Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, "kreş" ile "kilise" arasında ses benzerliği olduğunu savundu. "Bırakın torunlarımızın yuvaya gitmesini, kreşe gitmesini, anaokuluna da gitmesini istemem, ilkokula gitmesini de istemem. Yaşasın ev" diyen Dilipak, sözlerinin devamında "Batılılar buna “Home schoole”. Aile ve ev şartları buna uygunsa niye okula gitsin çocuğum. Dede-nine fizik ve psikoloji olarak yeterli ise, pedagojik formasyona sahipse, evet devlet denetlesin, resmi müfredatı uygulayalım, 2 ayda bir sınava tabi tutsunlar, aniden gelip denetlesinler" ifadesini kullandı.
Abdurrahman Dilipak'ın "Kreş mi dediniz, Allah korusun" başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Sahi kreş ne demek: “Beşik”, “Yalakta hayvanları yemlemek, sulamak”, “yemlik” gibi anlama geliyor.. “Kirche” yani “Kilise” ile ses benzerliği var. Sadece ses benzerliği yok, kreşler, anaokulları, okullar, sağlık kuruluşları batıda büyük ölçüde kilisenin mülkiyetinde ve kontrolündedir.
“Kirche”nin etimolojisine gelince, Latince bilen bir kardeşime sordum ve bana şu bilgiyi gönderdi: Germanik kökenli olup Almanca’daki “Krippe” kelimesine dayanıyor. “Krippe”nin manası “beşik” olarak geçiyor. Bu kelimenin kökeni ise aslında “beşiğe benzeyen, hayvanların otlanabilecekleri saman dolu yalak”a deniyor. Bu kelime “ahır tarzı, hayvanların bağlanarak beslendiği samanlık gibi açık alanda bulunan bir mekân”a karşılık geliyor. Bu kelimenin “Anaokulu” manasındaki “kreş” olarak kullanılması, ilk olarak Hz. İsa’nın bir samanlıkta doğmasını resmedebilmek için, bir Hristiyan azizi “Assisili Françesko”nun Beytüllahim ́deki “Noel beşiği” ya da “Noel samanlığı” adı verilen “Asisi de Noel”i inşa etmesinden sonra oluşmuş. İlk “Noel beşiği” kutlaması yani “Die erste Weinachtskrippe” 1223 yılında bu mekânda kutlanmış. Bu Katolikler arasında yaygın olarak bilinen bir hikâyedir. “Hz. İsa’nın beşiği” anlamında bu kelime kısaca “beşik” olarak yerleşiyor. Şu an “Kinderkrippe”, “çocuk beşiği” ya da “anaokulu” diye de adlandırılıyor. Buradaki Beşik, Hz. İsa’nın beşiği ile özdeşleştiriliyor. Hristiyanlar bu şekilde çocuklarını “küçük / bebek İsacık” olarak gibi görmüş oluyorlar.
Türkiye’de birçok Hristiyan tarikatlarına ait, kilise okulları vardır mesela. Bunlardan bazıları şöyle: FRANSIZ OKULLARI: Nötre Dame de Sion Fransız Lisesi, Nötre Drame de Lourd Fransız Okulu, Sainte Pulcherie Fransız Okulu, Sanit Benoit Fransız Erkek Lisesi, Saint Benoit Fransız Kız Orta Okulu, Saint Michel Fransız Lisesi, Saint Joseph Fransız Erkek Lisesi. İNGİLİZ OKULLARI: İngiliz Erkek Lisesi (Nişantaşı), İngiliz Kız Ortaokulu (Beyoğlu). AMERİKAN OKULLARI: İstanbul Amerikan Bristol Hastanesi Ebe ve Hemşire Okulu (Nişantaşı). İTALYAN OKULLARI: İtalyan Kız Ortaokulu (İvrea Sörlerine ait), İtalyan İlkokulu (Salesiaini Rahiplerinin yönetiminde), İtalyan Lisesi (İtalya Dışişleri Bakanlığına bağlı), İtalyan Ticaret Lisesi ve Giustiniani Okulu. AVUSTURYA OKULLARI: Sank-Georg Avusturya Kız Lisesi, Sank-Georg Avusturya Erkek Lisesi ve Ticaret Okulu. Anadolu’daki Amerikan misyonerler 1891’e kadar 9 kolej kurdular. Bunlar İstanbul’da Robert Koleji 1862’de kuruldu, Tarsus’taki Paul Enstitüsü 1888’de. İzmir’deki Uluslararası Kolej 1891’de. Anadolu’daki beş Amerikan kolejinin ana taşıyıcıları Ermenilerdi.
Fransız okulları deyince siz sanacaksınız ki laik okullar, yok canım, Türkiye’de İslami tarikatların tarikatları adına okul açmaları yasak ama Hristiyanlar ya da gayrimüslimler için böyle bir yasak yok. Mesela Osmanlı’da açılan ilk yabancı okul Saint Benoit adlı Fransız okuluydu. 1583’te Cizvit rahipleri tarafından açılmıştı. İstanbul Beyoğlu’nda açılan en eski Latin-Katolik okuluydu.
