Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mehmet Kaya, Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanan ölümlerin sokağa çıkma yasağının 94 gündür uygulandığı Diyarbakır’ın Sur ilçesinde de olması durumunda dağa çıkışların artacağını söyledi.
Sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların toplum üzerindeki etkisini T24’e değerlendiren DİTAM Başkanı Kaya, yaşanan olayların Kürtlerde ciddi kırılmalara yol açtığını söyledi. Mehmet Kaya’nın değerlendirmeleri şöyle:
“Durum çok iyi değil. Kürtler bu ülkede kopuş yaşıyor. Devletin refleksi Kürtleri hızla kopartıyor. Nedir bu refleks. Özellikle olaylara yönelik şiddeti önceleyen tavrı. Cizre’de yaşananların toplumda yarattığı travma, bugün Diyarbakır’da Sur içerisinde neredeyse bir futbol sahasının yarısı kadar bir alana kıstırılmış olan, içlerinde 50 sivilin olduğu bir sürecin hala bombalarla çözme peşinde olması, ister istemez bu kopuşu daha da derinleştiriyor.
"Çare öldürmek değil…"
Etrafı tamamen kuşatılmış bir alanda tek çare oradaki sivilleri de militanları da öldürmek değildir. Bir defa Başbakan’ın çok güzel bir ifadesi var ve bunu sürekli tekrar ediyor. Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir diye. Şimdi bugün bu çocukların, sivillerin oradan çıkarılması aslında bu sözü açığa düşürmüştür. Bodrum katlarına sığınanların canlı olarak çıkarılması gerekir bu devletin asli görevidir. Eğer bu insanlar sizin vatandaşlarınız ise evveliyat bunları nasıl canlı çıkarabilirizi ele almanız gerekir. Suçu olan gider cezasını çekecektir o ayrı. Ama nasıl canlı çıkarabilirizin yol ve yöntemlerini araması lazım. Ama dönüp baktığımız zaman tam tersi söz konusu.
"Başbakan gelmiyor, komutan geliyor…"
İşin ilginç tarafı tam da Sur’da bu noktaya gelmişken hiçbir siyasetçi Diyarbakır’a gelmiyor. Ne Başbakan ne hükümet yetkilileri. İşin ilginç tarafı bir hafta içerisinde Genelkurmay Başkanı, 2. Ordu Komutanı tam da bu olayların arifesinde toplumda bu insanların öldürüleceğine dair endişe varken bir anda ikisi birden Vilayeti ziyaret edip oradaki askere, polise moral veren bir pozisyona giriyorlar. Şimdi muhakkak gelin ancak bugün bu sorun siyaseten çözülmek zorunda. Askeri bir yöntemle çözmek bu kopuşu daha da derinleştirir. Cizre’de veya Sur’da yaşananlara karşı toplumun PKK’ye karşı ‘şiddeti kent merkezlerine neden taşıdınız’ eleştirisi vardı. Ama bu öyle bir noktaya geldi ki daha kötü şiddet uygulayan devlete tepkiye dönmeye başladı bu eleştiriler. Cizre’de yaşananlar bunun örneğidir. Bugün Sur’da da şiddet artık PKK’nin kente şiddeti taşımasını aşıp bu şiddete yönelik gerek gösterilere yapılan sert müdahaleler gerekse de Cizre’de yapılanın Sur’da da yapılabileceği kaygısı PKK’ye yönelik eleştirileri geri plana itti.
"İntikam söylemleri çok tehlikeli…"
Eğer bu devlet Kürtler bizim vatandaşımız diyorsa Sur’daki çözüm önemli bir mihenktir. İster esir, ister yaralı olsun sen vatandaşlarını sığındıkları yerden sağ olarak çıkarmak durumundasın… Tarih de bize şunu gösterdi. Devletin Kürt sorununun çözümünde şiddeti ve sertlik politikası ne kadar tırmanmışsa PKK’nin uyguladığı şiddet de toplumda o kadar meşru destek görmüştür. Bugün PKK’nin uyguladığı şiddet politikasına her ne kadar belli bir kesim eleştiri getirdiyse bile devletin Cizre’deki uygulamaları süreç içerisinde PKK’nin aslında Türkiye Cumhuriyeti ile siyaseten değil şiddet dışında bir konuşma yönteminin olmadığını toplum kanıksamış durumda. Burada görebiliyoruz. İnsanlarda artık PKK’den intikam alma sesleri yükselmeye başladı. Bu tehlikeli bir durum. Bu niye oluşuyor. Bölgede yaşanan bu travmalara karşı batının sessiz kalması Kürtlerde de intikamını alacak bir araç arama boyutuna getirdi. Bu araç da PKK’dir. Bu durum toplumları tamamen bir birinden koparacaktır. Bu şekilde çözüm kesinlikle şiddet değildir, Sur da bir bitiş olmayacaktır.
