Ümit Kıvanç
(Taraf, 7 Nisan 2012)
Eğitim sistemi başta, muhteşem aile ortamlarımız öbür başta, onlardan kalan yeri tamamlamak üzere hepimizi günde üç doz zehirleyen siyaset faaliyetimiz ortada, hep beraber muazzam bir pişkinlik ve yüzsüzlük kültürü yarattık. Tarih ile ilişkimiz gerçi bu kültürün şahikalarına ulaştığımız alan, ama her türlü güncel mevzuda da yüzsüzlükten zırnık taviz vermeye niyetimiz yok.
Hepinizin mâlûmu, memlekette herhangi bir laf edecekseniz, bunun çekiştirilebileceği doksan yöne bariyerler koymak zorundasınız. Buyurun: 12 Eylül’cülerin darbecilikten yargılanması tarihî bir olaydır, asla küçümsenemez, değersizleştirilemez, herkesin de bu yargılamaya ne şekilde olabiliyorsa destek olması insanlık icabıdır. Allah aşkına bu paragrafı mütemadiyen tekrar ettirmeyin, herifin samimi fikri bu, tamam, deyip bir kenara koyun.
Yani diyeceklerimi bu yargılamayı değersizleştirmek için demiyorum. Bir dönüp kendimize bakalım da, “12 Eylül’ü yargılamak” gibi bir rüyadan ne kadar uzakta olduğumuzu görelim diye göze alacağım onca muhtemel hakareti.
12 Eylül’ün mağdurlarından sözedelim, öbürleriyle işimiz olmaz.
Şu anda göründüğü kadarıyla, 12 Eylül’de analarından emdikleri süt burunlarından gelmiş olan Kürtlerin, “Türkler arasındaki” meselelerle, Ergenekon’la şununla bununla pek ilgileri yok. “Kürt siyaseti”, hükümete yarar bahanesiyle, devlet içi derin teşkilatlara uzanabilecek yargı süreçlerine uzaktan bakmakla yetindi. 12 Eylül’cülerin yargılanmasını önemseyecekler mi, bilemediğim için geçiyorum.
Hâlâ tuhaf bir şekilde “solcular” adı altında birlikte anılan, oysa memleketin hayatî meselelerinde paylaşacağı pek bir şey kalmamış olan topluluk, 12 Eylül’ün yargılanmasına yolu açabilecek referandum sırasında ikiye bölündü. “Yetmez ama evet” diyenler, “hayır” ya da “boykot” diyenler tarafından dünya tarihindeki en büyük ihanetin sahipleri olarak görüldü, en galiz hakaretlere uğradılar, bu durum hâlâ sürüyor.
Fakat referandumda “hayır” kampanyası yürüten ya da “hayır” oyu vereceğini ilân edenlerin bir kısmı, sonucun “evet” çıkacağından da emin olarak, pankartlarını, evraklarını hazırlayıp beklediler, referandum sonucu açıklanır açıklanmaz gidip 12 Eylül darbecileri hakkında suç duyusunda bulundular, şimdi de davaya müdahil olmaya çalışıyorlar.
Yine “solcu” olarak adlandırılan ama bir adım sonra işi açıktan Kürt düşmanlığına vardırması dahi mukadder olan birileri, hükümete karşı olma gerekçesiyle, 12 Eylül’cülerin günümüzdeki uzantıları sayılabilecek kesimlerle yanyana gelmenin yollarını arıyor. Ergenekon, Balyoz vs. davaları sürecinde, adı solcu olan birileri giderek, fiilen, 12 Eylül’ün belkemiğini oluşturan devlet içi derin teşkilatlarla aynı safta toplanmaya başladı.
“12 Eylül’ün mağduruyuz” sözünü dillerinden düşürmeyen ülkücülere gelelim. Evet, doğrudur, mağdurdurlar, çünkü hiç beklemedikleri bir felaketle karşılaştılar. İdam da edildiler, işkence de gördüler. Ama en fenası, ödüllendirilmeyi beklerken bu muameleye uğradılar. 12 Eylül’e gidişte devlet ülkücüleri kullanarak ortalığı kan gölüne çevirdi. Polis desteğinde bütün o saldırıları yaparken hiç rahatsız olmadılar. Anadolu’daki Alevi katliamlarında başrolde yeraldılar, pişmanlık duymadılar.
