T24- Diyarbakır’da açılımın durması hayak kırıklığına, KCK operasyonları tepkiye, ölümler acıya ciddi adımlar görmemek kırgınlığa yol açmış. Halk iktidardan hamle bekliyor. Radikal gazetesi yazarı Oral Çalışlar, son gelişmelerin Diyarbakır’a nasıl yansıdığını yazdı. İşte Çalışlar’ın bugün (27 Haziran 2010) yayımlanan haberinin tam metni:
Ulu Camii’nin önünde ‘sözünü sakınmayan, korku sınırını aşmış’ bir dil hâkim. Diyarbakır Baro Başkanı Aktar, kentin nabzını tutmak için aradığım ilk isim.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker Diyarbakırlı. Onun davetiyle Diyarbakır’a geldik. Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’nun hazırladığı projelerin ele alındığı kalabalık bir toplantıya katıldık. Avrupa Birliği’ne uyum süreci içinde tarım alanında ne gibi destekler sağlandığını anlattı Mehdi Eker. “Hemşerilerim” diye sesleniyor, hükümetin bölgeye yaptığı yatırımları, sağlanan destekleri rakamlarla dile getiriyordu. Konuşmasının sonunda ise ‘demokratik açılım’ı ele alan Eker, sözlerini “Türkiye ne zaman bir hamle yapsa terörle karşılaşıyor” şeklinde sürdürdü.
Bir kulağımız Bakan’da, diğer kulağımız da, son günlerde yaygınlaşan ve ölümlerle sonuçlanan PKK saldırılarındaydı. Diyarbakırlıların ne düşündüğünü, nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar ilk aradığım isim oldu. Bölgenin nabzını tutan isimlerden birisi.
40 yıllık arkadaşım, işadamı ve DİSİAD (Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği) Başkanı Raif Türk, sağduyusuna güvendiğim yöre insanlarından biri. Onunla da son gelişmeleri konuştum. Tabii hepsinden önemlisi sokak. Sokağın ruh halinin ne olduğunu, son saldırıların sokakta nasıl izler bıraktığını büyük bir dikkatle inceledim.
Bakan Eker, Ergani’de asker cenazesine katılmak için programını değiştirdi. Bir kısım gazeteci meslektaşımız onunla giderken bizler de Diyarbakır sokaklarına daldık. Cenazeyi izlemeye giden gazeteci arkadaşlarımız Kürt zılgıtlarıyla kaldırılan asker cenazesinden ilginç bir ayrıntı aktardı: Cenazede bir grup MHP’li, kurt işaretleri yaparak ‘Türkiye Türklerindir’ diye bağırmışlar. Slogan çok destek görmemiş... Sloganı atan MHP’lilerin Kürt olmasının içerdiği ironi dikkat çekici...
Öfke daha çok hükümete yönelik
Diyarbakır, tedirgin. Ancak, bu tedirginlik, kendisini, bazı kesimlerce aktarıldığı gibi PKK’ya yönelik bir öfke olarak ifade etmiyor. Asıl tepkinin AK Parti hükümetine ve devlete dönük olduğunu görmek mümkün. AK Parti’ye tepkili olanlar içinde son seçimlerde AK Parti’ye oy verdiğini söyleyenler de var.
Bölgenin sivil toplum örgütlerinde ağır basan algı biçimi, asıl harekete geçmesi gerekenin hükümet olduğu yönünde. Silahların susması için hükümetin daha ciddi ve inandırıcı adımlar atmasının gerektiği düşünülüyor. KCK tutuklamalarının sürüyor olması, tepki gösterilen noktaların en önemlilerinden. Ergenekon davasında, paşaların, “Kaçma şüphesi yok, delilleri karartma olanağı yok” denilerek bırakılmalarını eleştiren yörenin hukukçuları, “Bizim belediye başkanı, parti yöneticisi ve avukat müvekkillerimiz için bu gerekçeler daha fazlasıyla var olduğu halde, şimdiye kadar bir kişi bile bırakılmadı. Bu da bir ayrımcılık değil mi?” diye soruyorlar.