Osmanlı Devleti, 1869 tarihinde eğitim işlerine çeki düzen vermek amacıyla Maarif Nizamnamesi çıkarmıştı. Nizamname’nin 129. Maddesi ile de yabancı devletlere ait okullar ile özel okulların kontrol altına alınması amaçlanmıştı. Ancak 129. Maddenin varlığı yabancı okulların sayılarının artmasını engelleyemedi. Ülkede bulunan Fransız okullarının sayısı her geçen yıl biraz daha arttı.1869 yılında 76 civarında olan Fransız okulları, 1876’da 93, 1905’te 198’e ulaştı. Bu sayı 1912’de 370’e çıktı. Aynı yıl, Fransız okullarında okuyan öğrenci sayısı da 108.112 idi.
Halep Vilayeti’ne bağlı olan Maraş Sancağı’nda da yabancı okul sayısı hızla arttı. Maraş’ta; Fransa, Almanya, ABD ve İngiltere ilkokul, ortaokul, lise, hatta yükseköğretim seviyesinde okullar açtılar. Bunların hemen hemen tamamı misyoner okulları idi. Bu durum Osmanlı’da dini özgürlükler açısından ilginç ve önemli bir bilgidir.
Burada asıl üzerinde durulması gereken konu şu: O zaman bu kilise okullarında anaokulları vardır ve bu çocuklar rahip ve rahibeler tarafından eğitiliyordu. Ve kreş bu anlamda kilisenin bir parçası idi.
Aslında bizde çocuğu “cami kapısına bırakmak” gibi bir tanım var. “Bu çocuğu terketmek” anlamına geldiği gibi, geçici olarak çocuğu bırakacağınız yer/mekânı ifade eder. Orada mutlaka onunla ilgilenecek birisi olur/olacaktır. Ona din ve dünyaya ait bir şey öğreterek sevap kazanmak isteyenler olacaktır. Biz dede ve nineyi evden kovduk, şimdi de çocukları bırakacak yer arıyoruz.
Zaten gençler evlenmiyor ya da çok geç evleniyor. Evlense de çocuk yapmıyorlar. Kısa sürede ayrılanlar var, devam eden evliliklerin mutluluk katsayısı ise çok düşük. Karı-koca çalışınca ve evde dede-nine olmayınca çocuk başlarına bela. Kreşe gönderiyorlar. Çocuk yerine köpek beslemeyi tercih edenler de var. Çocuklar büyüyünce de olan oluyor tabi.
Öncelikle anne, çocuğuna sahip çıkmak zorunda. Anneye yardımcı olmak ve yaşlılara sahip çıkma adına dede ve ninelerin eve geri dönmeleri gerek. Yine de gündüz bakımevi gibi kurumlara ihtiyaç varsa Müslümanlar için söylüyorum, bunun camiye bitişik bir alanda olması gerek. Ya da devlet tarafından sıkı bir şekilde denetlenmesi şart.
Bırakın torunlarımızın yuvaya gitmesini, kreşe gitmesini, anaokuluna da gitmesini istemem, ilkokula gitmesini de istemem. Yaşasın ev! Batılılar buna “Home schoole”. Aile ve ev şartları buna uygunsa niye okula gitsin çocuğum. Dede-nine fizik ve psikoloji olarak yeterli ise, pedagojik formasyona sahipse, evet devlet denetlesin, resmi müfredatı uygulayalım, 2 ayda bir sınava tabi tutsunlar, aniden gelip denetlesinler. Aksilik varsa alsınlar, ama sorun yoksa kimse benim çocuğumu benden almaya kalkmasın. Tabi bu iddia ve imkândan yoksun olanlar devam etsinler.
İnşallah torunlarım büyüyene kadar, mesela örgün eğitimde lise okuyanlar, mesela açık liseden aynı zamanda İmam-Hatib okuyabilirler. Hatta hem normal lise, hem İmam-Hatip okuyabilirken, mesela elektronik lisesinden de bilgisayar dersi alabilirler belki. Yaşasın okulsuz toplum.
Bana desinler ki, şunlar mutlak zorunlu, şunlar seçmeli zorunlu, şunlar seçmeli, şunlar da isteğe bağlı. Önemli olan toplam puan ve kategorik puanların belli bir puanın üzerinde olması. O zaman üniversite sınavına da gerek yok. Üniversiteler tercih kriterlerini açıklasın, insanlar da o kritere uygun not toplasın ve sonra kontenjan kadar isim okula kaydını yaptırsın. Fakülte kontenjanını müzayedeye çıkartılan bir eser kabul edin, herkes elindeki not tablosundan talepte bulunsun, en fazla not veren kaydını yaptırsın. Her biri 2-3 günlük 2-3 etapta kim nereye yerleşecekse yerleşir. Sınav filan yok.
Neyse, ben söyleyeyim de, göle çaldığım bu maya belki bir gün tutar. Fil ordularını yenen ebabil kuşlarının Rabbine, Yusuf’un Rabbinin şanı ne yüce. Hamd O’na olsun.
Sahi, düşünsenize, bizim çocuklarımızı kim, hangi beşiklerde uyutuyorlar, kimler, onların kulaklarına hangi şarkıları söylüyorlar. Selam ve dua ile.