30 Eylül 2017 14:49
Ümit Kıvanç*
“Deniz Baykal kaseti”nin kimler tarafından nasıl çekildiğine, nasıl yayıldığına ilişkin ayrıntılar ortaya çıkıyor. Çoğu kişinin tahmin ettiği üzre, bu da Fethullah’çıların marifeti. Şüphesiz bugün “FETÖ de FETÖ” diye kurban ayinleri tertipleyerek kendilerini temizlemeye çalışanlar da işin içinde.
Devletin polisinin -aslında emir ve karar mercileri değişmekle birlikte çoğu zaman olduğu üzre- nasıl güç-yetki sahibi gruplarca -kötüye- kullanıldığının bin türlü örneğini biliyoruz. Maşallah, Fethullah’çıların bu işi hayli üst seviyelere taşıdığını, eline iktidar geçirmiş olmanın yarattığı bilumum ruh kirlenmesini de çeşitleyerek, uzun yıllar sonra bile incelenecek fenomenler yarattıklarını da öğrendik.
Yine de tepesi atıyor insanın, yeniden yeniden öğrendikçe: Ankara’da, Emniyet’in birtakım odalarında, takım elbiseli bir kısım zevat, koltuklarında gerine gerine, ortalıkta mühimadam olarak bilinen her kim varsa onun kuytularına mikrofon ve kamera uzatabiliyor olmanın şehevî zevkini tadıyor.
Bu ülkede doğup büyümüş, devletin içinden üzerimize dökülen çeşit çeşit kızgın yağlardan her yeri yanmış canlılar olsak da, biryerlerde üç-beş gram haysiyetimiz kalıyor ister istemez. Bu yüzden alışamıyoruz, canımız acıyor.
2009 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı Teknik Takip ve Operasyon Şube Müdürlüğünde (TEKOP) göreve başlamış olan polis memuru Fatih A., Fethullah’çılar zamanında Emniyet’te kurulan dinleme-gözetleme ağına dair ilginç bilgiler verdi.
İki katlı TEKOP şube müdürlüğü binasının ikinci katında, “merdivenlerden çıkınca koridorun sonundaki odada” altı bilgisayar varmış, Fatih A.’nın anlattığına göre. Dinleme işi bu bilgisayarlardan yürütülüyormuş. Vergilerimizle maaş alan, trafikte tartışsak sülalemizi belleyebilecek -çünkü polis- olan, Salih Keskinkılıç adlı biri “başlarında”ymış.
Daha da “başlarında” başka takım elbiseli-kravatlıların olduğu, sistemin, Fatih A. gibi alt düzey memurların bilgi ve inisiyatifinin çok ötesinde, vergilerimizle daha yüksek maaşlar alan birileri tarafından kurulup yürütüldüğü, bugün muhtemelen bu en üst düzeylerden birilerinin Fethullah’çılarla ilişkisiz görülüp güvenli başka odalara yerleştirildiği, benzer işleri sürdürdüğü tahmin edilebilir.
Bakın nasıl yürüyormuş sistem -Fatih A. anlatıyor: “Bilgisayarı açtığımızda dinleme otomatik olarak geliyordu. Herhangi bir numara girmiyorduk. Numaraları sisteme büyük ihtimalle Salih Keskinkılıç giriyordu.” İfadesinin başka yerinde, “[D]inlemeler belirli bir şahsa veya numaraya yönelik yapılmıyordu,”diye anlattı Fatih A.. “Büroda bilgisayarları açtığımızda kimin sesi düşerse onu dinliyorduk.” Ne hoş, değil mi?
“Dinlemelerde önemli bir konu olduğunda” amirlerine bildiriyorlarmış. O arada, meselâ Deniz Baykal gibi önemli birilerini dinlediklerinde bunları yazılı hale getiriyorlar, “tapeye dönüştürüyorlar”mış. Bu iş, Fethullah’çıların kurduğu düzen ve belirlediği kadro ile, Hrant’ın öldürülmesine giden süreç ve sonrasındaki rolü nedeniyle hepimizin yakından tanıdığı Ramazan Akyürek İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan ayrılana kadar böyle sürmüş. Fatih A., “Akyürek başkanlıktan ayrılınca çoğu dinlemeyi sonlandırdık,” diyor. “Salih Keskinkılıç bilgisayarlarda temizlik yaptı, bazı evrak ve bilgileri sildi. Salih Keskinkılıç’ın odasında da evrak temizliği yaptığını biliyorum.”