16 Mart’ta bombayı getiren, Ankara’da yedi genci işkenceyle öldürten, sonra da devletin her türlü kirli işinde kullanılan bir tetikçi haline gelen Abdullah Çatlı, bütün marifetleri ortaya döküldükten sonra bile bir kahraman gibi toprağa verildi. Alparslan Türkeş aslında kimdir, “işlevi” nedir, CKMP’nin ele geçirilişinden MHP’ye, devlet bu işin neresindedir... bu konulara dair samimi bir açıklama, hele özeleştiri, duyduk mu bugüne kadar ülkücülerin çoğunluğunca kabul edilen birilerinden? MHP’nin önderlerinden biri 12 Eylül’ün mahkemesinde, “fikrimiz iktidarda, biz zindanda” demişti. Temizlendi gitti mi bu insanlık suçu şimdi? Ne yapıldı da temizlendi?
Türk siyasetçisi de 12 Eylül mağdurudur. Yani bir şekilde generallerin gözüne girip de kapağı onların icazet verdiği partilere atamamış olanları. Bugün 12 Eylül hakkında konuşmaya en son hakkı olan kişiler, 1980’den beri bu ülkeyi yönetenlerdir. Darbecilerin anayasasını kafamıza balyoz gibi indirmeye devam ettiler. Dile kolay, otuz iki sene! Otuz iki senedir 12 Eylül’ün anayasasıyla, yasalarıyla yaşıyoruz. En hayatî konularda darbecilerin çizdiği çerçevede, onların döşediği taşların üstünde hareket ediyoruz. Siyasetçiler bütün bunları kolaylıkla değiştirebilirlerdi. Bilerek isteyerek değiştirmediler. İktidara gelen, kendisine sağladığı imkânlardan ötürü 12 Eylül silahlarına dört elle sarıldı. 12 Eylül’ün meşhur Danışma Meclisi üyesi bir zat, kâh CHP’den kâp DYP’den, ama mutlaka hep Meclis’te. Otuz iki senelik siyasetimiz budur. Bu siyasetten kopuş misyonuyla karşımıza gelen mevcut hükümet (yeni bir parti!) de, iş kendi iktidar alanını sağlama almaya geldiğinde geleneğe sıkı sıkı sarılıyor.
Hükümete yakın kimseler anlaşılır sebeplerle, 12 Eylül’cülerin yargılanmasını her fırsatta öne çıkarıp, “bakın, ne şahane işler yapılıyor!” diyorlar. Ve bu davanın beklenen heyecanı yaratmamasından yakınıyorlar. Hemen sonra, davaya ilişkin eleştirel tek laf edeni, neresinden tuttururuz da Ergenekoncu falan diye yaftalarız, numaraları başlıyor.
Hâlbuki şu basit sorunun cevabını aramak daha doğru değil mi: Biz, toplum, siyasetçiler, şu bu olarak, sahiden “12 Eylül’ü yargılamak” gibi bir şeyi istiyor muyuz? Bundan ne anlıyoruz?
Son yılların gürültü koparan davalarında önümüze iddianame diye konan şeyleri alın, 12 Eylül’ün başlıbaşına bir eziyet ve cezalandırma aracı olan kitlesel davalarının iddianameleriyle karşılaştırın. Ne bulacaksınız, söyleyeyim: 12 Eylül darbesinden hemen sonra, fraklar giyip sıraya dizilerek darbecilerin ellerini derin bir hürmet ve hararetle sıkan yüksek yargı mensuplarını. Ne oldu? Otuz iki senede yargı değişti mi? Ragıp Zarakolu, “prestijinden örgütü yararlandırmış”, Büşra Ersanlı da örgüt yöneticisi! Aa, görüyor musun bak!
Şahsen etrafıma baktığım zaman, sadece birtakım generalleri (onların da elde kalanlarını) darbecilik suçundan değil, bütün olarak, insanlara onca çektirdikleriyle, bu memleketin geleceğini (ki 40 bin cana malolan, hâlâ süren bir savaşı da içeren bugünümüzdür) mahvedişiyle 12 Eylül’ü yargılamak isteyen insan sayısının pek fazla olmadığını görüyorum.
Buna yüzü olanlarınsa... bilemedim işte.