07 Mayıs 2010 03:00
T24- Tunceli'de terör örgütünün karakola düzenlediği saldırıda şehit düşen Uzman Çavuş Kemal Koçyiğit'in eşi Lale Koçyiğit, “Bu ordu, kendi askerini o karakola koydu, unuttu. Dere suyunda yıkandıklarını biliyorum yemeklerini de o suyla yaparlardı” diye konuştu.
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcı Yasemin Çongar’ın, 1 Mayıs’ta şehit düşen Kemal Koçyiğit’in eşi Lale Koçyiğit ile yaptığı söyleşi şöyle:
Lale Koçyiğit’in altı yıldır sevdiği, iki yıldır evli olduğu ve birlikte bir aile kurmayı planladığı Kemal Koçyiğit, 1 mayısta sabaha karşı şehit düştü. Jandarma Uzman Çavuş’tu Kemal Koçyiğit. Tunceli’de PKK baskınına uğrayan Sarıyayla Karakolu’nda görevliydi. 26 yaşındaydı. İki gün önce, aynı karakolda görev yapmış bir askerin ağzından o baskının korkunç hikâyesini yazmıştım. Lale Koçyiğit o hikâyeyi okumuş. Bana bir e-mail gönderip görüşmek istediğini söyledi. Onu aradım. Kocasıyla, karakoldaki koşullarla ve başkalarının da bu acıyı yaşamaması için neler yapılması gerektiğiyle ilgili anlattıklarını dinledim. Kuvvetine hayran kaldım.
***
» Lale Hanım, başınız sağ olsun. Allah sabır versin size, Allah kuvvet versin. Bana mesaj gönderip aramamı istemişsiniz...
Ben dün sizin Sarıyayla Karakolu’nda görev yapmış olan o askerle konuşmanızı internetten okudum. Kardeşim gösterince, birlikte okuduk. Karakolda, sizin yazdığınız gibi şeyler yaşandığını ben de öğrendim. Zaten oradaki birçok eksikliğin farkındaydım. Eşim de bahsetmişti bazı şeylerden. Ben bunun mücadelesini vermek istiyorum. Hangi yollardan, nasıl yapılır, nasıl edilir? Benim gerçekten birinin desteğine ihtiyacım var. Ben sizi görünce... Sizi hiç tanımıyorum, doğruyu söylemek gerekirse, gazetenizdeki köşe yazılarını filan da hiç okumamıştım. Ama sizinle görüşmeyi çok istedim. Bana yardım edin.
» Nasıl yardım edebilirim size?
Ben mücadele vermek istiyorum. Ne yapabilirim?
» Konuştuğum asker, eşinizi de tanıyan, o karakolun koşullarını iyi bilen birisiydi. Eğer uygun görürseniz, siz de bana hikâyenizi anlatın, eşinizi, karakolla ilgili size söylediklerini, bildiklerinizi ve bilmek istediklerinizi anlatın. Ama kendinizi zorlamayın, acınızı arttıracak, sizi herhangi bir şekilde sıkıntıya sokacak bir şey yapmayın. Siz karar verin.
Gerçekten acım çok büyük. Benim eşim bana çok fazla şey anlatmıyordu karakol hakkında. Çünkü o her zaman bulunduğu ortamdan mutluluk çıkarabilecek bir insandı. O yüzden ben sadece şunu biliyorum ki, karakola üç aylık erzaklarını gönderiyorlardı ve sonra onlar orada unutuluyorlardı. Bakın, şehit haberini almadan birkaç gün önceydi, eşim yirmi yaş dişi çıkarıyordu ve karakolda sadece, tarihi geçmiş antibiyotikler vardı. Bana diyordu ki, “Lale, aman ne olacak tarihi geçmişse, yine de alayım, ölür müyüm yani?”
» Karakolda ilaç bile yok mu?
