16 Ekim 2019 15:48
Futbolun ekonomisi, finansı, yönetimi ve felsefesi üzerine çalışmalar yapan yazar Tuğrul Akşar, Türkiye futbolunun içinde bulunduğu durumu değerlendirirken “Gelirleri, borçlarını karşılamayan bir ligde kalıcı başarıya ulaşma şansı yoktur. Bu nedenle Süper Lig’in geleceğini iyi görmüyorum” dedi.
“Türk futbolu uçurumun kıyısında” ifadesini kullanan Akşar, “Ülkemizde bugün futbolun ana sponsoru temelde devlettir. Bunun yanı sıra, finansal sürdürülebilir bir yapıya sahip olamadığımız için zamanla bu bizim sportif rekabet gücümüzü aşağıya çekiyor. Bu da futbol kalitemizin düşmesine neden oluyor” diye konuştu. Akşar, devletin futbol kulüplerine yönelik desteğini kesmesi durumunda Süper Lig’deki bir iki kulüp dışındaki bütün kulüplerin kapısına kilit vuracağını söyledi.
T24 yazarlarından Tuğrul Akşar ile Türk futbolunun bugünkü içinde bulunduğu durumu ve bu finansal ve ekonomik açmazdan nasıl kurtulabileceğini konuştuk:
Tuğrul bey lig başladı, bununla birlikte futbolumuzun sorunları da tekrar konuşulmaya başladı. Futbolumuzun hali nedir? Durum gerçekten konuşulduğu gibi vahim mi?
Türk futbolu maalesef ekonomimizin, sosyal yaşamımızın yeşil sahalara yansıması şeklinde karşımıza çıkıyor. Yani, futbol gerçekten de yaşamın kendisi…Gündelik yaşamda ne sıkıntılar yaşıyorsanız, bunları bire bir futbolumuzda da görebilir, deneyimleyebilirsiniz. Bileşik kaplar burada da çalışıyor ne yazık ki… Futbolumuz bir çıkmazda. Sportif, ekonomik, finansal ve yönetsel anlamda. İşin kötüsüyse, bu sorunların üstesinden gelebilecek bir yetkinlikte de değiliz. Öncelikle sorunumuzu tam olarak teşhis edip ona göre tedaviyi kabul etmiyoruz. Aslında, sorunun teşhisi yapılmış durumda da, ne futbol otoritesi, ne kulüpler, ne de futbol paydaşları bu sorunların çözümü konusunda bir aksiyon içinde değiller. Biz durumu vahim olarak görüyoruz, ama sorunu kavramada ve çözüm yaratmada ciddi değiliz. Oysa, batılılar, “durum ciddi ama vahim değil!” derler. Biz ise durum vahim ama ciddi değil” anlayışıyla hareket ediyoruz
Peki, Türk futbolunun sorunlarına detaylıca girmeden önce, futbolun büyüklüğünü anlamak ve Türk futbolunun bu büyüklük içinde nerede olduğunu ekonomik anlamda anlamak, kavramak için bize kısaca, Türk ve Avrupa futbol pazarının büyüklüğünden bahsedebilir misiniz?
Futbol son otuz yılda ekonomik olarak en fazla gelişen ve büyüyen bir spor dalı. Yani, tam anlamıyla basketbolun Amerika’daki Show-business konumunu ve dönüşümünü yakalayan ve hatta onu geçen bir iş kolu, bir endüstri haline geldi. Yani, futbol bugün günümüzde gerçekten “iş” olsun diye oynanıyor. Tam bir gösteri endüstrisine dönüşmüş durumda. Bu endüstrinin tüm dünyada büyüklüğü ekonomik anlamda 45 Milyar Euro’ya ulaşıyor. Yaklaşık 50 Milyar dolar diyebiliriz. Bu büyüklüğün yaklaşık üçte ikisi Avrupa’da yaratılıyor. Deloitte’un en son raporuna göre Avrupa futbol kulüplerinin yarattığı toplam gelirin büyüklüğü 28.4 Milyar Euro’ya, Türk futbol kulüplerinin yaratmış olduğu gelirlerin toplamı da 738 Milyon Euro’ya ulaşmış durumda. Türk futbol ekonomisinin Avrupa futbol pazarı içindeki payı yüzde 2.5 civarında…yaratılan parasal gelir bakımından Süper Lig, Beş Büyük Lig ve Rus Ligi’nin arkasından yedinci sırada yer alıyor.