“Çoğu” dinleme sonlandırılmış. Geri kalanı, eklemelerle devam ediyor. Cemaat’in krallığı bitti, Keskinkılıç v.s. gitti, yerlerine başkaları geldi, şimdi onlar birşeyleri “tapelere dönüştürüyor” olmalılar.
Hedefler değişti yani. Önceki dönemin vukuat izleri silindi. Bir devletten bahsediyoruz. Oysa gücü kim eline geçirirse istediği gibi kullanabildiği, herhangi bir hukuk ve yasa ile bağlı olmayan bir mekanizma görüyoruz karşımızda.
Gizlilik yeminiyle korunan eğlence
Fatih A.’nın açıkça söylediklerinden anlaşılıyor ki, o TEKOP denen yerin ikinci katında, merdivenden çıkınca koridorun sonundaki odada ne halt karıştırıldığını Emniyet’te pek çok insan biliyor. Çünkü bazı amirleri gelip alt düzey dinleme elemanlarını uyarmış, “Toplu ve kalabalık yerlerde bu konuları konuşmayın,” demişler. “Burası devletin yatak odasıdır. Burada olan burada kalır. Buradan dışarı çıkmaz.” Güzel söylemişler, gerisini de ilgili memurun içinden tamamlayabileceğini varsaymışlar: Seçtiğimiz insanları burada beceririz! Yoksa niye yatak odası desin ki! Değil mi ama?
Halka açık herhangi bir kayıt kuyutla değil, sadece amirlerinin inisiyatifiyle sınırlanabilen bir iş yaptığını, yasadışı faaliyet yürütebilen ve bunu gizleme konusunda Yakuza gibi davranması gereken bir silahlı topluluk olduğunu ortalama polisin zihnine işlemek için ideal ortam… Hukukun yıkımı, koridor sonundaki odalardan başlıyor.
Fatih A. anlatıyor: “Aynı büroda birlikte görev yaptığım (…) Abdullah Ataş, Deniz Baykal’a ait uygunsuz video görüntüleri internette yayımlandıktan sonra, sohbet ederken bana, Ahmet Ümit Seçgin’in odasına girdiğini ve Seçgin’in Baykal’a ait görüntüleri izlediğini gördüğünü (…) söylemişti.”
Eğleniyorlar. “Baksana lan, pantolonu da çıkardı,” falan deyip gülüşüyor olmalılar. Deniz Baykal’ın, devlet görevlileri tarafından yasadışı yollarla çekilmiş mahrem görüntülerini izleyen polislerden biri, Fatih A.’nın bahsettiği şu Abdullah Ataş, kim meselâ: “iller tarafından alınan mahkeme kararlarının sisteme girişini yapan polis memuru” -Fatih A.’nın ifadesiyle.
Tekrar olacak ama kaçınmayalım, kayda sağlam geçsin: Görevi mahkeme kararlarını sisteme girmek gibi son derece basit bir iş olan polis memuru, o sırada memleket siyasetinin en önemli simalarından bir kimsenin mahrem görüntülerini izleyebiliyor. Görüntüler henüz internette yayımlanmamışken. Yani: Henüz 2010 Mayıs ayı gelmemiş, “başlarındakiler” bunların siyasî mücadele aracı olarak kamuoyuna sunulmasına henüz karar vermemişken.
Bir de MHP’liler kasedi vardı, hatırlarsınız. Fatih A. anlatıyor: “[D]inlediğimiz bu şahıslar bir kadınla falan buluşacakları zaman hemen Salih başkomisere bilgi veriliyordu. Sadece MHP konusuyla ilgili değil, dinlediğimiz bütün kişilerle ilgili kadınlarla yapılacak bir buluşma konusunda Salih Keskinkılıç’a anında bilgi verilmekteydi.”
Az buçuk iktidar sahibi Türk erkeğinin aslî zaafları: Kadınlar ve sair belaltı işler.
Gelelim vahametin öbür yüzüne. Görüntüler çekildi, Emniyet’in çeşitli odalarında izlendi, dalga geçildi, falan. Bir de bunların yayımlanması hikâyesi var.