İlaç bile yok. Şikâyet etmezdi ama işte koşulları öyle anlatıyordu bana. “Lale, burası mahrumiyet bölgesi hayatım” diyordu. Siz de yazınızda söylemişsiniz zaten öyle olduğunu. Bakın, benim eşim, benim canım bundan sonra geri gelmeyecek. Biliyorum. Ama ben sizin benim acımı paylaşacağınıza inandığım için konuşuyorum. Sizi yakın buldum çünkü bunun üzerine gittiğinizi gördüm. Hani burada bir siyasi amaç güdülerek yapılmasını da istemiyorum.
» Bu, ancak gerçek hikâyesi anlatılarak, vicdanlara seslenilerek anlaşılabilecek bir mesele. Siyasetçiler de, komutanlar da, o karakolda yaşananların gerçeğini okursa, sizin ve eşinizin hikâyesini bilirlerse anlamaya başlayabilirler...
Ben size her şeyi anlatırım. Problem değil. Kaldı ki ben eşimi her anlattığımda mutlu oluyorum. Hayatımın en güzel dönemini yaşadım ben eşimle. Sadece mücadele etmek istediğim için, hangi yollara başvurabilirim, kimlere sesimi duyurabilirim... bana yardım edin.
» Bence önce hikâyenizi anlatın. Gazeteci olarak benim işim hikâyeyi anlatmanıza yardımcı olmak.
Otuz yıldır onca can gitti, o kadar insan öldü. Herkesin hikâyesi anlatıldı bir yerlerde, bir şey değişmedi.
» Size sözünü verebileceğim şey, Sarıyayla Karakolu’nda görev yapan o askere de yaptığım gibi anlatacağınız her şeyi kelimesi kelimesine yazmak. Ve bu ses getirir, bunu herkes okur. İnanın bana, hikâyelerin bir kuvveti var...
Yasemin Hanım, doğru dürüst bir projeleri bile yok bu meseleyi çözmek için. Oralara eğitim almış askerlerin gönderilmesi gerekmez mi? Bir aylık acemi birliği eğitiminden sonra, doğru düzgün silah bile tutmasını bilmeden götürülüyorlar o belli bölgelere. Zavallı çocuklar. Korkuyorlar, gerçekten korkuyorlar. O silah sesini duydukları zaman bile korkuyorlar inanın. Ben şu kadarcık beynimle bile düşünebiliyorsam...
» Estağfurullah...
Oradaki koca koca adamlar, buna nasıl akıl erdiremiyor? Akıl erdiriyorlar aslında. Ama demek ki bunun içinde bir menfaatleri var. Herkesin bir menfaati var. Ben gerçekten sesimi duyurmak istiyorum. Nasıl olur bilmiyorum?
» Önce bana eşinizi anlatın, nasıl tanıştınız?
Eşimle yaklaşık altı yıl önce tanıştık. Kuzenimin vasıtasıyla tanıştım, kuzenimin arkadaşıydı. Severek evlendik.
» Kayseri’de mi evlendiniz?
Kayseri’de evlendik. İnanın hiçbir kavgamız gürültümüz hiçbir şekilde olmadı. Birarada yaşayamadık. İki yıl oldu biz evleneli. Şubat 2008’de nikâhımız oldu. Bazı gazetelerde “bir yıl” yazmışlar, benim hamile olduğumu yazmışlar; öyle bir şey yok. Biz Temmuz 2008’de düğünümüzü yaptıktan on beş gün sonra, eşimin Tunceli’ye tayini çıktı ve gitti.
» Eşiniz uzman çavuştu değil mi?
Evet, eşim Ankara’da eğitim aldı. İki sene okuduktan sonra, tabii Balıkesir’de de görev yaptıktan sonra, Tunceli’ye tayini çıktı.
» Sarıyayla Karakolu’na mı?
Sarıyayla’ya. Galiba 22 Temmuz 2008’di. O zamandan beri ayrıyız. Arada ziyarete gelirdi, tabii. Tayin olmadan evvel, asker tanıdıkları filan varmış kayınpederimin tarafından... Dediler ki, “Kemal, biliyorsun bu torpil meselesi. Torpil yapalım.” Yani Doğu görevi, o tarafta olmasın diye. Ama eşim dedi ki, “Bütün herkes gidiyor oraya, ben neden gitmeyeyim, ben öyle şeyleri sevmiyorum.” Öyle şeylerden hiç hoşlanmazdı. Hak meselesine çok dikkat ederdi. Böylelikle orada göreve başladı.
