T24 - 2000 yılında ölüm oruçlarını bitirme gerekçesiyle yapılan ve 30 mahkum ile 2 askerin ölümüyle sonuçlanan ‘Hayata Dönüş’ operasyonun planı 11 yıl sonra ortaya çıktı. Planın adı belgelerde `Tufan` olarak geçiyor!
Milliyet gazetesi yazarı Can Dündar'ın bugün (7 Nisan 2011) kaleme aldığı 'Bayrampaşa Kumpası' adlı yazısı şöyle:
Bayrampaşa kumpası
Türkiye’nin utanç davasıdır Bayrampaşa
Türkiye’nin utanç davasıdır Bayrampaşa... Dün ortaya çıkan belge, utançlar zincirine yeni bir halka ekliyor.
Jandarma Bölge Komutanı’nın 17 sayfalık eylem planı bu...
Devlet, kendi kontrolünde olması gereken bir cezaevinde, kıstırılmış halde bulunan 295 tutuklu ve hükümlüye karşı bir savaş planı yapıyor.
İstihbarata göre 5 yıldır devletin giremediği Bayrampaşa Cezaevi’nde mahkumların elinde silahlar, el bombaları var.
“Tufan Operasyonu” başlıklı plan diyor ki:
“Yoğun gaz bombası taarruzu kullanarak içeri girilecek; ateşli silahla mukabele edilecek. Operasyon can kaybıyla bitebilir.”
Planın hazırlanmasını Jandarma Genel Komutanlığı emretmiş.
Ne zaman?
11 Ekim 2000’de...
* * *
Bandı 11 yıl geri saralım şimdi...
Siyasi mahkumların, F tipi cezaevlerini protesto için açlık grevlerine başladıkları tarih, 20 Ekim 2000...
Yani devlet, örgütten erken davranmış “savaş kararı”nda... Eylem başlamadan operasyon kararı almış.
Açlık grevleri, 19 Kasım’da ölüm oruçlarına dönüştü.
Bu süreçte arabuluculuk çabaları yoğunlaştı.
Biz de Başbakan Bülent Ecevit ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün talebi üzerine, Yaşar Kemal başkanlığında bir heyetle Bayrampaşa’ya gittik.
Orhan Pamuk, Oral Çalışlar, Zülfü Livaneli, Mehmet Bekaroğlu ve ben...
Tarih:
9 Aralık 2000...
Mahkumlarla Bakanlık arasında makul bir çözüm bulabilmek için uğraştık.
Bürokrasinin direnci kırılamadı; sonuç alınamadı.
Niye sonuç alınamadığı, bu belgeden sonra daha iyi anlaşılıyor.
Çünkü Hükümet çare ararken “devlet”, kararını 3 ay öncesinden vermiş; hazırlığını yapmış, muhtemelen Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın, bizim çabalarımızı uzaktan tebessümle izliyormuş.
Çözüm sürecini tıkadılar, bazı gazetelere yalan haberler yazdırıp psikolojik harp başlattılar, kamuoyunu hazırladılar.
ve sonunda “Tufan”a yol açtılar.
Operasyonda direnişçiler diri diri yakıldı.
30 mahkum, 2 er öldü.
* * *
Dönemin bakanları bu belgeyi bilmediklerini söylüyorlar. Nasıl olur da bir Adalet Bakanı, cezaevlerine operasyon hazırlığını bilmez; İçişleri Bakanı kendisine bağlı Jandarma’yı denetleyemez? Bilmemek ya da gözyummak da suça iştirak sayılmaz mı?
Devletin kumpası bununla da bitmedi.
Operasyona ilişkin dava, ancak 10 yıl sonra açılabildi. Çünkü Jandarma’nın “sorumlu isimler”i savcılığa bildirmesi tam 6 yıl sürdü. Bildirilen isimler de sanki kendi başlarına karar verip içeri dalmış gibi, 1 astsubay ve 38 erdi.
Emri içeren planın “arşivlenmesi gereken yerde bulunamadığı” bildirildi. Sonunda plan, arşiv dışında bir yerde bulunup mahkemeye yollandı da biz de harekatın sorumlusunun kurban edilen 39 asker değil, bizzat dönemin Jandarma Genel Komutanlığı olduğunu öğrenebildik.
Şimdi, yetkililer hakkında da dava açılması bekleniyor.
* * *
Bu dehşetengiz öykünün beni asıl çarpan yanı şu:
Katliam emrini veren üst düzey yetkililerin bir kısmı yarın bu davanın sanığı olarak cezaevine girebilir.
Onlar ya da halen “terör örgütü” suçlamasıyla içerde olan bazı güvenlik yetkilileri, eğer cezaevinde tek kişilik “tabutluk”larda tutulmuyorsa, birkaç kişi bir arada koğuşta kalabiliyorlarsa, tek tip elbise giymeye zorlanmıyorlarsa, o gün ölüm orucunda ölen ya da yakılarak katledilen o çocuklar sayesindedir.
Onlar “Hücreye hayır” diye diye ölerek, katillerini hücreden kurtardılar.