Baskın Oran, üçüncü cildi yayımlanan Türk Dış Politikası kitabının ardından Milliyet Gazetesinden Zeynep Miraç ile konuştu. İmralı süreci hakkında konuşan Oran, "Türkiyeli diyecek zihniyet olsaydı sorun çözülmüştü" dedi
Baskın Oran'ın söyleşisinden satır başları şöyle:
Kitabın 11 yıllık dönemin bilançosunu anlattığınız ilk bölümünde, iktidarı gerçeklerden koparan aşırı bir özgüvenden söz ediyorsunuz. İçinde bulunduğumuz çözüm sürecinde de aynı aşırı özgüveni gözlemliyor musunuz?
- Hayır. Değil aşırı özgüven, kendisine güveni olduğu kanaatinde dahi değilim. Sümme tedarik bir iş yapılıyor. Kökleri yukarıda, dalları aşağıda bir ağaçtan bahsediyoruz. Önce PKK silah bırakacak, sonra yurtdışına çıkacak, ondan sonra reformlar başlayacak. PKK silah bırakıp yurtdışına çıktıktan sonra Kürtlerin hangi müzakere gücü kalacak? STK’lar ve Kürt burjuvazisi çok zayıf. PKK’nın yerini alacak olan bu iki unsurun eline hiçbir şey verilmemiş ki, kendi halkını ikna etsin.
Ne verilebilir?
- Biz istediğimiz gibi konuşacağız, yazacağız, şarkı söyleyeceğiz, kendimizi yöneteceğiz. 1921 anayasasının 11. maddesinde olduğu gibi adalet, ziraat, turizm gibi birtakım konularda kendi kurallarımızı kendimiz koyacağız...
Peki çözüme nasıl varılacak?
- Yapılacak ilk iş, Kürt halkına ne reformlar yapılacağını açık açık anlatmaktı. Bunları elle tutulacak hale getirmekti. En azından bu konuda taahhüt vermekti. Ondan sonra Kürt halkının PKK dışındaki temsilcisi olan STK’lar ve Kürt burjuvazisi halkını ikna edebilirdi.
Gelinen süreçte çözümün neresindeyiz?
- TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu ilkelerinin altıncısı diyor ki, “Komisyona dahil olan bütün partilerin tam mutabakatı sağlanmadıkça nihai metin sonlandırılmış addedilemez”. Uzlaşma Komisyonu başlamış, dört ay geçmiş, doksan madde incelenmiş, 35 madde üzerinde mutabakata varılmış. Hatta vatandaşlığın tanımı gibi bir mayın bile susturulmuş, birdenbire geldi, “Ben başkan olmak istiyorum” dedi. Altıncı madde ne oldu? Hiç. “Eğer mart sonuna kadar uzlaşma sağlamazsanız, Meclis’ten geçirir referanduma sunarım” dedi. İşte BDP ile yakınlık, yani büyük çözüm olayı o zaman zuhur etti.
BDP’nin karnesi nasıl?
- Kürt mücadelesi çok merkezde. Ve bu merkezlerden en zayıfı BDP. Hem Kürtlerden hem de Türklerden yani devletten devamlı tekme yiyen bir kuruluş. Her an kapatılma ve milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılma tehlikesi altında. Devlet dağı ovaya indireceğine, ovayı dağa çıkartmaya çalışıyor. Parlamenter mücadeleyi zayıflatıyor devlet. Yani dağı güçlendiriyor demektir bu. En büyük endişe şu: Terörü yöntem olarak kullanan bir örgütün, parçalanması kadar büyük bir tehlike olamaz.
Parçalanıp çoğalmasından mı söz ediyorsunuz?
- Bataklığı bombalıyorsun. Orada toplanmış olan su, etrafa saçılıyor. Bir muhatap almak, kontrol etmek, mücadele etmek var. Bir de binlerce parçayla mücadele etmek var. Dikkat et, her AVM’de bir canlı bombanın patlamasından söz ediyoruz. Yoksa Eruh’ta bir karakolun basılmasından söz etmiyoruz. İkincisi PKK, birincisi parçalanmış PKK. Eğer bu büyük çözüm dedikleri son şans da gerçekten Kürtlere Türkiyeli Kürtler olarak gönüllerince yaşama olanağı vermeyecekse, birinci ihtimal gelecek! Yani kan dursun derken kan banyosu başlayacak.
Kitapta Kemalizm’le Kemalistler arasına bir çizgi çekmişsiniz. Nedir aradaki fark?
- Kemalizm Batı’yı olduğu gibi alıp getirmekti ve Batı’ya karşı hiçbir kompleksi yoktu. Kemalistler, yani bugünün ulusalcıları ise Batı hatta yabancı düşmanı. Bak, Sevr 10 Ağustos 1920’de yapıldı. Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te kuruldu. Arada üç yıl bile yok. Buna rağmen, hiçbir biçimde Kemalizm’de bir Sevr paranoyası olmadı. Ama bugünkü ulusalcılar tepeden tırnağa Sevr paranoyağı. Çünkü Kemalizm 90 yıl boyunca bütün pislikleri temizleyecek yerde halının altına süpürdü. Fransız tabiriyle cesetleri dolaplara tıktı. Kronolojik olarak Ermeni sorunu, İslam sorunu, Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu. Bunların hiçbirini Kemalizm çözmeye çalışmadı. İşte o cesetler, o zombiler hep birlikte çıkıp üstümüze yürüyorlar. Ve bizim ödümüz kopmuş vaziyette.
