Yalçın Çakmak
Hacettepe Üniv. Tarih Bölümü Arş. Gör.
Devletin çözümsüzlük ısrarıyla mesele haline getirdiği cemevlerine yönelik güncel tartışmaların hali hazırdaki durumu, Alevilik üzerine kafa yoran şahsıma da bir nefeslik söz hakkı doğuruyor. Şöyle ki!
Tartışmaların merkezinde bulunan bu kurumun siyaseten gündemleştirilmesinin, ekseri olarak, Alevilerin kentleşme sürecine müdahil olma serüveniyle yakın bir ilişkili söz konusu. Kırdan şehre yönelen Alevi hareketliliği ve belli bir zamana değin korkularından ötürü inancını saklı tutan Alevilerin artık görünürleşmeyi tercih etmeleriyle birlikte, Cemevlerini, kendi varlık ve kimlik mücadelelerinin siyasal birer ‘sembolü’ haline getirdikleri söylenebilir. Böylece, gerek Aleviliğin ‘teolojisinde’, gerekse tarihsel geçmişinde esamesi okunmayan Cemevlerinin varlığı (buradaki kastımız sadece Cemevi olup, kesinlikle ‘Cem ritüeli’ değildir), bu aşamadan sonra Aleviler açısından bir vazgeçilmez haline ge(tiri)lip, iktidarın, kendilerine yönelik uyguladığı ‘kuşatma hareketine’ karşı gösterdikleri direncin de temsili üssü olmuştur.
Gelenek bize, şehirlerde tekke ağırlıklı, kırsaldaysa dede ya da pirin kontrolünde köyün en büyük ve uygun evinde gerçekleştirilen cem ayininin icrası için, başlangıcından itibaren cemevi gibi bir yapılanmanın zorunlu olmadığını gösteriyor. Bugünse ilişkinin, Alevi örgütlenmesi ve şehir hayatının yarattığı bir zorunluluk olarak, Cemevleri lehine geliştiği söylenebilir. Öyle ki, şehirlerde bir ihtiyaç olarak hissedilen Cemevlerinin, giderek daha küçük yerleşim birimi olan köylerde de açılmaya başlanması, meselenin sadece ibadetle sınırlı tutulmadığını ve Alevi kimliğinin siyasallaşmasıyla da yakın bir ilişkisinin olduğuna işaret ediyor. Bu nedenledir ki, Alevilerin iktidarla olan mücadelelerinin, aynı zamanda bu erk tarafından ‘kullanıla gelen’ Sunni İslam yorumu ve onun temsili kurumlarına karşı (Diyanet İşleri ve cami gibi) yürüttüğü ‘çatışmayla’, var olan statükolarını (Sunni-Alevi) besleyip, koruduğu söylenebilir. Burada bir nevi, diyalektikteki zıtların birliği yasasına uygun, birbirlerini öteleme ve hatta bu rekabet üzerinden var olup, kendi durumlarını konsolide etme gibi bir durum ‘da’ söz konusudur. Zira bugün ki gerilimin odak noktasına, Cemevlerinin ibadethane olup-olmadığı yönündeki tartışmalar damgasını vururken, bunun yarın başka bir mecra üzerinden yürütüleceği şimdiden kesin gibi gözükmektedir!
Sorun devlet olunca
Buna rağmen devletin, bırakınız Cemevlerinin ibadethane olduğunu kabul etmeyi, halen Aleviliğin içkin yapısına müdahale ederek, onu, kendi çizmiş olduğu çerçevenin sınırlarına hapseden ve de ‘tanımlayan’ bir zihin dünyasıyla hareket ettiği görülüyor. Bu bile, niyetinin kriz çözmekten ziyade, var olan bu krizi daha da derinleştirerek problem içinde problem ürettiğine işarettir. Böylece, bizler meselenin Aleviler lehine çözümü için çırpınıp dururken, devletimiz arkadan dolanıp, çözümsüzlüğün devamı için yeni dipsiz kuyular yani sorunlar üretmekten geri durmamaktadır. Bunu yaparken de, kendine bir toplumsal meşruiyet alanı yaratıp, ipe un sermesini de, her defasında Sunni vatandaşların hassasiyetlerini öne sürerek gerekçelendirmekte. Öyle ki, bu durumu bir yanda Diyanet İşleri vasıtasıyla ‘formatladığı bu çevrenin özgür bir tepkisi’ olarak sunup, kotarırken; diğer türlü de, içeride ve dışarıda (bkz. Suriye) yürüttüğü siyasetin malzemesi haline getirerek kullanmaktadır. Neticede, var olan yarayı sürekli kaşıması bir yana, bunu bilinçli şekilde tercih edip, bir hedefi gözetirken aynı zamanda birçok hedefi amaçlamaktan da tatlı bir zevk aldığını görüyoruz.
