Gündem

Desperado Darbe üstüne

Murat Belge: Bu ülkenin tarihinde 'işte o zaman adalet vardı' diyebileceğim herhangi bir dönem göremiyorum

15 Aralık 2012 18:04

Murat Belge

(Taraf - 15 Aralık 2012)

 

Ertuğrul Özkök, eksik olmasın, bana ne kadar çok saygısı olduğunu yazmış. Ama ardından, “nekrofil bir ego” sahibi olmam ihtimalinden ve “bel altı vuruş” yaparak “Ergenekon’daki son mütalaayı” savcıdan önce benim vermemden söz ediyor.

Benim sözünü ettiğim, “bu ihtimal hâlâ var” dediğim ve “desperado darbe” diye nitelediğim şeyi şu anda Silivri’de tutuklu bulunan kişiler yapmayacak herhalde. Yalnız, öyle bir darbe olacak olursa, “Silivri’de yapılan haksızlığı önlemek” de onun gerekçelerinden biri olacaktır.

“Bel altı vuruş” falan benim bildiğim işler değil. Bu ülkede onların uzmanları var. “Zamanlama”, “mizanpaj” şu bu, bu gibi tekniklerle olay çarpıtmayı, dikkat çelmeyi, hedef göstermeyi çok iyi öğrenmiş, yıllar yılı yayın yönetmenliği yaparak kendini yetiştirmiş kişiler var.

Ertuğrul Özkök bana çeşitli darbelerden artakaldığımı hatırlatıyor: “12 Mart’ta hayatta kaldınız. Evet, 12 Eylül’de mazlum oldunuz. Ama Allah’a şükür hayattasınız,” diyor. Herhalde benim de şükran duymamı, “Adamlar beni öldürmedi” diye hayır duası etmemi bekliyor.

O dönemlerde Ertuğrul Özkök’ün şefi olduğu korolar “Vatan haini liberal aydınlar” ilahisini söyleyerek çeşitli Ogün Samast’lara, Yasin Hayal’lere hedef gösterme tekniğini henüz geliştirmemişlerdi. Bunun da biraz payı olabilir. Ama en önemli neden, bunların dünkü yazımda söylediğim “emir-kumanda darbeleri” olmasıydı. Bu nedenle, tamamen hukuk-dışı da olsa, kendi yaptıkları birtakım yasalara uymaya çalışıyorlardı. Benim bir ihtimal olarak sözünü ettiğim “desperado darbe” ise kendini herhangi bir yasayla sınırlı sayamaz. Kanlı ve çok geniş bir kıyım yapmadan durulamaz. O nefret ve intikam birikimleri bir kere boşalırsa, kimin başına ne geleceği de bilinemez. Her şey mümkündür.

Ertuğrul Özkök, birbirinin dengi olmayan şeyleri öyleymiş gibi sunarak bir durumun ögelerini çarpıtmaktan bu yazısında da vazgeçmiyor. Bu ülkede yıllarca “komünizm öcüsü” ile “bir kısmımızın hayatı berbat” edilmiş. Ama şimdi de “ Ergenekon öcüsü” çıkmış: “Bir el boğazımızı sıkmış, gıkımız çıkamıyor” diyor. Oysa bir hayli “gık” çıkıyor, kulağımıza da geliyor. Bundan önceki sıkıyönetim ortamlarıyla denk bir durum mu bu? Başbakan bir gazetecinin sözünü beğenmemiş, medya ortamında patronuna şikâyette bulunuyor. Olacak şey mi? Elbette değil. Bununla mücadele etmek gerekir mi? Elbette gerekir. Ama bu sivil siyasetin demokrasiden sapma biçimi. 1402’likler ve daha bilmem neler olan 12 Eylül’de Kenan Evren mikrofon başında gazeteci şikâyet ederek mi çözüyordu sorunlarını, yoksa?..

Ertuğrul Özkök’ü okuduğumuzda, şu şimdikinden beter bir dönem görmediğimiz izlenimini ediniyorum: “12 Mart’ta ayakta kaldık,” diyor; “12 Eylül’de yara bere de olsa ayakta kaldık. Ama adaletsiz bir rejimde...”

Demek ki, çok mükemmel olmasa da, bir adalet varmış o Mart’larda, Eylül’lerde. Sözgelişi 146’dan idam cezası vermedi diye, böyle davranan mahkemenin komutanın emriyle lağvedildiği 12 Mart’ta şimdikinden çok adalet varmış. 20’sine gelmemiş gencin yaşı büyütülerek paldır küldür idam edildiği 12 Eylül’de de adalet varmış; varmış ki ayakta kalmışız.

Ne yazık ki bu ülkenin tarihinde “işte o zaman adalet vardı” diyebileceğim herhangi bir dönem göremiyorum. Fikir serdedecek kadar izlemediğim (onun için hemen hemen hiç yazmadım o konuda) Ergenekon sürecinde de “adalet vardır” iddiasında bulunamam. Başta Pınar Selek, Hrant Dink davaları, “ Ne adaleti! “ dedirtecek birçok somut örnek de karşımızda duruyor.

Ama “kıyaslama” diye bir şey vardır. Siyasî olayları, dönemleri değerlendirirken, bunu da bir metodoloji olarak devreye sokmak gerekir.

İlgili Haberler