Yılbaşı kutlamalarının evrensel olduğunu belirten Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, içene de içmeyene de baskı yapılmaması gerektiğini söyledi.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, “Ötekine tahammülümüzü yitirdik, yargılayıcı, adam etmeci anlayışı geride bırakalım” çağrısı yaptı.
Mililyet gazetesinde yayımlanan habere göre; CHP’nin “çarşaf açılımı”, AKP’nin Edirne’deki dayanışma yemeğinde rakı içilmesi, yılbaşı kutlamaları ile mahalle baskısı konularını da değerlendiren Bardakoğlu, “Bu parkurda bir başkası niye bizimle beraber, demek yerine, yanımızdan geçenlere, bizimle beraber yürüyenlere selam vermesini öğrenebilirsek, o zaman mahalle baskısını çözmüş oluruz. Yılbaşını kutlamak evrensel bir olgudur. İçki içmek isteyene de, içmek istemeyene de hiçbir baskının olmayacağı, özgürlüklerin giderek geliştiği toplumu hayal etmeliyiz” dedi.
Milliyet’in sorularını yanıtlayan Bardakoğlu, şu mesajları verdi:
İNSANLIĞA KÖTÜLÜK: İsim vermeden değerlendireceğim. İnsanların dinini, dilini, etnik kökenini ölçü almak ve bundan hareketle teoriler üretmek, insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. İnsani temel hasletleri henüz kavrayamadığımızı gösteriyor. Bunları aşmalıyız. Bu tip yaklaşımlar, hiçbir zaman olumlu karşılık bulmayacak.
ANADOLU İNSAN MOZAİĞİ: Bu konuları gündeme getirenler hatta kınayarak gündeme getirenler, dahi bu ayrışmayı artırmış olurlar. Hepimiz Hazreti Adem’in, Hazreti Havva’nın çocuklarıyız. Aynı anne-babanın çocuklarıyız. Kuran da Peygamberimiz de böyle der. Birçok medeniyete ev sahipliğini yapan Anadolu, bu medeniyetlerin her birinden istifade eden büyük bir insan mozaiğidir. Böyle olduğu için Anadolu insanının kendine özgü hoşgörüsü vardır ve bu topraklarda hiçbir zaman meşrep, etnik köken tartışmaları derinlik kazanmamıştır. Bundan sonra da kazanamayacak, halkın sağduyusu tarafından reddedilecektir.
Mahalle baskısı nasıl çözülür?
KİMSE RAHATSIZ OLMASIN: (Çarşaf açılımı ve içkili masa için) Siyasi yoruma girmem. Türkiye’de ifade özgürlüğü, kendini gerçekleştirme, olduğu gibi ifade etme bilinci giderek artıyor. Sosyoloji gözüyle bakmaya çalışıyorum. Eskiden gözlerimiz belli hayat tarzlarına, insan tiplerine alışkındı. Artık Türkiye’de insan trafiğinin arttığı hayat tarzına geçtik. Şehirleşme, şehir nüfusu arttı. Eskiden köye mahsus gördüğümüz birçok davranış modelinin, şehirlerde olduğunu görmeye başladık. Eskiden lüks lokantalarda, belli alanlarda gördüğümüz insan manzaraları da giderek değişti. İnsan tipleri de değişti. Kimse rahatsız olmamalı. “Bu alan benim alanımdı, niye başkaları da bu parkurda geziniyor?” diye sormak yerine yanımızdan geçenlere selam vermesini öğrenebilmeliyiz. Bunu başarabilirsek o zaman mahalle baskısını çözmüş oluruz.
ÖRNEKLER HER YERDE: “Mahalle baskısı var mı, yok mu?” tartışmasını kamuoyunu yönlendirmeye yönelik, hatta bilinen ortam nedeniyle siyasi tartışma olarak görüyorum. 100 bin personeli ile dini hareketliliği en iyi izleyen kurumlardan biriyiz. Bu konu da, o bakımdan günümüz toplum mühendisliğinin bir parçası haline geldi... Mahalle baskısı adı altında toparlayabileceğimiz, insanların gücü yettiği insanlara şöyle veya böyle baskı yaptığı değişik örneklere her yerde rastlarız. Batı toplumunda da vardır. Ama bunu toplumun genel resmi olarak verirsek Türkiye’ye haksızlık etmiş oluruz. Siyasi tartışmaları siyasi tartışmalarla yapalım. Dini karıştırmayalım.
YABANCILAR SORUYOR: Dışarıdan gelen heyetler bana hep o soruyu soruyorlar, soracaklar: “Siz hep hoşgörüden, dini, dili, ırkı, etnik kökeni sebebiyle insanların incitilmemesi, ötekileştirilmemesi gerektiğinden söz ediyorsunuz, ama bak şu kadar resim, görüntü haber var, ne oluyor”. Genelleme yapmak yerine, olumsuz örneklerin eksik olmayacağını bilmeliyiz. Sıfırlamak mümkün mü? Hayır, ama o gayret içinde olmalıyız.
Yılbaşı evrensel bir olgu
Ay’ı da Güneş’i de yaratan Allah’tır. O bakımdan hem hicri, hem de miladi yıla girerken insanlara iyi dileklerde bulunur, hayırlı yıl dileriz. Gönlümüz hepsini kuşatacak kadar geniş olmalı. Yılbaşı kutlamalarının dini olmaktan ziyade, geleneksel yönünün olduğunu, evrensel bir olgu olduğunu belirtiyoruz. Diyanet’in internet sitesinde 4 yıldır bu yorum var.
Ötekine tahammülü yitirdik
Türkiye’de adam etmeci ve ötekine şekil verici, yola getirici anlayış hâlâ geçerliliğini koruyor. “Ben doğru düşünüyorum, karşımdaki benim gibi olmak zorunda” anlayışı hâlâ etkisini gösteriyor. Ötekiye olan sabrımızı, tahammülümüzü yitirdik. Daha “bana ait dünya” istiyoruz. Adam etmeci, şekil veren, mütehakkim, hep ötekini yargılayan, kendimize dönmeyen bir anlayış. Bunu geride bırakmalıyız. Halbuki, iyi bir dindar olursak ötekini yargılamadan önce kendimizi sorgular, yargılarız. Önce kendimizi sorgulayalım, kendimizden başlayalım. Bencillik dindarlığın en büyük düşmanıdır.
İçen de özgür içmeyen de...
Hiç kimsenin kimseye; hayat tarzı, dindarlık tercihi, giyimi kuşamı sebebiyle baskı yapmadığı bir ülke bizim ortak hayalimizdir. Yani ne ibadetini yapmak isteyene ne yapmak istemeyene, ne namaz kılmak isteyene ne kılmak istemeyene, ne oruç tutmak isteyene ne istemeyene, başını örtmek isteyene de istemeyene de, içki içmek isteyene de istemeyene de hiçbir baskının olmayacağı, özgürlüklerin giderek geliştiği, birbirimizi insan olarak algılamanın güçlendiği bir toplumu hayal etmeliyiz.
Herkes sadece kendi inanışına, hayat tarzına göre bir tercihi ispatlamak için kendine yarayan önlemleri ortaya çıkarırsa, toplumu ayrıştırır, insanları karşı karşıya getirmiş olur.