Bu kadar gelir elde eden futbol kulüplerinin Türkiye’de toplam borçları ne düzeyde? Bu borçluluk yönetilebilecek düzeyde mi?
Bugün Süper Lig kulüplerinin toplam borçları 14 Milyar lira dolayında. Gelirlerin 738 Milyon Euro olduğunu belirtmiştik Yani, yaklaşık 2.3 Milyar Euro düzeyinde.
Türk futbolunun toplam borcunun 10 milyarı aştığı resmi kaynaklarca doğrulandı. Buralara nasıl gelindi, bu işin sonu nereye varacak?
Türk futbolunun bugün içinde bulunduğu yer tam bir finansal çıkmaz. Bir darboğaz ve kulüpler içinse bir borç batağı...Belirttiğiniz 10 Milyar TL borç tutarı, sadece üç büyük kulübe ait borç miktarı. Süper lig kulüplerinin borcu bugün 14.5 Milyar liraya ulaşmış durumda. Buraya nasıl mı geldik? Kısaca anlatayım ben size…son yirmi yılda Türk futbolunda parasal büyüme, yönetsel ve sportif gelişimin önüne geçti. Yani, şunu demek istiyorum: Türk futbolu 2000’li yılların başından itibaren hızla parasallaşıp ticarileşmesine karşın, bu büyümeyi yönetecek yönetsel yapılanmayı, reformu futbolumuzun üst yapısında gerçekleştiremedik.
Örneğin, 2000’de 150 Milyon Euro gelire sahip olan Türk futbolunun bugün gelirleri yüzde 400’e yakın artarak 738 Milyon Euro’ya geldi ama biz hala 2000’deki UEFA ve FIFA sıralamamızı yakalayamadık. Bence Türk futbolunun temel çelişkisi: parasal büyüme artarken, sportif performansın artmayışı. İşte bu soruya yanıt aramalıyız…
Liyakatsiz, basiretsiz, yeteneksiz ve vizyonsuz yönetimlerin ve yöneticilerin yönetimi ve denetiminde Türk futbolu yolunu bulmaya çalıştı. Oysa, bu parasal büyümenin sportif performansımızı artıracak şekilde yönlendirilmesi gerekirdi. Bu olmadı. Klasik yönetim anlayışıyla, kulüplerimizi konvansiyonel yöntemlerle yönetmeye kalktık. Kurumsal yönetim ve yönetişimi, kulüplere egemen örgüt modeli haline getiremedik. Hal böyle olunca da, ne şeffaflık sağlanabildi, ne yöneticiler denetlenebildi, ne hesap sorulabildi, ne de paydaşlara karşı bir sorumluluk hissedildi. Yani, anlayacağınız, bu yanlış politikalar futbolumuza sportif refah getirmedi. Nereye gideceğimiz çok belli. Uçurumun kıyısındayız. Kulüplerin hali pür melali içler acısı. Ne yazık ki, futbolumuzun kendi olanaklarıyla bu olumsuzluklardan kendi başına da kurtulma şansı bulunmuyor. Şunu kısaca ifade edeyim: Gelirleri, borçlarını karşılamayan bir ligde kalıcı başarıya ulaşma şansı yoktur. Bu nedenle Süper Lig’in geleceğini iyi görmüyorum.
Bu borç sarmalında ilk iki sırayı alan Fenerbahçe ve Galatasaray transfer rekorları kırdı, milyon Euro'luk sözleşmeler yaptı, bu gidişatı nasıl yorumluyor musunuz?
