Gündem

"Devletin toplumu" nasıl muhalefet üretecek?

Türkiye bugün itirazdan ziyade biat üreten kavruk iç dinamiği ve canının malının sahibi olan “sevgili” devletiyle başbaşa...

06 Temmuz 2016 01:43

Cengiz Aktar

28 Haziran’da, ağırlıklı olarak eski vekillerden oluşan bir heyetin başını çektiği “Demokrasi İçin Birlik Çağrısı” kamuoyuyla paylaşıldı. Şimdilik somut bir katkım olmasa da dâhil olduğum heyet, mâkul, kısa ve öz metinde şunları dile getiriyor: “Temel hak ve özgürlükleri çiğneyen, güçler ayrılığını ortadan kaldıran, yargıyı kendisine bağlayan AKP iktidarı ülkeyi içeride ve dışarıda savaşa sürüklemektedir. Bir yandan dokunulmazlıkların kaldırılması yoluyla halkın seçilmiş temsilcilerini meclis dışında bırakmayı hedeflemekte, diğer yandan baskı ve korku yoluyla toplumu sindirmeye çalışmaktadır. Böylece tüm gücün tek bir elde toplandığı keyfi bir rejime doğru hızla ilerlemektedir.

Herkesin farklı kimliği ile eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu, barış içinde yaşayabileceği, emek sömürüsünü derinleştiren yasaların ve koşulların değiştiği, kadına yönelik şiddetin son bulduğu, ekolojik dengenin korunduğu, laik bir Türkiye yaratabilmek amacı ile tüm demokratik güçlerden oluşan bir ‘Demokrasi Birliği’nin kurulması gerektiği kanısındayız.

Bu amaçla, düşüncelerimizi paylaşan kuruluşların katılacağı bir kurultay yapılmasını öneriyoruz. Kurultayda açıklanacak ortak bir strateji çevresinde birleşerek yeni bir demokratik güç merkezi oluşturma ve etkili bir toplumsal muhalefet yaratma fırsatı doğacağına inanıyoruz.”

Türkiye’de, bir kısım AKP seçmeni de dâhil, milyonlarca vatandaşın mutabık kalacağı bu girişim öncesinde 13 Mayıs’ta Rıza Türmen “Bir demokrasi cephesine gereksinim var” yazısını yayımladı. 8 Haziran’da Tarık Ziya Ekinci “Demokrasi için birlik projesi gerçek mi?” yazısında “Kürdlerin eşit haklı vatandaşlık mücadelesi başarıya ulaşmadan Türkiye’de demokrasi olmaz” teşhisiyle tartışmaya katıldı Tarhan Erdem, Ahmet Altan ve memleketin içine düştüğü çaresizliğe çare arayan pek çok yazar ve düşünür tartışmaya dâhil. 28 Haziran toplantısına katılan pek çok kesimden farklı bileşen demokrasi için birlik ve toplumsal muhalefet ihtiyacının farkında.

Uzayıp giden, tükenmez ve tatmin olmaz bir intikam şehvetiyle saldıran, gözü kara bir iktidar var. Bütün muhalifleri, doğa, kent ve toplumu hedef alan baskı artarak çoğalacak. Bağımsız basın tamamen susturulacak, biat etmeyen üniversitelere el konacak, Gezi Parkı’na kışladan bozma avm yapılacak, Kanal İstanbul da zorla inşa edilecek. “Tüket ve kes sesini” memleketin yeni sloganı olacak.

Bu nedenlerle bu girişim ve arayışlar çok değerli. Asil anlamında siyasetin baş vermesi, ufukta cılız da olsa bir ışık demek. Türkiye’nin modernlik serüveni yeniden ve gerçekten şimdi başlayabilir demek. Tektip dayatmaların karşısında çalışanın, kadının, çocuğun, doğanın, hayvanın, farklı cinsel eğilimlinin, etnik ve dinî farkların hakkını arayan kavgalar şimdi başlayabilir demek. Cinin şişeden çıktığı, insanların AKP’nin biçtiği Selefî marka deli gömleğini giymeyeceği Türkiye ve küresel vicdandan kimsenin azade olmadığı dünya o kavgaların sigortaları. İktidarın karşısında, geçmiş dönemlerden farklı olarak meşruiyet kazanmış, itiraz etmesini öğrenmiş ve sesi gittikçe gür çıkan bir toplum yok değil. Gezi bunun alametifarikası. Dün Gündüz Vassaf doğum öncesi kıpırdanmaları hatırlatıyordu Cumhuriyet’te.

