Gündem

Demokratik İslam Kongresi'nde neler konuşuldu?

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın önerisiyle aylardır hazırlıkları yapılan ve bugün Diyarbakır'da başlayan 'Demokratik İslam Kongresi' iki gün sürecek

10 Mayıs 2014 23:25

Diyarbakır’da toplanan ve iki gün süreceği bildirilen Kürdistan Demokratik İslam Kongresinin ilk gününde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mesajı ve Mazlum-Der eski başkanlarından ve kongrenin toplanmasına önayak olanlar arasında yer alan Ayhan Bilgen’in ve Antikapitalist Müslümanlar Hareketinden İhsan Eliaçık’ın konuşmaları damga vurdu.

Abdullah Öcalan  İmralı’dan yolladığı ve “Mümin kardeşlerim” diye başlayan mesajında “İnanıyorum ki temsil ettiğiniz özgürlük hareketi her türlü milliyetçi dinci cinsiyetçi bilimci geçinen kapitalist, ataerkil, iktidarcı anlayış ve uygulamalara karşı radikal demokrasinin ve özgür mekanı kendisi olacaktır” dedi.

Kuzey, güney doğu ve batı Kürdistan’dan geniş bir katılıma sahne olan kongrede bir başka konuşmacı İhsan Eliaçık’tı. Eliaçık  “İslam ile demakrasinin çeliştiği” iddialarını yanıtlarken  Medine Sözleşmesi’ne vurgu yaptı ve “Medine Sözleşmesi peygamberimizin Medine’de farklı inançtan insanların bir arada yaşama formülüydü. Yani bugünkü deyişle demokratik toplum formülüydü” dedi.

Açılış sırasında söz alan ve dikkati çeken bir başka konuşmacı ise Ayhan Bilgen’di. Bilgen gerçek islamla bugünkü islam arasındaki farklara dikkat çekerek yüzleşme zorunluğunu vurguladı ve yüzleşme çağrısı yaptı. Bilgen dinleyenlere “Acaba peygamberimiz bugün yaşasaydı Zilan Deresinin acısı  karşısında nerede dururdu? Rojova’da, Roboski’de kimden yana olurdu”sorusunu  yöneltti.

İhsan Eliaçık’ın konuşması

İhsan Eliaçık’ın konuşmasında öne çıkan satırbaşları şöyle:

“Allah’ın Kuran’da 99 isminin olması ve tek kişiyi anlatması gibi Kuran aslında tek bir dini anlatmaktadır. Ortada tek bir din var. Önüne ve arkasına sıfat getirmekle başka bir şeye dönüştürülmüyor. “Demokratik İslam” derken dinin sivil ve çoğulcu yönünü vurguluyoruz.Yeni bir din icat etmiyoruz. İstismar edilen boyutlarını, yönlerini vurgulayarak ortaya bir bilinç çıkarmak istiyoruz.

Medine Sözleşmesi peygamberimizin Medine’de bir arada yaşama formülüydü. Yani bugünkü deyişle demokratik toplum formülüydü. Peygamber başka inançları birbiriyle buluşturmak istedi. Ama bunlar unutuldu. Bu utanç verici bir durumdur. Farklı inançların bir arada yaşadığı çoğulcu bir ortam gerçekleşmedi. Bu iktidarlara yetişip onları dönüştürmeye yetmedi. Şii imamet mitolojisi, Sünni duruşu aşılamadı.

Medine sözleşmesinde daha çok “farklı inançlar” vardı.Biz onlara “farklı kimlikleri” de ekliyoruz. Diyoruz ki peygamberimizin Medine’de yaptığı gibi bir arada barış içinde yaşayalım. sınıf yaratmadan, sömürmeden, savaş çıkarmadan yaşayalım. İşte bunun formülüdür Medine Sözleşmesi. Bunları esas almak gerekir. Tek tipçi olunmaz. Medine sözleşmesi bu renkliliklerin nasıl bir arada yaşaması gerektiğini gösterir. Bu renklilikleri tek tipleştirmek Allaha ve doğaya kaşı çıkmaktır.” 