Bu tam anlamıyla bir disiplinsizlik. Özkaynaklarınız eksiye dönmüş, borçlarınız gelirlerinizin dört katına çıkmışken, birikimli zararlarınız gelirinizi aşmış, şiddetle sıcak paraya ihtiyaç duyarken, finansal yükümlülüklerinizi yerinize getiremediğiniz için borçlarınızı yapılandırmışken, böylesi paraların harcanması tam anlamıyla bir mali disiplinsizliktir. Kabul edilebilir bir yanı yok bunun maalesef.
Bankalar Birliği’nin borçların yeniden yapılandırılması anlaşması gerçekten kamuoyuna yansıdığı gibi çok düşük faizle, geri ödemesi ötelenmiş bir can suyu mudur? Yoksa bankacılık kuralları doğrultusunda zamanı geldiğinde çatır çatır tahsil edilecek bir kredi midir?
Öncelikle belirtmeliyim ki, borç yapılandırmaya ilişkin ne kulüplerimiz, ne de Federasyon’dan kamuya bir açıklama yapılmadı. Yapılmıyor. Ne kadar borç yapılandırıldı? Yapılandırma faizi ne oldu? Yapılandırılan borcun yeni vadesi ne oldu? Hangi teminatlarla bu krediler yapılandırıldı? Bu konularda açıklamaya gereksinim var. en azından, bu konularda kulüpler ve federasyonun transparan davranarak, kamuoyuna bilgilendirmesi, futbol paydaşlarına karşı bir sorumluluktur. Çünkü, bu kulüplerin Borsa İstanbul’da hisselerini almış mali yatırımcılar var. Bu konuda sadece Hüsnü Gürel’inin bir internet sitesinde yaptığı açıklamalar var. Bu açıklamalardan anlıyorum ki, kulüpler piyasa faiz oralarından beş puan fazlaya, 2 yıl ödemesiz toplam beş yıl vade ile Ziraat Bankası’nca oluşturulan bir konsorsiyumla borçlarını yapılandırmışlar. Bu açıklamalar ışığında şunu söyleyebilirim: Bu borç yapılandırma operasyonu, öyle anlatıldığı gibi düşük faizle, cansuyu olarak kulüplere verilen krediler değil. Maliyeti yüksek; vadesi, faiz oranının yüksekliğine göre daha kısa kalmış, kulüpleri ödemede zorlayacak bir yapılandırma olmuş. Pek tabi ki, bu krediler günü geldiğinde ödenmek üzere verilmiş kredilerdir. Sonuçta, bu krediler birer hibe değildir.
Sizce bu mali tablolarla futbol takımlarına bu krediler verilir mi?
Bugün bu kulüplerin maalesef finansal dengeleri bozulmuş durumda. Hepsinin özkaynakları negatif. Yani, varlıklarını satsalar, borçlarını ödeyecek durumda değiller. Hepsinin birikimli zararları var. Üç kulübün gelirleri toplamı yaklaşık 2 Milyar TL. Bu kulüplerin yıllar itibariyle birikimli zararı ise gelirlerinin 2 katına ulaşmış, yaklaşık 4 Milyar TL. yapılandırmaya giren kulüplerin borçları ise yaklaşık 10 Milyar TL. Faaliyetlerinden kar elde edemiyorlar. Hal böyle olunca, gelirleri borçlarını karşılamayan, borç batağına saplanmış, kredilerini geri ödeyebilme yeteneklerini kaybetmiş, finansal dengeleri bozulmuş bu kulüplere, finans etiği kredi vermeyi ret eder. İzin vermez.
Türk futbolu, Avrupa’daki örneklerinde olduğu gibi niçin gelir yaratmıyor; örneğin maç günü geliri, bilet geliri çok düşük seviyelerde.