Dolayısıyla siyaset yapmanın ya da sadece konuşmaya devam edebilmenin sivil ve yeni yollara ihtiyacı var. Parlamento dışı siyaset alanında, AKP’nin epeyidir süren zulmüne karşı çıkan, karşı çıkmakla kalmayıp alternatif çözümler üreten kadın, işçi, çevre, medya ağırlıklı itirazlar çok değerli. Pasifik yani şiddetsiz direnişlerle ilerleyen bu itiraz ve muhalefet biçiminin gücünü küçümsememek lâzım. Eksik olan, itirazlar arası dayanışma ve eşgüdüm.

Ademimerkeziyet ve yerellik Kürd Siyasî Hareketi’nin Türkiye’ye öğrettiği bir mücadele biçimi olarak siyasette yerini almış durumda. Bu da çok değerli ve itirazların yeni dönemdeki temel zemini olmaya aday.

Yurtdışından muhalefet II. Abdülhamid döneminden bu yana olduğu gibi, bir başka mecra. Her ne kadar mekânsal sorunu olsa da çağdaş iletişim imkânları bu mecrayı da anlamlı kılıyor. Kürd Siyasî Hareketi’nin onyıllardır nasıl Avrupa’dan haber yaptığını hatırlamak kâfi.

Sonsuz iletişim olanakları, hükümetin en korktuğu ama engelleyemediği sosyal medyayı itirazın en güçlü mecrası konumuna getiriyor. Bunun önünü almak mümkün değil; Çin ve İran gibi en kontrol altındaki ülkelere bakmak kâfi. Öyle anlaşılıyor ki susturulan medya sonunda yurtdışından yayın yapacak. 

Hiçbir iktidar, devrimlerin erken dönemleri dışında toplum ve bireye kendiliğinden özgürlük bahşetmez. Dünyada var olan özgürlükler iktidarlara rağmen elde edilir daima.

Ne var ki tek adam yönetimindeki devlete karşı kalıcı bir muhalefet üretmek, yukarıda saydığım tüm dinamiğe rağmen kolay görünmüyor. Cumhuriyet tarihinde eşi olmayan ceberutluk, ahlâksızlık ve çürüme karşısındaki tepkisizlik ve vurdumduymazlık son derece yaygın. Kafalardaki soru ve endişe de bu atalet. Neden acaba?

Toplumların muhalefet üretme ve muhalefet etme becerileri demokratik birikimi sağlayacak ve daima birbirlerini besleyen iç ve dış dinamikler kadardır. Türkiye gerçeğinde bu dinamikler, bırakın demokratik muhalefeti salt muhalefet üretmek için dahî son derece yetersiz.

İç dinamiğin oluşamamasının temel nedeni devletten bağımsız bir burjuvazinin ve genelde merkezdışı güçlerin yok edilmiş olması değil midir? 19. yüzyıl başından itibaren devlet ya da merkez, zaman içerisinde kaybettiği gücünü yeniden tesis edebilmek için ilk önce merkezkaç güçleri yok etmeye girişir. Ulusal hareketler, ayan, burjuvazi, hâsılı kelâm devlet dışında güçlenebilen her mihrak devletin ya da merkezin hedefindedir.

Merkezin işleri ele almasının sonuçları farklıdır. Ulusal hareketler çoğunlukla bağımsızlık yani kopuşla sonlanırlar. Ayan yok edilir. Ağırlıklı olarak Gayrimüslim olan burjuvazi de Ermeni Soykırımı ve Rumların kovulmasıyla vatanlarından silinip atılır. (Hıristiyan burjuvazinin yok edilmesi ile vuk’u bulan medeniyet kaybı, bugünkü çölleşmeyi “Hıristiyanlık-Demokrasi ilişkisi” bağlamında önümüze koyar; ancak bu konuda Türkiye’de derinlemesine bir çalışma duymadım.)