» Telefonla konuşuyor muydunuz? Size karakoldaki hayatı nasıl anlatırdı?
Sürekli elektrikleri kesiliyordu. Cep telefonu zaten çekmiyordu karakolun olduğu yerde. Normal ankesörlü telefonla konuşuyorduk. Birkaç ay önce de normal telefon hattı çektirler, onunla da konuştuk. İnterneti vardı ama elektrik kesilirdi, internet hep giderdi. Jeneratör vardı, yetmezdi. Birkaç ay önce de suları dondu. Onlar deredeki sudan yemek pişirdiler.
» Suları akmıyor muydu?
Hayır, orası zaten aylarca kar kış. Akan suları vardı, dondu. Dere suyundan yıkandıklarını biliyorum. Dere suyunda pişirilmiş pilav yediklerini biliyorum. Onunla beslendiler yani. Tabii, her türlü hastalık gelebilir, tahmin edersiniz. Eşim şikâyet eden bir insan değildi ama, “Çok şükür Lale” derdi, “bizim karakol yine en iyi, telefonumuz neyimiz çekmiyor ama hiç olmazsa telefonla konuşabiliyoruz. Hâlâ uydu telefonu kullanmaya mecbur karakollar var.” Kemal bulunduğu durumdan memnun olmasını bilen biriydi. Tabii, benim üzüleceğimi bildiği için belki, o silahların durumunu, yağmurda çalışmadığını filan bana anlatmıyordu.
» Hiç baskın olasılığını konuşmuş muydunuz?
Öyle bir şey konuşmadık. Şundan dolayı içim rahattı. Yirmi yıldır baskın görmeyen bir karakol olduğunu söylemişti bana. Fotoğraflarını filan görüyordum karakolun. Sadece dağlık bir yer görüyordum. Eşim diyordu ki, “Buraya olsa olsa köyden saldırı gelir.” Öyle konuştuğumuzu hatırlıyorum. “Ama kışın da zaten boşalıyor köy” demişti, “kalıyorsa da sadece yaşlı adamlar kalıyor” demişti. Buna rağmen, köyün tehlikeli olduğunu söylemişti, “köye inmiyoruz” demişti. Onun haricinde söylediğim gibi, ilaç ve gıda problemi çok ciddiydi. Benim eşim yeşilliği çok severdi mesela. Sadece eve geldikçe yiyebiliyordu. Oraya öyle taze gıda yardımı yoktu. Konservelerle beslendiklerini biliyorum. “Sürekli konserve yiyoruz” derdi. Bazen fındık fıstık gönderen oluyordu, öyle güzel şeylere seviniyordu. Hastalanırdı, boğazı şişerdi. İlaçlar eskiydi, tarihi geçmiş ilaçları kullanıyorlardı. Bana bir ilaç söyledi, ben internetten araştırdım, “iyi gelir mi gelmez mi” diye, sonra tarihinin çok eskidiğini öğrendik.
» Karakolda ya da yakında hiç doktor, sağlık görevlisi, ilaç önerebilecek kimse yok mu?
Hayır, hayır, hayır.
» Revirleri yok yani...
Sanmıyorum, öyle bir şey olduğunu. Öyle bir şeyden hiç bahsetmedi. İlaçtan anlayan arkadaşlara sorarlardı, arkadaşlarının tecrübesine göre kendi kafalarınca ilaç kullanırlardı.
» Sarıyayla Karakolu’nda görev yapan o asker, baskın gecesi, özellikle Nazımiye Merkez’den yardım için gelen askerlerin 35 kilometre yürütülmüş olmasına isyan ediyordu. Bunu okuyunca ne düşündünüz?