Avrupa’da aslında beş Büyük Lig’i çıkartırsak, sadece birkaç ligin kendi dinamikleriyle gelir yarattığını görürüz. Bu ligler de, büyüklükleri bakımından Portekiz, Hollanda, Belçika, Danimarka, Avusturya, İsveç ve Polanya ligleri…Bunların dışında Rusya ligi var ama borçlanma oranı yüksektir. Süper lig toplam 734 Milyon Euroluk geliriyle Avrupa’nın en fazla gelir yaratan yedinci ligi ama borç batağında bir lig. Bu liglerde Rusya ligi dahil hemen hepsinde maç günü gelirleri diğer gelirden daha yüksektir. Maç günü gelirlerinin payı ise %33. Bizim ayarımızdaki liglerde Rus liginde maç günü gelirlerinin payı %68, Hollanda liginde bu oran % 40’tır…Bu da, bu liglerin kendi dinamikleriyle gelir yarattığını gösterir. Bizde ise, yayın gelirlerinin payı toplam gelirin %48’ine karşılık geliyor…Aslında bu oranı aşağıya çeken şey, Üç büyük kulübün toplam gelirlerinin yüksekliği. Aksi taktirde, üç büyükleri çıkartırsak, yayın gelirlerinin payı %85’e çıkıyor. Yani, bizde devlet subvasiyonu ile giden bir lig var. Ülkemizde bugün futbolun ana sponsoru temelde devlettir. Bunun yanısıra, finansal sürdürülebilir bir yapıya sahip olamadığımız için zamanla bu bizim sportif rekabet gücümüzü aşağıya çekiyor. Bu da futbol kalitemizin düşmesine neden oluyor. Buna bağlı olarak futbol maçlarımızı dışarı satamıyoruz. Düşük rekabetli, kaliteden yoksun ligimizde seyirci de tribüne rağbet etmiyor. Böyle olunca 14.000 ortalamaya oynayan bir lig çıkıyor karşımıza. Bu nedenlerle, devlet destekli, yayın gelirleri yüksek, diğer asli faaliyet konularında gelir yaratamayan bir ligle karşıya kaldığımız için, ligimiz beklenen gelirleri yaratmakta zorlanıyor.
Devlet elini çekse, örneğin vergi borcunuzu affetmiyorum, Spor Toto desteğini belli noktaya çekiyorum, naklen yayın ücretinde de üst sınırdan ödemede bulunması için yayıncı kuruluşa ricada bulunmuyorum dese 140 profesyonel kulüpten kaçı kapısına kilit vurur?
Süper Lig’de bir-iki kulübün dışında kulüp kalmaz. Alt liglerde ise durum bundan daha farklı değil. Burada şunu atlamamalıyız. Devlet tabi ki, spora destek olacaktır ama bu sponsorluk profesyonel bütçesi olan, profesyonel takım sporları için değil, daha çok olimpik branşlara olmalıdır. Sadece devlet değil, ben tüm kamu fonlarından söz ediyorum. Yani, bazı kentlerde Büyükşehir belediyelerinin kamu kaynaklarını akıtması da, hem rekabet açısından adil değildir, hem de sosyal adalet açısından da uygun değildir.
Kulüp yönetimlerinin yapısı bugünkü tabloda etkili mi?
