Özgür Gündem gazetesi yazarı Veysi Sarısözen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yemin töreninde Selahattin Demirtaş'ın alkışlamasını eleştiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun her tür protesto hakkına sahip olduğunu ancak çözüm sürecini yürüten bir partinin legal sözcüsü olarak Demirtaş'ın 'saygı ve nezaket' içinde ilişkileri yürüttüğünü dile getirdi.
Veysi Sarısözen'in, Özgür Gündem gazetesinin 1 Eylül 2014 tarihli, 'Türk Türk’e tükürür! Kürt Türk’e tükürmez!' başlıklı yazısında, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Selahattin Demirtaş'a yönelik eleştirilerine şu şekilde yanıt verdi.
'Türk Türk’e tükürür! Kürt Türk’e tükürmez!'
“Eli kanlı, aile boyu gırtlaklarına kadar yolsuzluğa bulaşmış kişilere saygı göstermememizi de ailelerimiz bize öğretti. Roboski’de 34 kişinin öldürülme talimatını veren bir başbakan, cumhurbaşkanı olunca onu en son alkışlaması gereken Selahattin Demirtaş’tır. Oysa CHP, Roboski’nin hesabını hep sordu ve sormaya da devam edecek. Sayın Demirtaş’ın gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşan bir aileye hangi gerekçeyle saygı gösterdiğini ben merak ediyorum.”
Bu sözler CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na ait.
Kılıçdaroğlu ucuz bir polemikçi. “Demirtaş’ın gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşan bir aileye hangi gerekçeyle saygı gösterdiğini ben merak ediyorum” diyen adamı hiç kimse ciddiye almaz. Demirtaş bir “aileye saygı gösterdi” diyebilmek için insanın utanma, arlanma duygusunu yitirmiş olması gerekir. Meclis kürsüsünden bir “aile” değil, Kılıçdaroğlu’nun adayını yere seren, ama Kürdistan’da Demirtaş karşısında yere serilen bir Cumhurbaşkanı yemin etti. Seçimin galiplerinden Demirtaş, diğer galibi, usulen alkışladı.
Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanını “alkışlamadı, Meclis Başkanı’nın şahsında onun suratına kitap fırlattı”, ayakkabısını da çıkarıp fırlatabilir... Hipodrom’da elini sıkmadığı gibi uzatılan o ele tükürebilir. Sonuçta onunla “barış koşullarında” ilişki kurması için hiçbir sebeb yok. Cumhurbaşkanının hiçbir çağrısına cevap vermemesi, onun makamına adım atmaması, onu “muhatap” almaması Kılıçdaroğlu’nun “hakkıdır”... Bundan CHP’nin temsil ettiği seçmenler hiçbir şey kaybetmez. Hiç bir şey de kazanmaz. Sadece Türk siyasetinin kalitesi ortaya çıkar, bu da Türklerden başka hiç kimseyi ilgilendirmez.
Selahattin Demirtaş’a gelince... Demirtaş, Kürdistan özgürlük hareketinin legal ve parlamenter sözcüsüdür. O yalnız Türkiye siyasetinde Cumhurbaşkanı’nın ve Hükümetin “siyasi rakibi” değildir. Aynı zamanda Erdoğan’ın başında bulunduğu devletle savaş halinde olan bir halk adına o devletle “barış masasına” oturmuş bir “diplomatik muhataptır”. Erdoğan’la, onun temsil ettiği ve yönlendirdiği güçlerle, “eşitlik” ve “karşılıklı saygı” temelinde “müzakere” yapmaktadır.
Kılıçdaroğlu Türklerin Meclisi’ni yangın yerine çevirebilir, mahalle kahvesine döndürebilir, altını üstüne getirebilir, hepsini yapmak hakkıdır. Ne yapsa yeridir. Hatta komünistlerin ünlü sözünü tekrar ederek o meclisi bir “ahır” gibi de görebilir.
Demirtaş böyle yapmaz, yapamaz. Çünkü o aynı zamanda o Meclis’in temsil ettiği güçle, otuz yıllık bir savaşı sona erdirmek için, karşılıklı “saygı, nezaket, nezahat” ilişkileri içinde büyük bir çaba harcamaktadır. Yalnız “Berkinlerin” değil, binlerce Kürt çocuğunun katilleriyle, soykırımcılarla, Kürdistan zenginliklerini, ekolojisini ve emeğini gasp edenlerle “el sıkışmaya, barış anlaşmasının imza töreninde karşılıklı olarak birbirlerini ayakta alkışlamaya” hazırlanmaktadır.
Ve o Demirtaş, yarın, maazallah çözüm süreci çöker, savaş yeniden başlarsa, işte o zaman o TBMM’nin çatısını şimdi ayakta alkışladıklarının başına yıkmak için, ben eminim, herkesin en ön sırasında gerekeni yapacaktır.
Ya Kılıçdaroğlu ne yapacaktır? O şimdi “çözüm sürecinin” başarısı için tek adım atmıyor, ama iş, yarın çözüm süreci çöküp de “savaş” patladığı zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın “emrine” tereddüt etmeden girecektir. Ben söylemiyorum. Kılıçdaroğlu söylüyor:
“Cumhurbaşkanı ile hayati bir konuysa, Türkiye’nin çıkarlarıyla ilgiliyse mesela savaş hali söz konusuysa elbette görüşeceğiz.”
Evet aradaki fark tastamam böyledir:
Kılıçdaroğlu “çözüm süreci çöker” yeniden “savaş hali söz konusu” olursa, Erdoğan’ın ayağına gidecek, “Başkomutanın” emrine girecek, ama “barış hali söz konusu” olduğunda Meclis Kürsüsü’ne kıtapçık fırlatacak. Demirtaş ise, “çözüm süreci çöker”, yeniden “savaş hali söz konusu” olursa, Erdoğan’ı düşman ilan ederek onu “boykot” edecek; ama “barış hali söz konusu” olursa, onu bir “diplomatik muhatap” olarak “usulen” ayakta alkışlayacak...
Türk Türk’ün suratına tükürebilir. Ama Kürt, Türk’le “eşit haklılık temelinde karşılıklı saygıyı korur.”