Bir de şeyi duydum, tabii. Ambulansın daha erken geldiğini öğrendim. Bu bana, teröristlere “siz işinizi rahat rahat yapın, ne yapıyorsanız yapın, biz sakin sakin geliyoruz” dendiğini gösterdi. Ben bunu hissettim. Bir ambulans çabuk geliyorsa, 35 kilometreyi de asker yürüyerek geliyorsa, ben başka bir şey düşünemem. Düz mantık değil mi bu, haksız mıyım?
» Lale Hanım, sormamda sakınca yoksa siz kaç yaşındasınız?
23 yaşındayım.
» Kayseri doğumlu musunuz? Eğitiminiz nedir?
Yozgat doğumluyum. Kayseri’de yaşıyorum, üniversitede Kamu Yönetimi dördüncü sınıf öğrencisiyim. Ben bu konularla da çok ilgileniyordum zaten. Tabii, keşke eşimin başına bunlar gelmeseydi de, ben bunun mücadelesini yine verseydim.
» “Mücadele vermek” derken tam neyi kastediyorsunuz? Neyin mücadelesi bu?
Sizin yaptığınızın aynısını... Örtbas edilen gerçeklerin açılmasını. Üstünün örtülmemesini...
» Bütün bunları kendi adınızla yazılsın diye mi söylüyorsunuz?
Kendi adımla söylüyorum. Diyorum ya, benim zaten içim yanıyor da, ben bunu hep söylüyordum. Eşim, Başbakan Erdoğan hakkında hiç kötü söz söylememiştir. Gerçi bana, kime oy verdiğini söylemez, “Lale, oy hakkı gizli”derdi ama ben biliyordum ki Erdoğan’dan yana kullanıyordu. “Bu adam iyi şeyler yapacak gibi görünüyor, Lale” derdi. Belki sizin de haberiniz vardır. “Kır polisi kurulacak, Jandarma artık kalkacak” diye bir hazırlıktan söz ediliyordu.
» Evet...
Eşim ona biraz güveniyordu. “En azından bu kötü yerden kurtuluruz, kendi işimize, memur statüsünde devam ederiz” diye destekçisiydi bu değişimin. Bir de Tayyip Erdoğan bana telefon açıp şöyle dedi. Onu da söylemek istiyorum.
» Buyurun.
“Başınız sağ olsun” dedi. Ona, “sizden ne istediğimi biliyorsunuz değil mi” dedim, “Ne yapmamı istiyorsunuz, söyleyin” dedi. “Benim ne istediğim çok açık” dedim... O da “Biz bunun için mücadele veriyoruz, bize güvenmezseniz bu bizi üzer” dedi. Bir de bilmiyorum ben acılı halimle yanlış mı anladım ama “Terör hep var, bunu engellemek mümkün değil” gibi bir şey söyledi.
» Siz Başbakan’dan ne istediniz somut olarak?
Bunun artık sona ermesini istedim. Benim isteğim buydu. Bunu zaten anlaması lazım yani. Ve benim eşim, askerler konusunda şöyle söylemişti: “Lale, yani herkes buraya can ata ata gelmiyor.”
» Tam anlamadım...
Yani askerler bu işi çok da istekli yapmıyorlar. Gerçekten güvenlik adına bazı sıkıntıları var. Korunmuyorlar. Zaten Jandarma, askeriyenin en alt sınıfı belki ve birçok sıkıntıyı en çok onlar çekiyorlar. Biliyorum ben. Şahit de oluyordum zaten. Birçok kişi de bunu korktuğu için söyleyemiyor ve ben bunları söylüyorum. Herkes de kendine gelsin. Bunu duysunlar. Eşimin arkasından kimse kötü konuşamaz. Zaten o işini lâyıkıyla yapmış, şehitlik mertebesine erişmiş bir insandır da, ben onun çektiği acıları bildiğim için söylemeliyim.
» Nasıl acılar?
Her şeyden önce Doğu görevi nedeniyle benden uzaktı. Biz doğru dürüst bir evlilik hayatı yaşayamadık.
» Ne zaman bitecekti ayrılık?
Haziranda izne gelecekti. Temmuzda da Doğu görevi bitecekti, Batı’ya geçecektik. Tercihlerimizi yapmıştık. Nevşehir ya da Isparta hangisi olursa, birlikte gidecektik. Bilmiyorum nasıl olacaktı.