Temkinli olsa da iyimser bir hava eserken sizin daha sert ihtimallerden söz etmenizin nedeni daha cesur olmanız mı, karamsar olmanız mı?
- Tam tersine, ben çok iyimser bir adamım. Bardağın dolu olduğunu hep söylerim, bu yüzden arkadaşlarım benle dalga da geçerler. Böyle bir adam bu cümleleri kuruyorsa, korkulacak bir şey vardır. İnsanlar korkuyorlar. Kürt halkı çok işkilli bir halktır. Nasıl olmasın ki! Ve şu anda Kürtlere büyük bir beklenti enjekte ediliyor. Beklenti ne kadar yüksekse hayal kırıklığı ve ardından gelen felaket o kadar büyük olur. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu şekilde kalmak için son şansı. Benim yaşımdaki Kürtler diyorlar ki, “Bu genç kuşak bizim gibi değil. Biz kendimizi her zaman Türkiyeli Kürt olarak düşündük. Ama gençler öyle düşünmüyor”. Kürtler hiçbir zaman hakim fikir olarak bağımsız Kürdistan istemediler. Ama 20 yaşındaki gençler bunu düşünmeye başlıyorlar.
Onları bir önceki kuşaktan ayıran ne?
- Birincisi, Kürt meselesinin artık Ortadoğu’da uluslararası mesele haline gelmiş olması. İkinci sebebi bir hikayeyle anlatayım. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş anlattı: “Beni mahkemeye verdiklerinde oğlum Baran geldi, niye mahkemeye verdiler diye sordu. İşte oğlum Ermenice, Kürtçe yol işareti koydum. Dinledi gitti. Bu sefer içeri attılar, geldi niye diye sordu. Şu şu beyanatlarda bulundum dedim. Bir şey söylemedi, arkadaşının evinde kalacağını söyleyip gitti. Ben rahatsız oldum, arkadaşının babasına telefon ettim. Onlara gitmemiş, dağa çıkmış”. Şimdi Abdullah diyor ki, “Öteki oğlum askerlik çağına geliyor”. Şimdi anladın mı neden 20 yaşındaki yeni kuşağın Türkiye’den soğuduğunu, umut kesmeye başladığını?
Yeni anayasada onları tatmin edecek bir vatandaşlık tanımı olursa fikirlerini değişme ihtimali var mı?
- Var tabii ki. Çünkü Kürtlerin artık bir entelijansiyası var ve onu dinliyorlar. Bir halk kimi dinler? Eşik bekçisini dinler. Bu insanlar henüz Türkiye’den umut kesmemiş, Türkiyeli Kürt olarak yaşama arzusu olan insanlar.
Size göre ideal vatandaşlık tanımı nasıl olmalı?
Önce “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türkiyelidir” biçimindeydi. Bu Türkiyeli tabiri, İttihat ve Terakki tarafından icat edildi. 1915 özel okullar talimatnamesinde geçer. İkinci kez de 1922’de Meclis görüşmelerinde kullanıldı. Üçüncü olarak 1921 Anayasası’nın tadili sırasında, Mustafa Kemal’in kendi el yazısıyla koyduğu maddelerde geçti. Sonra Türkiyeli’nin kullanılması, bir süre Kürtlerin eline geçti. Fakat öyle bir saldırıya uğradılar ki. O sırada Kürt milliyetçiliği, ki milliyetçilik de dememek lazım, Kürt mücadelesi başlamıştı. Dergiler çıkarıyorlardı. O dergilerde kısa bir süre Türkiyeli kullanıp sonra Türkiye halkları tabirine geçtiler. Eğer Türkiye’de Türkiyeli diyebilecek bir zihniyet olsaydı, Kürt sorunu kalmazdı.
Neden Kürt milliyetçiliği demek doğru değil?
- Milliyetçilik milletini sevmek ve yüceltmek demek değildir. Milletini yüceltmeyi başkalarını aşağılamaya dayandıran ideolojidir. Kürtler “Biz Türklerden üstünüz” dediğinde bu milliyetçiliktir. Fakat “Biz kendi dilimizi, eğitimimizi istiyoruz, kendimizi yönetmek istiyoruz” dediklerinde bu milliyetçilik değildir.
Başbakan fiili sürece milat olarak sınır dışına çekilmeyi ilan etti. Reformlar sorunu çözmeye, barışı sağlamaya yetecek mi?
- Şunu unutmayalım, bu haklar sadece Kürtlere verilemez. Bütün Türkiye’ye verilecek ki, Kürt meselesi sayesinde demokratikleşme gelsin. Böyle olmak şartıyla her Türkiyeli’nin bunu desteklemesi boynunun borcudur. Türkiye’ye demokratikleşme gelsin, ondan sonra Kürt sorunu hallolur diyorduk. Hayır. Kürt sorunu hallolurken o anda demokratikleşme gelmiş olacak.