Ayhan Bilgen’in konuşması

Ayhan Bilgen’in konuşmasında öne çıkan bölümler ise özetle şöyle:

“Eğer müslümnlar kendi ötekilerine, peygamberimiz  “Muhammedin emin” adına  bir güven vermemişlerse yüzleşmekten  başka bir çare yoktur. Bu kongre başladığında  Aleviler Çaldıran sendromuna giriyorsa ve bir  kaygıya düşüyorlarsa, ki  bunun haksız bır  kaygı olmadığını Madımak’tan ve Maraş’tan  biliyoruz, yüzleşmek zorundayız.

İslam dünyası ilk büyük felaketi Kerbela’da yaşadı. Kerbela ıle yüzleşmeden, Hüseyini anlamadan doğru yolu bulamayız.

Biz bugün daha Peygamberimizin cenazesi, naaşı soğumadan başlayan iktidar mücadelesinin  bedelini, diyetiniı ödüyoruz. Çok küçük bır örnegı hatırlatmak istiyorum . Halife Ömer hutbede  konuşurken, onu dinleyen   Bedevıler, Halifeden hesap soruyorlardı,”Eğer sen üstündeki entarinin heabıunı veremzsen senı dinlemeyeceğiz” diyorlardı. Oysa şimdi  ülkemizde yolsuzluk  iddiaları ayyuka çıkmışken Başbakan  meydan   muhaberesindeymiş gibi  ortaya   çıkıyor  ve hiç bır şey olmamış gibi davranıyor.

Acaba peygamberimiz bugün yaşasaydı Zilan Deresinin acısı  karşısında nerede dururdu? Rojova’da, Roboski’de kimden yana olurdu. Bunu çok ilkeli  bır açıklıkla ortaya koymak zorundayız .

Bizi yok sayan Fars islam sentezine, Türk islam sentezine biz de Kürt islam sentezi ile cevap veremeyiz. Yanlışa yanlışa yanlışla cevap veremeyiz.

Öcalan’ın mesajı

Öcalan’ın kongrede okunan ve “Mümin kardeşlerim diye başlayan mesajının tam metni ise şöyle:

Mumin kardeşlerim;

İslam’ın ana merkezlerinde büyük bir savrulmayı, ihanet ve isyanı yaşarken, “Kürdistan” ve “Demokratik” kavramlarını, eksik ve yanlış anlamada yol açabileceğinin bilincinde olarak yine de daha büyük yanlışları önlemek ve özdeki doğrulara yol açmak açısından kullanmaktan çekinmedim.

Özellikle İslam’ın iki büyük merkezi olarak kendini günümüze de dayatan iktidarcı arabi, selefi akımlarla İrani Şia akımların devletçilik bağlamında yol açtıkları büyük tahribatlara karşı meka,  halk ve demokrasi merkezli kavramlarla mücadele bayrağı açmayı aynı dinin özündeki doğruya sadakatle bağlı olmanın gereği saymaktayım. İki iktidarcı devletçi merkeze karşı demokratik ve mekân merkezli karşı çıkışların en büyük toplumcu, ahlaki ve politik ifadesi olarak İslami yanıt aramayı bulmayı ve iradeleştirmeyi kongrenizin en temel görevi saymakta ve selamlamaktayım.

Her iki ana merkezci iktidarcı ve devletçi akım, kapitalist emperyalist yükselişin bağlamında gelişmiş olup dönemin egemen saltanat bloğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde kullanılmıştır. Özellikle yeni dünya hegemonu olarak yükselen İngiliz İmparatorluğu tarafından. Halen de sıkı sıkıya kullanma durumu devam etmektedir.

Her 2 merkez de milliyetçilik mikrobunu İslam'ın özüne karşı sonuna kadar kullanmışlardır. Kendi ulus devletlerini doğuşunda kapitalist emperyalizmin ana zor kavram ve uygulaması olan ulus devletçi sistemi en zorba tarzda kendi halklarına zalimce dayatmaktan asla tereddüt etmemişlerdir. Halbuki islami ümmet anlayışı öz itibariyle ulus devletçilikle asla bağdaşmaz.

Zaten İngiliz İmparatorluğu İslam ümmetini parçalamak için ulus devletçiliği, onun başat ideolojisi milliyetçiliği çok bilinçli olarak İslam ümmetinin bağrına, beynine ve rahmine yerleştirmiştir. Son 200 yıllık tarih bir nevi İslam'ın mekanlarında ve halklarında İslam'ın bütün değerlerini neredeyse onulmaz bir biçimde tahrip etmiştir.