‘Muhatabı Öcalan’
Ulu Cami önündeki Diyarbakır’ın siyaset meydanı olarak tanımlanabilecek küçük masalara ve taburelere dağılmış insanlarla konuştuğunuzda, burayı bilmeyen insanlar için son derece hayret verici olabilecek değerlendirmelerle yüz yüze gelebilirsiniz.
Sözlerini sakınmayan, korku sınırını aşmış bir tepkinin buradaki insanlar üzerindeki etkisinin giderek arttığını görüyoruz.
Yörenin insanları, devletin yaptıklarını, yaşadıkları acı tecrübeleri anlatıyorlar... Konunun tarafı konumunda olduklarını hissediyorsunuz... “Benim ailemden yedi kişi faili meçhul cinayetlerde, yargısız infazlarda, dağda yaşamını yitirdi” diye anlatıyor, tanınmış bir Diyarbakırlı. “Bir kuzenim vardı, tek eliyle beni havaya kaldırırdı. Dağa gitti. Aslan gibi çocuğun nerede öldüğünü, mezarının nerede bulunduğunu bile bilmiyoruz. Bu nedenle barışı en çok ben istiyorum. Çözümü en çok ben istiyorum” diye sürdürüyor konuşmasını. Ama devlete, hükümete tepkisini de sakınmadan söylüyor.
Diyarbakır’daki tedirginlik dikkat çekici, ama bir diğer yönden bakınca da kararlı bir ruh halini algılamak mümkün. Kimlik haklarının arkasında korkusuz şekilde duruyorlar. “Dilimize, kültürümüze, kimliğimize saygı istiyoruz. Bu haklarımızın Anayasal güvence altına alınmasını istiyoruz. PKK’nın dağdan indirilmesi konusunda ise Öcalan’ın dikkate alınmasından yanayız. Öcalan olmadan olmaz.” şeklinde tanımlanabilecek bir havanın kente egemen olduğunu gözlemlemek mümkün. Yörenin siyasi ve kültürel merkezi olan Diyarbakır’ın bölgede oluşan hemen hemen bütün eğilimlerin başlangıç noktası olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Diyarbakır’dan yayılan havanın Türkiye’nin diğer yörelerinde pek algılanmaması, hissedilmemesi konunun bir diğer dramatik boyutu. Türkiye’nin batısının olayları yalnızca ‘PKK terörü’ diye algıladığını ve Kürtlerde oluşan derin ruhsal kırılmanın önem ve sonuçlarını hesap edemediğini görüyoruz.
AK Partili bakanların, milletvekillerinin ve bölgedeki parti yöneticilerinin Kürtlerin son dönemdeki psikolojisini daha iyi algılayabiliyor olmaları gerekiyor. Algılayabildikleri gerçekliğin ne kadarını hükümete ve partilerinin yönetimine aktarabildiklerini, aktardıkları durumlarda ne kadar ciddiye alındıklarını değerlendirmemiz tabii ki zor.
Bölgenin AKP’li yöneticilerinde de bir tedirginlik var. Demokratik adımların atılamamasının yörede yarattığı hayal kırıklığı ve tepki onlara da yayılıyor. Bakan Mehdi Eker’e ve masada birlikte oturduğumuz yöneticilere toplantıda BDP’li belediye başkanlarının neden bulunmadığını sorduğumda şöyle bir cevap geldi: “Onlar izinsiz hiç bir şey yapamıyorlar.” PKK’nın BDP üzerindeki egemenliğine gönderme yapan bu ifade üzerine ben de “Yasal Kürt partilerini kapatırsanız, kapatamadığınız tek parti olarak PKK kalır ve en güçlü o olur” dedim. Bu değerlendirmeme onay şeklinde kafa sallayanlar oldu.
Mehdi Eker ise, “Onlar, kendi kapatılmalarını da engelleyecek parti kapatmayı zorlaştıran maddeye bile oy vermediler” dedi.