Pek tabi ki, bugünkü kulüp yönetimlerinin de, Türk futbolunun finansal darboğaza girmesinde büyük etkisi var. Çünkü, bugünkü yönetim kadroları, gelişen, değişen ve endüstriyel bir niteliğe dönüşen futbol yapılanmasını yönetecek potansiyele sahip değiller. Konvansiyonel yöntemlerle günü kurtarmaya çalışan, uzun vadeli düşünmeyen, “küçük olsun, benim olsun” mantığıyla hareket eden, Avrupa futbolundaki gelişmeleri takip etmeyen, yüz milyon eurolara ulaşan bütçeleri yönetecek yeterliğe ve yetkinliğe sahip olmayan, yetkileri olup sorumluluk taşımayan, bu nedenle hesap vermeyen yöneticiler, kulüplerin mali durumlarının daha da kötüye gitmesine neden oldu. Ancak, ben bunun yanısıra, TFF’nin de bu işte önemli sorumlulukları olduğuna inanıyorum. Çünkü, bu yapıyı iyi denetlemeyen, sorumlulukları sıkı takip etmeyen, yaptırım uygulanmakta zorlanan bir futbol otoritesi ile karşı karşıyayız. Zaten, bugünkü futbol yapılanmamız Türk futbolunun rekabetçi yeteneğini artırıp Avrupa ve Dünya futbolundan sportif ve mali anlamda hak ettiği payı alabilecek yere taşıyacak bir yapıda değil. Demode bir yapı. Kendisini endüstriyel gelişime göre yenileyemeyen, siyasetin etkisi altında kalan bir yapıdan bahsediyorum. Hem kulüplerde, hem de futbol otoritesindeki sorun ve sıkıntılara bakınca ben şunu diyorum. Bugün Türk futbolunda alt yapı değil, üst yapı problemi var. Bugünkü kulüp ve futbol otoritesinin yönetsel yapılanması Türk futbolunu ileriye taşıyacak nitelik ve yetenekte değil maalesef.
TFF’nin harcama tablosu ve FFP denetimi gerçekçi mi?
Türkiye Futbol Federasyonu Türk futbolunun patronu olarak, Türk futbolunu yönetecek ve yeniden tasarımlayacak her türlü araca sahip. Bu kapsamda bakıldığında, kulüpleri denetleyebilme olanağına ve potansiyeline de sahip. Ama ne yazık ki, bu çok da iyi çalışmıyor. Çalışsa zaten, federasyonun UEFA lisansı verdiği kulüpler, UEFA’dan yaptırım görmezler. UEFA’dan dönmezler. Kulüp lisanslamanın da çok doğru çalışmadığını düşünüyorum. Bugünkü genel kurul yapılanması içinde kulüplerin delegelerine karşı bir yönetsel kaygılarla çok doğru değerlendirmeler yapamadığını düşünüyorum. Bu olumsuzlukları gördüğü için UEFA, Finansal Fair Play uygulamasını bizatihi kendisi çok yakından takip ediyor. Ancak, burada da bazı finansal düzenleme ve bazı muhasebe teknikleri çalıştırılarak, finansal tablolar makyajlanabilmekte. Çünkü, bizim bugünkü kulüp örgütlenmemiz içinde dernek ve Sportif AŞ yapısı var. dernek tarafı Borsaya kote olmadığı için biz tüm fotoğrafı sadece BİST’teki sportif AŞ.lerin mali tabloları üzerinden görüyoruz. Bu da, tam resmi bize yansıtmıyor. Konsolide finansal tablolar üzerinden değerlendirmeler ne kadar güvenilir? Onu bilemiyorum.
UEFA FFP kıskacını genişletti mi, yoksa Türk takımlarına “Sizin kurtuluşunuz yok ne yaparsanız yapın” mı diyor?