Hürriyet’in haberinde sanırım “şüpheli” statüsüne binaen “F.A.” olarak anılan, Habervaktim.comsitesi eski genel yayın yönetmeni Fatih Akkaya, “Baykal kasetinin yayılması” öyküsünü bir telefonla başlattı: Cevheri Güven kendisini aramış, “Metacafe.com adlı video sitesinde Baykal’a ait bir video yayımlandı,” demiş, “bu videonun gazetenin yayın politikasına uygun olacağını ve ses getireceğini”söylemiş.
Cevheri Güven, başka birçok marifetinin yanısıra, Bal Tuzağı - Belaltı İstihbarat adlı kitabın yazarı. Birkaç kitap satış sitesine baktım, bu nadide eser şu anda “geçici olarak temin edilememekte”. Ama arka kapak veya tanıtım yazısı ortalıkta kalmış. Orada deniyor ki: “Kitapta yurt içi ve yurt dışında yankı bulmuş, üst düzey devlet adamlarının, bürokratların, askerlerin, müsteşarların ve başkanların özel hayatlarında yaşadıkları yasak ilişkilerle şantaja uğrama, itibarlarını ve işlerini kaybetmeleri konu alınıyor. (…) kitap, (…) insanların mahrem arzularının kullanılarak nasıl kontrol mekanizmaları yaratıldığını anlatıyor. (…) kadının politik düzlemde araçsallaştırılmasını ve bu yolla siyasilerin ahlâk duvarını yıkarak onların kariyerlerinin bitişini sorgulayıcı bir dille gözler önüne seriyor.”
“Bu işler bizden sorulur” diyecekmiş de diyememiş gibi…
Cevheri Güven’e takılmayalım, habervaktim.com’un genel yayın yönetmenini dinleyelim. Telefon görüşmesinden sonrasını Akkaya şöyle anlatıyor: “(…) kendisine ‘bakarım’ dedim ve telefonu kapattım. Kısa bir süre sonra bu konuda tek başıma karar verebilecek konumda olmadığım için [Yener] Dönmez’i aradım. Ona konu hakkında bilgi verdim. Yener Bey de bana bu konunun önemli olduğunu, patronla görüşmemiz gerektiğini söyledi. Sonrasında Yener Bey patronla görüşüp konuyu detaylı bir şekilde iletti diye biliyorum. Habervaktim.com internet sitesinde ‘Deniz Baykal’la ilgili bir video’ başlığı ile ekinde metacafe.com internet sitesinden alınan link eklenerek haberler bölümünde duyuruldu. Sonrasında, tam hatırlamıyorum, ya ben Yener Bey’i [aradım] ya da o beni aradı. Ve konuşmamızda patronun bunun yayımlanmasına onay verdiğini ve yayımlandığını söyledi.”
Buradan anladığımız, “Yener Bey”in Fatih Akkaya nezdinde epey yetkili bir kimse olduğu. Oysa kendisi 2016 Ağustos’unda Habervaktim.com’da Fatih Akkaya’nın imzasıyla yayımlanan “açıklama”da, “gazeteci kardeşimiz Yener Dönmez” olarak anılmıştı. “Habervaktim.com'dan Baykal ve Yener Dönmez açıklaması” başlıklı bu duyuruda Akkaya, kendisinin hem haber müdürü hem genel yayın yönetmeni olduğu Yener Dönmez’in “paralel yapı ve FETÖ konusunda henüz çevresindekiler korkup etrafından dolanırken, en başından itibaren net tavır gösterip, millî iradeden, demokrasiden, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın davası ve yolundan yana olmuş; uluslararası şer odakları ile paralelin Türkiye ve Erdoğan üzerindeki oyunlarına işaret eden açıklamalar yapmış, yazılar kaleme almış”olduğunu belirtiyordu.
Fethullah Gülen dahil 171 kişinin sekiz ayrı suçtan yargılandığı davada, Yener Dönmez “aktif” ByLockkullanıcısı olduğu ileri sürülen 118 şüpheli arasında yeralıyor. ByLock’taki kullanıcı adı, kaç -çok- mesaj alıp verdiği vs. belirlenmiş, iddianameye bakılırsa. (Bu devirde iddianame neyin ne kadar garantisi, o da ayrı mesele.)