Devlet veya merkez böylece, kendi dışında hiçbir mihrakın maddî ve manevî gücüne cevaz vermeyeceğini, iktidarı paylaşmayacağını, yönetime çeperi dâhil etmeyeceğini, merkez-çeper ilişkisinin daima tek yönlü olacağını ve toplumun ancak devlet eliyle ve devletin çizdiği sınırlar dâhilinde var olabileceğini demir yumruğuyla hatırlatır. Hatırlayalım: Yok edilen ayanın ve Gayrimüslimlerin mal varlıklarına ağırlıklı olarak devlet el koyar. Yok edilen burjuvazinin yerine de “kapıkulu” ve tamamen devlet sayesinde var olan millî ve yerli burjuvazi ikame edilir.

Böylesine tek odaklı bir sistemde toplum ve birey devlete aittir. Merkez ile merkez dışında kalan arasında herhangi bir etkileşim, istişare, denge, denetleme, danışma, oydaşma düşünülemez. Her toplumda var olan doğal çelişkiler, çeperden yükselen itirazlar önce yok sayılırlar, çatışmaya dönüştüklerinde de yok edilirler. 2016’da hâlen bu sistem geçerli.    

İster Cumhuriyeti hazırlayan dönem olsun, ister 1923 sonrasında modernlik zemininde gelişen uluslaştırma ve toplumlaştırma süreçleri olsun Türkiye’de devlet, her modern devletin yaptığı gibi farklılıkları eşitleme işlevini yerine getirirken, ne sorumluluk duygusu taşıyan bireyi ne de dayanışmacı bir birlikteliğin ifadesi olan toplumu, tarihî gelenek ve birikimine gayet sadık bir biçimde ortaya çıkarabilmiştir. Daha doğrusu, çıkarmamaya özellikle gayret göstermiştir. “Geri bıraktırılmışlık” olarak da ifade edilen bu olgu iç dinamiğin kavruk hâlini anlatır bize. Devlet karşısında bir türlü kudretlenemeyen, serpildiği anda budanan toplumun korkuyla beslenen, büyüyen tepkisizliğini ve vurdumduymazlığını da“Türk iç dinamiği” bugün itiraz üretmediği gibi azamî derecede biat üretiyor. (Ekinci’nin altını çizdiği “Kürd olmazsa olmazı” bu anlamda gayet mâkuldür, zira devlet önünde biat etmemiş yegâne unsur Kürdlerdir, hareket içinde demokratik sorun çokça olsa da…)

Dış dinamiğe göz atacak olursak, Batı ile stratejik ilişkiler çerçevesinde yansıyan olumlu ivme artık tamamen kadük. Soğuk Savaş’ın son hızıyla dünyayı böldüğü dönemde “özgür dünya”nın uydusu olan Türkiye üzerindeki nisbî demokratikleşme baskısı ve Soğuk Savaş sonrası Avrupasının demokrasi havariliği artık sıfırlanmış durumda. Yegâne sınır küreselleşmenin getirdiği izleme ve hesap verme mekanizmaları. Bu mekanizmalar da anca Batı’nın kendisini “muzır” Türkiye’ye karşı iktisaden, siyaseten ve güvenlik konusunda korumaya almaktan öteye geçmiyor.

Bu verilerle toplumsal itiraz ve mücadele nasıl oluşur? Rıza Türmen’in 28 Haziran toplantısında dile getirdiği siyaseti meclis yani merkez dışına taşıyarak yeni ve inandırıcı güç merkezinin ortaya çıkmasına nasıl önayak olur?

Türkiye bugün itirazdan ziyade biat üreten kavruk iç dinamiği ve canının malının sahibi olan “sevgili” devletiyle başbaşa. Öyle görünüyor ki önce faşizmini şöyle dibine kadar yaşayacak, sonra belki bir gün, başına çok büyük bir felâket gelmezse, kendisiyle yüzleşip, nedamet getirip rüştünü ispat edecek.  Daha çok var…

Müminlerin Ramazan Bayramı mübarek olsun.