Şunu öncelikle belirtmeliyim ki, UEFA’nın Finansal Fair Play uygulaması amacından sapmış durumda. 2009 yılında bu komite kurulduğunda temel amaç, güçlü ile güçsüz arasındaki ekonomik farkı en aza indirerek, güçlüler lehine haksız rekabetin ortadan kaldırılıp Avrupa futbolunda orta ve uzun vadede dengeli bir rekabet ortamının kurulmasıydı. Ama bugün gelinen noktada, bundan tamamen uzaklaşıldı ve artık meydan sadece beş büyük lige, özellikle de İngiliz Premier Lig’e bırakıldı. Nitekim, geçen yıl hem Şampiyonlar Ligi’nde, hem de Avrupa Ligi’nde dört İngiliz takımın final oynaması bunun çok açık örneği olarak gösterilebilir. UEFA, daha çok çevre ülkelerin takımlarına bu yaptırımları uygular hale geldi. Merkez liglerdeki çoğu usulsüzlüklere göz yumabiliyor. Örneğin, iki sene önce Neymar’ın Barcelona’dan Paris Saint Germain’e transferinde çok büyük usulsüzlükler, yolsuzluklar ve Finansal Fair Play’e aykırı uygulamalar olmasına karşın, UEFA kılını kıpırdatmadı. Bunu görünce, şu rahatlıkla söylenebilir: UEFA’nın bugünkü temel misyonu merkez Ligler olarak nitelendirdiğim beş büyük ligin çıkarlarına uygun bir şekilde futbol yapılanmasını ve organizasyonlarını buna göre dizayn etmektir. Çevre liglerin takımlarının ise halleri pek yaman. Finansal Fair Play onların başlarında Demoklesin kılıcı gibi sallanıyor. Her türlü yaptırım var. Ama merkez liglerde göstermelik birkaç uygulamanın dışında esasa uygun bir yaptırım yok. Hal böyle olunca Türk takımları da bundan paylarına düşeni alıyorlar. Ancak, son zamanlarda UEFA’nın bu çifte standartları çevre lig takımlarında bir huzursuzluğa da neden olunca, şimdi Çevre Lig takımlarına da bu yaptırımları gevşetmeye başladılar.
Beşiktaş’ın başkanı Fikret Orman “kan değişimine ihtiyaç var” diyerek istifa etti. Gerçekten Beşiktaş bir kan değişimi sağlayabilecek mi? Bir de Beşiktaş’ın mali durumu çok konuşuluyor. Son durum nedir? Fikret Orman “Beşiktaş’a çok hizmet ettik. Onun yararına çalıştık” diyor. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?
Bu konuda hem T24’te, hem de futbolekonomi.com da “Kara Kartal Yeniden Yüksek Uçabilecek mi?” başlığıyla çok detaylı bir makale kaleme aldım. Hatta Fikret Orman’ın kulübü ekonomik, finansal, takım kadro değeri ve sportif olarak nereden alıp nereye getirdiğine ilişkin futbolekonomi.com’a farklı grafikler de koydum.
Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim bir kere: Fikret Orman kulübe vaat ettiği başarıyı ne yazık ki getirememiştir.
Fikret Orman döneminde Beşiktaş beklediği sportif ve ekonomik refah düzeyini yakalayamamış; aksine, borçlarını ödeyemez ve finansal yükümlülüklerini yerine getiremez bir kulübe dönmüştür. Nitekim, 2019 içinde Bankalar Birliği koordinasyonunda bankalarla gerçekleştirilen borç yapılandırma operasyonu ile kulüp borçları 2 yıl ödemesiz beş yıl vadeyle, piyasa faiz oranlarından beş puan daha fazla bir marjla kredilerini yapılandırmak zorunda kalmıştır.
Birikimli zararları nedeniyle, özkaynakları negatife dönen kulübün finansal dengesizliği iyice artmış ve mevcut finansal yapı kulübün geleceğini tehdit eder duruma gelmiştir. Artan birikimli zararlar, kulübü “teknik iflas” tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Takım değeri ilk defe 100 Milyon Euro ve Orman’ ın 2012’de aldığı değerin altına, 84 Milyon Euro’ya gerilemiştir.
Sportif performans bakımından da bu kadar pahalı kadrolar oluşturulmasına karşın sadece iki Süper lig şampiyonluğuna ulaşılmış ve bir kez de Şampiyonlar ligi grubundan çıkma başarısı gösterilmiştir.
Fikret Orman döneminde Beşiktaş nasıl bir ekonomik-finansal politika izledi? Kısaca, kulübün önemli finansal göstergelerinden de bahsedebilir misiniz?