Mümin Kardeşlerim;

İslam gerçekten din adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmektedir. Hem dili hem de felsefesi sayesinde önemli bir evrensellik kazanmıştır. Bundan kuşku yok. Ama çok önemli bulduğum bu aynı felsefenin dini yeni islamın bir de “tekil” kavramı itibariyle ifade ettikleri ve yaşamsallaştırdıkları gerçekliği vardır. Evrensel yan kendini “Allahın birliği” olarak güçlü ifade ederken muazzam bir külliyata kavuştururken bunun üzerinden inşa edildiği “tekiller” üzerinde aynı önemle durulmamış çok sayıda eksik, yanlış, çatışmacı yorum ve uygulumalara tabi kılınmış, oluruna bırakılmıştır. Temel görevlerimizin başında mekana ve zamana bağlı olmayan Allah’ın nasları kadar önce oluşturulan tekil nasları da aynı sorumluluk ve yetkinlikle ele almalı ve haklarını teslim etmeliyiz. Bilimsel ifade ile söylersem; genel ilkelerin somut uygulanışını adil ve özgürce başarmalıyız. Daha somut olarak genelde tüm canlılara özelde insana özgü topluluklara İslam evrenselliğinin özünde yatan adil ve özgürce yaklaşımları uygulamalıyız. Kul hakkı yememek ve karıncayı ezmemekle dile getirilen budur.

Ama iki zalim merkezden kaynaklanan “Hizbullah” ve “El Kaide” bozguncuları esasında kapitalist hiçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettikleri güncel faşizmi temsil etmektedirler. İdam sehpaları kelle koparmalarıyla korkunç faşizmi başta Kürdistan halkı olmak üzere tüm İslam olan ve olmayan halklara insanlara karşı uygulamaktadırlar. Otoriter laikçi ve milliyetçi faşizmin dünün ve bugünün halen acımasızca uygulanan devletçi faşizmi iken sözde daha güncel ve radikal dinciliğin faşizmi de bu adı geçen akım ve partiler eliyle olmaktadır.

 

Dinci geçinen iki ana merkezli sapkınlık

 

Değerli Mümin Kardeşler;

Kürdistan’daki özgürlük hareketi asla ne bu otoriter laikçi milliyetçi ne de radikal dinci geçinen iki ana merkezli sapkınlığa düşmeyecek ve fırsat tanımayacaktır. İnanıyorum ki temsil ettiğiniz özgürlük hareketi her türlü milliyetçi dinci cinsiyetçi bilimci geçinen kapitalist, ataerkil, iktidarcı anlayış ve uygulamalara karşı radikal demokrasinin ve özgür mekanı kendisi olacaktır. Çağdaş İslami ümmetin “millet birliğini” anlamlı buluyorum. Ama bu asla “Tek devlet, tek millet, tek bayrak” zırvalamaları anlamına gelmemektedir. Tersine, ilgili ayetteki “birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı kavimler halinde yarattık” hükmü gereğince çoğulcu demokratik eşit ve özgür bir İslami ve birliğinde olan diğer kavimlerin “milletler birliğini” ifade etmektedir. Kongrenizin hem İslam'ın evrenselliği hem tekilliği bağlamında gerek İslami Milletler Birliği gerekse bağrındaki çoğulculuğun ifadesi olan her mezhebi tekiller sorununa doğru yaklaşımlar ve uygulama esaslarını gerçekleştireceğine dair inanç ve umudumu ifade etmek isterim.