"Meclis Kürt siyasetçilere destek vermeli"
Hükümetin uygulamaları Kürt siyasetini tamamen pasif noktaya çekmektir. Israrla Kürt siyasetini etkisizleştirmek yapılan en büyük yanlışlardan biridir. Aksine bu süreçte Kürt siyasetini aktifleştirmek ve güçlendirmek gerekirdi. Kürt siyasetinin eli Ankara tarafından zayıflatılmıştır. Şiddet dışında da bir çözüm yöntemi de rafa kaldırılmıştır. Bu tür sorunlarda dünya örneklerinde tersi gelişmeler olmuştur.
Açıklamalar çok yanlış ve tehlikeli. Sorunun bu noktaya gelmesinin sebebi çözüm süreci gibi algı oluşturulmaya başlandı. Çözüm sürecinin doğru uygulanmaması bu olayların yaşanmasına sebep oldu. Hükümetin Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetmesi, muhalefetin çözüm sürecinde silahlanmanın olduğunu ifade etmesi sanki çözüm süreci bu ülkenin en zararlı süreciymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu algıyla geri dönüşün de önü tıkıyor.
Oysa bu süreç başlarken yapılan yanlışlar vardı. Limanın varacağı durağı doğru tarif edilmemişti. İçinde yanlışları barındıran ama özü doğru olan bir süreci reddetmek ve olan olayları buna mal etmek gelecekte oluşabilecek çözüm süreçlerinin önünü tıkar. Öncelikle bu dil ve üsluptan vazgeçmek gerek. Bu süreci enine boyuna ele alıp nerede yanlışlar yapıldı, esasen bunları tartışmak gerek.”
"Kürtler Ortadoğu’nun en büyük aktörü"
Dokunulmazlık tartışmalarına da dikkat çeken DİTAM Başkanı Mehmet Kaya, şöyle devam etti: “Bu sorunun çözüm adresi siyaset, yeri de Meclis’tir. Eğer siz eğer siyaseti zayıflatacak şekilde Meclis dışına iterseniz defacto bir siyaset ve çatışmaları daha derinleştirirsiniz. Kürtler 1990’ların Kürtleri değil. Artık duvarlara bağıran, acısını içine atan, sesini çıkaramayan Kürtler olmaktan çıktı. Bugün Kürtler Ortadoğu’da farklı bir aktör konumunda. Bunu görmek lazım. Ve hiç kimse şunu söylemesin. Bugün buradaki Kürtler ile Rojava ve Güney’deki Kürtlerin birbirleriyle duygusal ve politik bağı yok demesin. 1990’lardaki muameleye maruz kalan Kürtlerin aynı muameleye maruz kalması durumunda sesi daha fazla çıkacaktır. 1990’ların sonucunu aşan sonuçlar çıkar. Kaybeden Kürtler ve Türkler olacaktır.
"Dağa çıkışlar arttı"
1990’larda insanlar neden dağa çıkıyordu? Örneğin Vedat Aydın cenazesi büyük kırılma yaratmıştı. Emniyet Müdürü o gün 400 kişi dağa çıktığını söylemişti. Rojava’da daha büyük bir kitle dağ çıktı. Öcalan’ın yakalanma sürecinde de benzer süreç yaşandı. Ne zamanki devlet şiddete başvurup çözümü burada aradıysa Kürtler de çareyi dağa çıkmakta buldu. İddia ediyorum Cizre’deki olayın benzeri Sur’da yaşanırsa bugüne kadar ki en kalabalık dağa çıkış süreci yaşanacaktır.
"Göç edenlerin bir kaydı yok"
Çok büyük bir iç göç yaşanıyor. Geçmişten ders falan alındığı yok. 1990’ların şiddet konseptin farklı bir yöntem yok. Sosyal ve ekonomik anlamda da yok. Nasıl o dönem köyleri yakıp nereye giderseniz gidin dendiyse bugün de buna benzer bir noktada. Cizre, Derik, Sur İdil ve Nusaybin’den çıkan insanlarla ilgili ne devletin doğru düzgün bir kaydı var ne de bir yardım politikası. Bu daha büyük kırılma demektir.”