Buna rağmen iktidarın tersine, çoğu konuda olduğu gibi Cemevleri hususunda da Alevilere adilane yaklaşan birçok ‘hakkaniyetli Sünni’ var. Ama halen bu düşüncelerine ‘güçlü bir ses giydirmemeleri’ büyük bir eksiklik olarak duruyor. Öyle ki, bugün internet ortamında dolaşımda olan “Camiden çıkıp Aleviler için özgürlük istediler” yönündeki ‘aslına bir türlü kavuşamayan’ iyi niyetli şakaların dahi, Aleviler için nasıl da büyük bir sevinç kaynağı olduğunu özellikle belirtmemiz gerekiyor!
‘Tanımlama’ tahakkümü
İktidarın Aleviliğe dair yarattığı bir diğer rahatsızlık da, onu sürekli tanımlama uğraşısıdır. Bu tanımlamanın da hep olduğu ve hesabına geldiği gibi, Aleviliği İslam içi referanslar üzerinden açıklamasıyla meydana geldiği görülüyor. Böylece bir kez, Alevilik ile İslam ilişkisi kurulunca, Alevililik inancı buna göre dizayn edilmeye; bununla birlikte, yaşam ve talepleri de hâkim İslami inanca göre değerlendirmeye alınmaktadır. Niyet böyle ‘bozuk olunca’, Cemevlerinin ibadethane olduğu yönündeki her türlü talep de görmezden gelinip, İslam’da tek ibadethane olarak caminin kapısı gösterilmektedir.
Oysaki bugün, tek bir Alevilik anlayışından söz edilemeyeceği gibi, Alevilerin kendilerini nerede ve nasıl gördüklerine bakmaksızın, onların hepsini İslam içinde değerlendirmenin de doğru bir yanı kalmamıştır. Alevilik ne tek başına Hz. Ali sevgisi, ne de tarih boyunca donmuş kalıplaşmış merkezi bir inanç olmadığı için, sadece ondaki İslami referanslara bakarak böyle bir değerlendirmede bulunmanın tartışmaya açık birçok yanı bulunmaktadır. Ayrıca, İslam’dan kimin ne anladığı; Tarihin Arap Ali’siyle Alevilerin Ali’sinin neden farklı olduğu; Alevilerin bir yandan İslam’ın özüyüz derken, diğer yanda İslam kelimesi geçen bir cümle içinde telaffuz edilmeye bile nasıl da şüpheyle yaklaşıp, yer yer de karşı oldukları ısrarla görmezden geliniyor.
Bu konuda değerli çalışmalarıyla birçok akademisyenin mesai harcadığını (kastım iktidarın gözlüğünü takmayanlaradır) elbette görmezden gelmiyorum. Ama meselenin çözümü için, sorunu temel olarak İslam bağlamında ele alıp, Aleviliğin meşruiyetini bura üzerinden sağlamalarını da doğru bir çaba olarak görmediğimi belirtmem gerek. Ayrıca, Alevilerin de özne olabileceğini göz ardı edip, sorunları çözülmediği takdirde bir takım ‘art niyetli çevrelerin’ yönlendirmelerine açık birer nesneye indirgenmelerini ve yanı sıra; bu şekliyle onları birer korkuluk olarak sunup, bunun üzerinden devlete akıl verilmesini de pek yakışık bulmuyorum!