» Peki, şu anda bir ihtiyacınız var mı? Maddi bir eksiğiniz, devletten özel bir talebiniz var mı?
Askerler geldi benim yanıma. Anladığım kadarıyla bütün özlük haklarımı bana verecekler. Ayrıntılı konuşamadık ama. Haklarımı alacağıma inanıyorum.
» Manevi, psikolojik destek anlamında bir ihtiyacınız var mı?
Allaha çok şükür, ben eşimin şehit olduğuna inanıyorum. Şehitliğin nasıl bir mertebe olduğunu biliyorum. Allah bana iman gücü verdi ve çok şükür onun sayesinde, sapasağlam durabildim. Eşim şehit olduğu gün İstanbul’dan gelen kuzenim rüyasında görmüş. O kuzenim daha duygusal bir insandır, his dünyası geniştir. Uykuyla uyanıklık arası... Böyle şeyler ilk başta insana yalan gibi geliyor, hurafe mi diye düşünüyorsunuz ama öyle olmadığına ben sizi temin ederim. Rüyasında eşimi görüyor, “Kemal neredesin” diyor. O da cevap veriyor, “Yasin, ben senin hayal edemeyeceğin bir yerdeyim. Cennet bahçesindeyim.” “Ne yapıyorsun” deyince de, “Merak etmeyin ben şimdi Allah-ü teala’yla konuşmaya gidiyorum. Lale’ye söyle, onu çok seviyorum ve hep seveceğim. Üzülmesinler, ağlamasınlar. Ben burada çok rahatım” diyor. Zaten eşim şehit olmasa da, en güzel mertebeye lâyık bir insandı. Şehitlik en çok ona yakıştı. İnanın, mükemmel bir insandı. Evliliğimizi iki yıl yaşadık ama öncesinde birlikte dört yılımız vardı. Hiç kimse hakkında kötü bir şey söylediğini kesinlikle görmedim.
» Eşinizin ailesi nerede, memleketi neresiydi?
Eşimin annesi, gerçekten çok sağlam bir insan. Annesi Kayseri’nin bir köyünden, babası da Yozgat’ın bir köyünden. Ama eşim sorunca, “Ben Kayseriliyim” derdi.
» Nerede eğitim görmüştü?
Eşim liseyi bitirdikten sonra askerî eğitim aldı; Jandarma’da. Açık Öğretim’de son sınıfta okuyordu ayrıca. Halkla İlişkiler bölümünü bu sene bitirecekti.
» Lale Hanım, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’yla ayrıntılı konuşma fırsatınız olsa ne dersiniz onlara?
Bence, devletin tek bir yerinde değil sorun. Birçok yerinde bir tıkanıklık var, gibi geliyor bana. Askerinde tıkanıklık var, hükümetinde var. Bu, ancak birlikte çözülecek bir iş. At izi it izine karıştı derler ya, inanın ben kimi suçlayacağımı, kime sitem edeceğimi tam bilemiyorum. Bir kere o dağlara öyle asker gönderilemez. Bu kesin.
» Dağlara eğitimsiz asker gitmesin mi diyorsunuz?
Dağlara, özel eğitimli asker gitmesi lâzım. Daha yeni acemi birliğinde silah tutmayı bir ay evvel öğrenmiş birinin gidip Tunceli’nin dağında, Hakkâri’nin dağında, yani onların orada ne işi var? O karakolların orada ne işi var? Madem oraya karakol kuruyorsun hadi tamam... Sizin yazınızda okudum, asker bahsetmiş, karakolun Tunceli-Bingöl arasında geçiş yeri olarak stratejik önemi var diyorlarmış. Madem öyle, önemli bir karakol, bakın “koskoca Türkiye Cumhuriyeti” diyoruz. O zaman teknolojiye de hâkim olması gerekmez mi? Teröre harcadığı parayı bıraksın da, teknolojiye harcasın. Kurşun geçirmeyen duvarlar var, kurşun geçirmeyen camlar var, kurşun geçirmeyen yelekler var. Bir sürü modern askerî teçhizat var. O zaman o karakollara onları koysunlar. Madem bu terörle başa çıkamıyorlar, buna bir çözüm bulamıyorlar, bakın teröristler her dağın her kovuğunu nasıl biliyorlarsa, eğitimli asker olsa, o da bunu yapabilir. Böylece kardeşlerin, anaların, benim gibi eşlerin yüreği bu kadar yanmaz. Bakın, gösteriler yapılıyor. Uçakları denizlerin üstünden uçuruyorlar, “gece karanlıkta şöyle vururuz, şöyle yaparız” diyorlar. O zaman o sis çöktüğünde nasıl hiçbir şey yapılmadı? Nasıl o askerleri 35 kilometre yürüttüler?