Tabi ki. Fikret Orman döneminde “borca dayalı büyüme stratejisi” ile “yıldızlara dayalı maliyetli bir kadro kurarak, şampiyonluğa ulaşma” yönetsel politikası izlenmiştir. Bu politikalar kulübün yoğun bir şekilde borçlanmaya yönelmesine sebep olmuştur. Bu dönemde yüksek maliyetle sahip olunan fonların ve diğer kulüp gelirlerinin şeffaflıktan uzak verimsiz kullanımı, Beşiktaş'ın birikimli zararlarını giderek artırmış ve mevcut gelirlerinin üzerine çıkartmıştır. Buna bağlı olarak, kulübün yükselen birikimli zararları, özkaynak açığını da artırmış, Fikret Orman döneminde, kulübün 2012-13 sezonunda 372 Milyon TL olan özkaynak açığı, 2019'da % 190 artarak 815 Milyon TL'na ulaşmıştır.
Beşiktaş'ın Fikret Orman döneminde birikimli zararları ve özkaynak açığı belirttiğim nedenlerden dolayı giderek artmıştır. Bu süreçte, Kulübün gelirleri daha az bir ivmeyle artarken, borçlanması daha hızlı bir artış kaydetmiştir. Borçlanmadaki aşırı artış, kulübün finansman yükünü daha da büyütmüş ve siyah beyazlıların finansal dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Çarpıcı şu tespitimi paylaşmak isterim: 2012'de Beşiktaş'ın gelir borç farkı -286 Milyon TL iken, 2019'da bu fark % 493 (yaklaşık beş kat) artarak, -1.696 Milyon TL'na ulaşmıştır. Aynı zamanda, kulübün birikimli zararları ile gelirleri arasındaki fark da önemli bir artış göstermiştir. Nitekim, bu süreçte kulübün Gelirleriyle Birikimli Zararları arasındaki fark %86'lık bir artışla -189 Milyon TL'dan, -352 Milyon TL'na yükselmiştir.
Diğer bir deyişle, Fikret Orman döneminde izlenen “borca dayalı büyüme stratejisi”, kulübün yoğun bir şekilde borçlanmaya yönelmesine sebep olmuştur. Bu dönemde yüksek maliyetle sahip olunan fonların ve diğer kulüp gelirlerinin şeffaflıktan uzak verimsiz kullanımı, Beşiktaş'ın birikimli zararlarını giderek artırmış ve mevcut gelirlerinin üzerine çıkartmıştır. Buna bağlı olarak, kulübün yükselen birikimli zararları, özkaynak açığını da artırmış, Fikret Orman döneminde, kulübün 2012-13 sezonunda 372 Milyon TL olan özkaynak açığı, 2019'da % 190 artarak 815 Milyon TL'na ulaşmıştır.
Mali yapıda yaşanılan bu darboğaz, hatalı yönetsel politika ve kararlarla da birleşince, kulübün finansal dengesi bozulmuş, Beşiktaş ekonomik ve mali krize girmek durumunda kalmıştır. Ortaya çıkan bu olumsuzluk, zamanla etkisini göstererek, siyah beyazlıların sportif rekabet gücünü azaltmış ve sportif performansın düşmesine neden olmuştur.
Kısacası bu olumsuzluklar, Beşiktaş'ın sürdürülebilir bir finansal yapıya sahip olmasının önünü kesen temel faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mali yapıda yaşanılan bu darboğaz, hatalı yönetsel politika ve kararlarla da birleşince, kulübün finansal dengesi bozulmuş, Beşiktaş ekonomik ve mali krize girmek durumunda kalmıştır. Ortaya çıkan bu olumsuzluk, zamanla etkisini göstererek, siyah beyazlıların sportif rekabet gücünü azaltmış ve sportif performansın düşmesine neden olmuştur.
Peki Fikret Orman’ın istifası Beşiktaş’ın yeniden yapılanma ve sorunlarından kurtulabilmesine olanak sağlayacak yeni politikaların uygulanabileceği bir fırsat yaratabilir mi? Ya da yeni Beşiktaş nasıl bir yönetsel yapılanma içinde olmalı?