Hareketimizin batının ideolojik hegemonyasının bir sonucu olan dini-laik ikilemine boğmamak esastır. İslam'ın kendisini dini laik bağlamına sıkıştırmakta bence yanlıştır. İslam’daki yaşam bütünlüğünü bozmaktır. Ayrıca sanki modaymışcasına İslami kriterleri kılık kıyafetler üzerine tanımlama dar pozitivist yaklaşımlardan öte bir anlam ifade etmez. Eğer illa genel bir güncel İslami tanımlama da bulunma gereği varsa bunu kültürel İslam olarak belirlemek kanımca herkesi içermesi nedeniyle doğruya daha yakındır. Kültürel İslam'la kast edilen hem gerçekleşmiş hem de anlamını sürdüren İslam toplumu olmaktadır. Unutmamalıyız ki  İslam doğduğunda şekli şartlar ibadet biçimleri bugün yüklenmeye çalışılan katı anlamlardan bir hayli uzaktır. İlk söz “OKU” idi. Yani anlamla ilgiliydi. Esas olanda budur. Bu husus rahatlıkla günümüz içinde geçerlidir. Günümüz için İslam'ın anlamı dolayısıyla tanımı tarihi toplumsal bir gerçeklik olan İslam toplumlarında adil demokratik özgür kriterleri geçerli kılma ve bunun için cihadi ekber ve cihadı şurayı yani sürekli eleştirel ve özeleştirel yaşamaktır. Diğer bir deyişle nefis ile mücadeleyi dıştan gelen şer güçlerine karşı daimi kılmaktır.

Saygı değer mümin kardeşlerim;

Kongrenizin genel hatlarıyla ifade etmeye çalıştığım anlamı kader sürekliliği ve bundan sonraki kurumsallaşması daha da önemli bir görev olarak önümüzde, önünüzde durmaktadır. İslami diyarların genelinde olduğu gibi, Kürdistan’da sürekli yeni bir İslami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Küresel kapitalizmin türevleri olmaktan öteye gidemeyen, sulta kökenli  Şia, Selefi ve İhvanî kökenli cemaatleri aşmak, yeni kurumsallaşma için gereklidir. Çare elbette resmi Diyanet İslam’ı değildir. Resmi Diyanet İslamı 'İğdiş edilmiş İslam' olup gayri resmi İslam’dan daha anlamsız, zıddına hizmet eden bir İslam karikatürüdür. Faşizmden liberalizme kadar geniş hizmet sahaları vardır. Bu anlamda karşı İslam rolü oynarlar. Gerek resmi, gerek “gayri siyasi” cemaat, İslam’ın son Türkiye’de denenen pratikleri, kapitalizmin en talancı, en çevre düşmanı, en iktidarcı örneğiyle toplumu karşı-karşıya bırakmıştır. Adil, özgür ve demokratik İslam bu gerçeğin alternatifi olarak, kendini anlamlandırmak ve sürekli bir kurumsallaşmaya tabi kılmak durumundadır. Yeni kurumsallaşmanın adını, örgütlenme esaslarını ve amel biçimlerini derin bir vukuf ve iradeyle oluşturacağınıza dair inancımı belirtmek isterim.

 

Kavram köleleri

 

Son olarak, bazıları, hareketimizi, ateist, komünist materyalist gibi batılı kavramlarla tanımlamak istemektedirler. Bunlara “kavram kölesi” demek daha uygun düşer. Yalnız şu kadarını söylemeliyim ki; Eğer İslami toplum doğası bir gerçekse, İslam’ın dindârı ve ateisti olmaz. Bunlar kavramsallaştırmalardır.

En zor koşullarda, tüm küresel kapitalist zorbaların kuşatması altında en gelişmiş savaş teknikleriyle, saldırı altında bulunan, her şeyi sömürülen bir halkın, Kürt halkının, sahte İslam’ın zulmüne, sömürüsüne en çok maruz kalmış bir toplumun savaşçılarına ancak Hz. Ali timsalinde kahramanlık yakıştırılabilir, eş kılınabilir. İslam’ın (mazlumlar tarihinin) en adil, özgür ve demokratik geleneğini temsil ettiğimize dair en ufak bir şüphem yoktur. Bu gerçekliği dünyanın diğer tüm mazlum halklarıyla güncel olarak paylaşan öncülüğe layık olmak kadar, günün ve geleceğin gerekli kıldığı yeniliğe ilişkin olarak da en ideal hareketi olduğumuza dair kuşkum yoktur.

 

Çağdaş bir Selahaddini hareket

 

Çağdaş bir Hüseyni, çağdaş bir Selahadini hareketin sentezi olmak, en önemli mutluluk, dolayısıyla iman kaynağımdır. Hepinizi paylaşmaya, iradeleşmeye, eyleme çağırıyorum. Toplumsal esinin adil, özgür adı olan Allah’ın birliğine davetle birlikte güven olmanızı diliyor ve kongrenizi tekrardan selamlıyorum.

İmralı F Tipi Cezaevi

Abdullah Öcalan"