» Neden yürüttüler sizce?
Asıl sorulması gereken soru bu. Neden yürüttüler o askerleri? O zaman kimse de bana çıkıp demesin ki “Ben şöyle güçlü bir orduyum.” Gerçekten demesin. Bu ordu kendi askerini zaten oraya koydu, unuttu... Ben böyle söylüyorum. Bunun aksini iddia edecek kimse varsa, çıksın bana söylesin. Zaten benim eşim geri gelmeyecek. O yüzden asker, o uçakları hiç öyle gösteri için kullanmasın.
» Bu işin siyasi cephesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Siyasi çözümden, açılımdan umudunuz var mı?
Benim o konuda hiçbir umudum yok açıkçası. Aslında Kürt halkının Türk halkıyla, Türk halkının Kürt halkıyla bir problemi yok bana kalırsa. Burada bazı grupların kendi aralarında hesaplaşması var. İnanın, şu şehit cenazelerinde boşuna bağırıyoruz: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye. Tamam bağırıyoruz da, ne oluyor? Otuz yıldır aynı şekilde bağırıyoruz, değişen bir şey var mı? Bu halkın da bilinçlenmesi lâzım... İnsan tarihine şöyle bir dönüp bakmaz mı, beş yüz yıldır, altı yüz yıldır aynı oyun oynanıyor. Döndürüp çevirip aynı şeyi yapıyorlar. Bu ülke nasıl parçalanmış, ortaya teker teker çıkarın. Bu halkların kavgası değil. Bunlar, tabii çok derin konular.
» Sizi siyasete çekmek istemiyorum. Sadece umudunuz nerede, onu merak ediyorum.
İnanın ben sizden destek bekliyorum bunun için.
» Söylediklerinizi yazmak dışında ne yapabilirim?
Bakın insan çocuğunu askere göndermeye korkar mı? Oralar vatan toprağıysa şâyet, oralar bizim vatanımızın toprağı, ben oraya asker göndermeye niye korkayım? Ya, insan vatanından korkar mı ya? Bu nedir bu? Bunun adı tam bağımsızlık mıdır? Bu asla öyle bir şey değildir. Kimse konuşmasın o zaman. Kimse çıkıp “Tam bağımsız Türkiye” demesin o zaman. Acı olan bu zaten.
» Lale Hanım, o kadar gençsiniz, o kadar zor bir şey yaşadınız ve o kadar kuvvetlisiniz ki, inanın size çok büyük saygı ve hayranlık duyuyorum.
İnanın, ben eşimi çok seviyordum. Her şeyim yarım kaldı. Ben eşime doğru dürüst sarılamadan eşimi toprak sardı. O yüzden bunun hesabı sorulsun. Bir şekilde sorulsun. Siz denk geldiniz bana. Ben sizinle bunun mücadelesini başlatıyorum. Sadece sizinle değil, inanın birçok kişiyle de bunu yapacağım.
» Sizin gibi birinin yakarışını duymamaya imkân yok. Sesiniz duyulacaktır. Emin olun.
İnşallah. Eşim de benden böyle bir şey beklerdi herhalde. Çünkü bana, “Lale sen güçlü, akıllı bir insansın” derdi. O yüzden, susup oturamazdım.
© Tüm hakları saklıdır.