“Bal tuzakları”na dair son diyeceğim: E, kitap olduğuna göre haber de olabilir tabiî bunlar. Mesele, balın devlet görevlileri tarafından, devlet imkânları kullanılarak, devlet koruması altında, gizlice, halkın parasıyla imal edilmesi, karaborsada satılması. Bu devlet görevlilerini bir süre sonra şu veya bu çeteye, “terör örgütü”ne üye ilan edip içeri atınca, bütün bu suçların bu kimseler bizzat devlet görevlisiyken işlenmiş oluşunun mânâ ve ehemmiyeti ortadan kalkmıyor. Bunların bir devlet yapısının meşruiyeti konusunda yarattığı vahim durum ortadan kalkmıyor.
Akkaya 2016 Ağustos’undaki “açıklama”sında şu sözleri de etmişti: “Kasetin içeriğine, kesinlikle haber değeri taşıdığına, hiçbir gazetecinin buna kayıtsız kalamayacağına, o dönem ‘özel hayata müdahale’den dem vuran Baykal’cı medya ve yazarların bile ‘Bu dünyanın her yerinde haberdir’ dediğine hiç girmiyorum.”
Bu gazeteci üçkağıdının üzerinde durmayacağım. Dediği elbette doğru değil. İşin “hiç girilmeyen” başka yönünü hatırlatarak bu “Türkiye’den bir kesit” programını bitireyim.
Kaset marifetiyle Baykal gidip Kemal Kılıçdaroğlu geldiğinde, bulunduğum her ortamda, ısrarla, bu kaseti kimlerin hazırladığı ve servis ettiği meselesini ortaya getirmeye çabaladım. Samimi CHP’li olduğunu bildiğim pek çok insanın ya tam o sırada kalkması çıkması gerekti ya çok önemli bir telefon konuşması yapmaları lazımdı ve, aksiliğe bakın ki, unutmuşlardı ve tam o sırada akıllarına gelmişti ya pencereden görünen ağaçların güzelliğini birden fark ettiler veya tuvalete koşmak zorundaydılar. Kimse kasetten sözetmek istemiyordu.
Baykal CHP’yi getirip tıkamış, fazladan tek oy alamayacak ve o gidişle eriyip hepten ufalanacak hale koymuştu. İtina ile hazırlanmış muntazam yolsuzluk dosyalarını sallayarak, dürüst bir muhasebe müdürünün üzerine çamur sıçramamışlığıyla yaklaşan Kemal Bey ise bir taze kan, bir yenilik ihtimali, bir umuttu. Kılıçdaroğlu gelecek, CHP hak ettiği desteğe ve parıltıya kavuşacaktı.
Bu işin “ahlâkı” ve böyle bir komployla yapılacak lider değişiminden hayırlı sonuç beklenemeyeceğine dair, bir avuç insanın dile getirmeye çalıştığı uyarılar, haliyle, “bunlar zaten…” bariyerine çarpıp un ufak oldu.
Oysa memlekette siyasî ahlâkı bir kademe daha düşüren, neyin mübah, neyin kabul edilemez olduğuna dair ölçüyü biraz daha kaçırtan, düpedüz skandal niteliğinde bir hadiseydi. Ve fakat o esnada CHP’lilerin ezici çoğunluğu, arkasını dönmeyi, kaset komplosunu kimin kurup yürüttüğünü sorgulamamayı tercih etti.
Baykal kaseti komplosundan en büyük zararı gören, bugünün ortamının oluşmasındaki rolü gençler tarafından bilinmeyen ve ne yazık ki tasavvur edilmesi de pek mümkün olmayan siyasetçi Deniz Baykal değil. Başkalarının yaptığı kaset komplosuyla genel başkanı değiştirilebilen bir parti kimliğine bürünmekle kaderini hepten başkalarının, ama bu defa siyasî rakiplerinin eline teslim eden CHP. Herhangi bir temizlik-dürüstlük iddiası, ona yeni liderini kazandıran ve doğrudan hasımlarının marifeti olan kaset komplosu imâsına -doğrusu, gerçeğine- çarpıp ufalanmaya mahkûmdur. O gün bugündür CHP’nin kaderi rakiplerinin elinde.
Esas en büyük zararıysa topluca hepimiz gördük. Ahlâk düşüklüğünü çoğu insan sevmediklerinin özelliği sanır. Oysa ahlâk düşüklüğü bir yaşama ortamıdır.
* Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır
© Tüm hakları saklıdır.