Orman’ın istifası Beşiktaş için bir yeniden yapılanma fırsatı olabilir. Bu şansı iyi kullanarak Kara Kartal tekrar yükseklerden uçabilir. Bu bağlamda, siyah beyazlı camiada zihniyet değişikliği en acil görev olarak kulübün önünde duruyor.
Bugün Beşiktaş’ı içinde bulunduğu darboğazdan kurtaracak çözüm, günü kurtaran palyatif çözümler yerine, kurumsal yönetim ve yönetişimin kulübe egemen örgüt modeli kılınmasından geçiyor. Bu strateji temelinde, liyakati ön plana alan, kulüpte şeffaflığı sağlayan, denetimin etkin ve tarafsız bir şekilde gerçekleştirilmesine olanak yaratan ve paydaşlarına karşı sorumluluk bilinciyle hesap verebilen bir yönetsel yapı oluşturulabilirse, Siyah Beyazlı camia çok önemli sorunlarını aşabilir. İzlenecek gerçekçi politikalarla mali disipline ulaşılabilir, UEFA nezdinde kredibilitesini yeniden tesis edebilir ve en önemlisi, tekrar kulübün rekabet gücü yükseltilebilir. Kara kartal bu sayede yeniden yükseklerden uçmaya başlayabilir. Aksi halde, kanadı kırık Kartalı kara günler bekliyor.
Galatasaray’ın Emlak Konut anlaşmasının iptali nereye varır?
Galatasaray Riva’daki gayrimenkulü üzerinde proje geliştirerek, buradan gelecekte elde olunacak gelirlerin, önemli bir kısmını mevcut borçlarının kapatılmasına olanak sağlayacak bir finansal enstrüman olarak iskonto ettirmişti. Kulüp bu finansal işlemden doğan gelecekteki gelirlerini ya da kazanılmamış gelirlerini, finansal yapısını dengelemek amacıyla kullanmıştı. Bugün mali anlamda önemli sıkıntıları olan, finansal borçlarını yapılandıran kulübün, Riva’dan gelen gelirleri iade edebilecek bir finansal gücü ve yeterliği yok. Bu durum çözüme kavuşturulmazsa, Galatasaray çok önemli finansal sıkıntılara gebe demektir.
Peki, Türk Futbolu nasıl kurtulur?
Bu sorunuz Türk tiyatrosunun dikkate değer isimlerinden olan, toplumsal gerçekçi yaklaşımlarıyla Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden Vasıf Öngören’in “Asiye Nasıl Kurtulur?” isimli tiyatro oyununu aklıma getirdi. Gerçekten de Türk futbolu bir ekonomik-finansal –yönetsel ve sportif darboğaz içinde ve ne yazık ki, bu darboğazdan nasıl kurtulabileceğine ilişkin bir çaba da, futbol otoritesinden ve futbol paydaşlarından görülemiyor. Bu konu başlı başına ayrı bir söyleşi konusu. Bunu belki ileride daha detaylıca konuşuruz. Ama şunu belirtmek isterim ki, bugünkü mevcut konvansiyonel yapı ortadan kalkıp rekabet yeteneğimizi artıracak yeni bir yapı oluşturulmadığı sürece, palyatif önlemlerle sadece günü kurtarmaya çalışırız. Oysa, Türk futboluna reform değil, devrim lazım. Yapısal dönüşüm lazım. Günümüz futbolunun gerektirdiği yönetsel ve örgütsel yapıyı oluşturmamız gerekiyor. Bunun temelinde de kurumsal yönetim ve yönetişimin TFF’de ve kulüplerde egemen örgüt modeli olmasından geçiyor. Yani, denetlenebilir, hesap verebilir, şeffaf ve paydaşlarına karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden, finansal disiplini esas alan bir futbol yapılanmasını üst yapıda oluşturmak zorundayız. Bunu da nasıl yapacağımıza ilişkin çok sayıda makaleyi futbolekonomi.com’da yayınladım ve kitaplarımda bahsettim. Ama ileride birgün bunu da detayıyla konuşuruz.
© Tüm hakları saklıdır.