlayışında hepimizin yaşam çıkarını en yükseğe çıkaracak bir biçimde kenti geliştirmek, planlamak ve yönetmek anlayışına idrak etmeliyiz.

"Radikal bir biçimde değişmeliyiz"

Peki daha sonra nasıl bir yol izlenmeli? Altyapı sorunu çözülemeyen bir sorun olarak karşımızda duruyor. Sonrasında altyapıyla ilgili yapılması gerekenler işin içerisine girecek, kentin yeşil alanlarının planlanması ve sistematik bir süreklilik kazanması için yapılması gerekenler gelecek. Ama dediğim gibi öncelikle bizim kente ve kentin gelişimine olan bakışımızı çok radikal bir biçimde değiştirmemiz gerekiyor. Biz kente belli bir nüfus için altyapı planlaması ve inşası yapıyor, sonra da orada bütün açık alanları tekrar yapılaşmaya açarak oradaki yoğunluğu, o altyapıyı kaldıramayacağı bir düzeye çekiyoruz.

20-30 yıldır İstanbul’un yönetimini üstlenenler mega projeler yapıyor, ancak altyapı problemini çözmüyorlar.

Şimdi bu işin tabi ki birinci derece sorumlusu yönetimdir. Sadece yerel yönetimi ben sorumlu tutmuyorum. Elbette büyükşehir belediyesinin önemli bir sorumluluğu var, ama merkezi yönetimin sorumluluğu da yerel yönetimin sorumluluğundan hiç az değil. Bugün İstanbul’da sözünü ettiğimiz bu ‘mega proje’ diye tarif edilen projelerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendi inisiyatifiyle meydana gelen projeler değil. Bunların önemli bir kısmı yine merkezin İstanbul’a dayattığı projeler. Burada biraz yerel yönetimin yaşadığı olaylardan ders alıp kenti geliştirme ve yönetme gibi politikalara önem vermesi gerekiyor. Bakın 2009 yılıydı. 2009 yılında Ayamama Deresi taştı, 30 can kaybı ve milyonlarca lirayla ifade edilebilen hasar meydana geldi. 2009 ve 2017 geriye kalan 8 yıl içerisinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ya da merkezi yönetimin İstanbul’da yürüttüğü projelerde, siz hiç bu tür taşkın olaylarına karşı dayanıklılığını arttıracak, bu riski en aza indirecek projeye yönelik bir gündem yarattığını hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyoruz ama bunun aksine bu tür kırılganlıkları daha da artıracak projeler görüyoruz. Yapılan hatalardan ders alınmadığını görüyoruz. ‘Mega projeler’, hepimizin ortak yaşamını daha sağlıklı bir yer yapmayı hedeflemiyor. Onların hepsi kent üzerinden daha fazla para kazanmayı ve inşaat sektörünü canlı tutup ekonomik büyümeyi hedefliyor. Kenti böyle yönettiğiniz zaman kırılganlıklarımızı kaçınılmaz olarak arttırırsınız.

Kadir Topbaş, İstanbul’da yaşananların Londra metrosunda da yaşandığı yönünde bir açıklama yaptı. Bunu örneklendirmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu açıklamanın sorumluluktan kaçmak için yapıldığını düşünüyorum. Yani sorumluluktan kaçmak yerine sorumluluğu almak ve bu sorumluluğun görevini yerine getirecek hassasiyeti gösterebilmek lazım. Bu açıklama, ‘Bakın bu her yerde oluyor. Bizde olmasında yadırganacak ve garipsenecek bir şey yok’ demektir ve bir normalleştirme sürecidir. Oralarda bunlardan ders alındığını, bunlarla ilgili gerekli sonuçların çıkarıldığını ve daha sonra bu tür manzaraların tekrar tekrar karşılaştırılmasını önlemek için yapılması gerekenlerin yapıldığını görüyoruz. Yönetimin bunu da görmesi gerekiyor. ‘Amerika’da bile oluyor’ demek yöneticilerin kendilerinin de farkında oldukları sorumluluklarından kaçma çabasıdır.

Hükümet de yaşananların bir ‘afet’ olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Başka ülkelerde afet görülmemesi, ama bizde afet olarak görülmesini de normalleştirme sürecinin bir ürünü olarak görebilir miyiz?

Doğal olan şey aşırı yağış. Bunun önüne geçemeyebilirsiniz, ama her doğal yağışın afete dönüşmesi kaçınılmaz değildir. Zaten iyi yönetim bu tür doğal olayların büyük bir afete dönüşmesini önleyebilen yönetimdir. Deprem de doğal bir olaydır, ama Japonya’da deprem olduğunda kentler yerle bir olmuyor. Ama başka bir yerde bütün bir sistemi yok edebiliyor. Doğal olarak depremi önleyemezsiniz, ama o depremin sonuçlarına hazırlıklı olup o depremin yarattığı riskleri ve afet durumunu en aza indirebilirsiniz. Aynı şekilde taşkınlarda ve aşırı yağışlarda olduğu gibi.