‘Başbakan’ın sözleri olumlu ama’
Havaalanında BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’la karşılaştık. Sürecin nasıl gelişecebileceğine ilişkin tahminlerde bulunduk. “Ne olacak” soruma Demirtaş çaresiz bir şekilde ellerini havaya kaldırarak “Biz ne yapabiliriz ki! Silahların patladığı yerde söz bitiyor” yanıtını verdi. BDP Başkanı, bu sözlerinin ardından, Başbakan’ın dün yaptığı konuşmada yer verdiği iki cümleye dikkat çekti: “PKK silah bırakırsa, operasyonlar da minimize edilebilir.” Demirtaş, Başbakan’ın hâlâ çekingen bir dilinin olduğunu, “silah bırakırsa” diyerek kısa vadeyi göz ardı eden bir üslup kullandığını düşünüyor.
Demirtaş’ın sözlerinden dolaylı olarak anladığım şu: PKK’nın şu aşamada ‘silahları bırakması’ndan söz eden bir uslup, gerçekçi bir uslup değil. Demirtaş, ‘silahların susması’ ifadesinin daha yerinde ve bugünün somut koşullarına daha uygun olduğu görüşünde.
Diyarbakır üzerinde yarım saat tur
Diyarbakır Havaalanı’na doğru iniş için alçalmaya başladığımız an uçağın pilotu ilginç bir anons yaptı:
“Havaalanındaki park sorunu nedeniyle 20 dakika havada dolaşacağız ve öyle ineceğiz.” Diyarbakır kentinin üzerinden tur atmaya başladık. Tam yarım saat gecikti inişimiz. İndiğimizde bunun neden kaynaklandığını sorduğumda şu cevabı aldım:
“Burası askeri havaalanı. Sivil uçakların park edebilmesi için üç uçaklık yer var. Dördüncü uçağın inmesi mümkün değil.”
Diyarbakır’da bir süredir havaalanı sorununun çözülmesi için imza toplandığını biliyorum. Türkiye’nin İstanbul ve Ankara’dan sonra en çok iç hat seferi yapılan havaalanı olduğu söylenen Diyarbakır’a üç uçağın park edebileceği bir yer verilmesinden çeşitli sonuçlar çıkartmak mümkün... Ayrıca bu havaalanı yurtdışı inişlerine de kapalı. Yurtdışından Diyarbakır’a gelen yolcular, başka bir havaalanında gümrükten çıkıp eşyalarını alıp, yeniden o eşyaları Diyarbakır uçağına yüklemek zorundalar. Yurtdışından gelen kalabalık bir ailenin eşyalarını alıp yeniden başka bir uçağa binmek için çekeceği sıkıntıları artık siz düşünün...
Diyarbakır’a inişimiz böyle bir sürprizle başladı. Konuyu Diyarbakırlılara sorunca tepkilerini şöyle dile getirdiler:
“Burası bölgenin en eski havaalanı. Nüfusu ve ticari potansiyeli nedeniyle en çok uçağın indiği yer. Çevremizde sonradan açılan havaalanlarında bile yurtdışı bağlantısı var, burada yok. Yıllardır bu soruna bir çözüm üretilmesini bekliyoruz. Bu kısıtlamalar nedeniyle çok zarara uğruyoruz. Örneğin buraya yurtdışından direkt turist gelmesi bile mümkün değil.”
Dönüşte havaalanında üç sivil uçak duruyordu. Üçü de büyük boy olan bu uçaklar kalkış için manevra yapmakta zorlandılar. Birbirlerine çarpmamak için son derece dikkatli hareket etmek durumunda kaldılar.
Uçakta elime sarılan kadın...
Uçakta koridorda yürürken orta yaşlı bir kadın ağlamaklı gözlerle elime sarıldı. Tedirgindi, alçak bir sesle konuşuyordu. “Siz bizim ruh halimizi en iyi anlatanlardansınız. Daha çok anlatın. Bir araya gelin. Bir şeyler yapın. Bu kan dursun. Çok acı çekiyoruz. Ben çocuklarımı kurtarabilmek amacıyla İstanbul’a taşındım. Yine de sık sık Diyarbakır’a gelmek zorunda kalıyorum. Çünkü yakınlarımızdan gençler dağlarda yaşamlarını yitiriyorlar. Taziyeye geliyorum.” Tekrar elime sarılıyor. “Ne olur bir şeyler yapın” diye ısrarını sürdürüyor. Çaresiz şekilde birbirimize bakıyoruz. Gözlerinden yaşlar damlıyor. (Radikal)