T24 - 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren, Genelkurmay Başkanı olduğu sırada Başbakan Süleyman Demirel'i şiddet olaylarına karşı "kontrgerilla" olarak anılan Özel Harp Dairesi'nin kullanılmasını istediğini, ancak bu talebi redettiğini açıkladı.
Evren'in, Sözcü gazetesinden Ertuğrul Akbay'ın (6 Ağustos 2010) sorularını şöyle yanıtladı:
Başbakan Demirel, Kenan Evren’den öyle bir şey istedi ki, Paşa şiddetle karşı çıktı…
İşte Demirel’in teklifi
Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve çete savaşı yaparak öldürülmelerini istedi. 1971’deki Kızıldere olaylarında olduğu gibi
Parti liderlerinin didişmeleri ülkeye hep zarar vermiştir.
Dikkat edilirse; İnönü-Menderes didişmesi sonucu 1960 darbesi…
Demirel-Ecevit didişmesi sonucu 1980 darbesi olmuştur…
Bir gerçek vardır ki, bu askeri müdahaleler Türkiye’ye zaman kaybettirmiştir.
Türkiye ne zaman kalkınmaya başlasa…
Terör olayları artmakta…
Türk halkı bölünmek istenmektedir.
Başa geçenler her şeyin ancak kendilerinin direktifleri ile düzene girebileceğine inanıyor.
Bu başa geçenler bir nevi ilahlaşıyor.
Böyle kendisinde ilahi yeteneklerin toplanacağına inanan kişiler…
O makamı ele geçirebilmek için kıyasıya mücadeleye girişiyorlar.
Kenan Paşa 12 Eylül öncesi bir anısını şöyle anlatıyor;
15 Ekim 1979 günü Ecevit Hükümeti çekilme kararı aldı.
Tahterevalli hükümetler!
Ve istifası Cumhurbaşkanı’nca kabul edildi…
Hükümeti kurma görevi Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’e verildi.
Zaten başkasına vermek mümkün değildi.
Tahterevalli oynar gibi bir Ecevit yukarıya çıkıyor…
Bir Demirel aşağıya iniyor.
Bir müddet sonra Demirel yukarı…
Ecevit aşağıya iniyor.
Şimdi de, Demirel yukarı çıktı… Ecevit aşağıya indi…
Ünlü filozof Eflatun’un dönemi de bizim durumumuza benziyor ki…
Eflatun şöyle diyor:
Bugünkü devletlerin başındakiler, gölgeler üzerine birbirleri ile dövüşmekte;
Başa geçmek bir nimetmiş gibi başa geçmek için birbirlerini yemektedirler.
Oysa, devlette dirlik ve düzenlik başa geçmeyi en az isteyenlerin başa geçmesiyle sağlanır.
Gerçek devlet adamı, devlet yönetimini bir ödev olarak yüklenir.
İyi yönetilen devlet, baş olmaktan daha üstün bir değere yükselmiş olanların başa geçtiği devlettir…
Eflatun’un tarif ettiği bu tür devlet adamını bulup başa geçirebilen milletlere ne mutlu…
Acaba, günün birinde Eflatun’un tarifine uyan bir devlet adamını görmek bize de nasip olacak mı?
Demirel ile Hariciye Köşkü’ne bir türlü seçilemeyen Cumhurbaşkanı konusunu görüşmek için çıkmıştım.
Demirel’in teklifi!
Ancak, Demirel bu konuya değinmekten kaçınıp başka konulara giriyordu…
Sonunda, döndü dolaştı asıl söylemek istediği konuya geldi…
Bana;
Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini…
Vaktiyle bu teşkilatın böyle kullanıldığını, söyledi…
Demirel “ Vaktiyle”, derken 1971 sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personelden söz ediyordu…
Demirel’in teklif ettiği bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım.
Bu teklifi kabul etmemin imkansız olduğunu belirterek, şöyle konuştum.
Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını…
Vaktiyle yanlış anlaşıldığını…
Ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra, Özel Harp Teşkilatı’nı esas görevine yönelttiğimi…
Tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsaade edemeyeceğimi…
Devletin güvenlik kuvvetlerini daha da güçlendirmemiz gerektiğine Demirel’in dikkatini çektim.
Kenan Paşa 12 Eylül Harekatı öncesi durumu şöyle anlatıyor;
Atatürk’e yuh çekiliyor
Her geçen gün ülkenin durumu daha kötüye gidiyor.
Parti liderlerinin birbirleriyle didişmekten ülkenin sorunlarını düşündükleri bile yoktu.
15 Mayıs günü… İstanbul’da çok çirkin bir olay cereyan etti.
O gün Regaip Kandili olduğundan camilerden birisinde mevlit okunuyor.
Ve mevlit televizyondan naklen veriliyordu.
Mevlidin sonunda duası yapılırken Atatürk’ün ismi hoca tarafından söylenince bir grup tarafından yuh çekildi…
Ve ‘Lanet olsun’ diye bağırıldı.
Bu olay yurt çapında büyük yankı yaptı.
Tabi aşırı solun ekmeğine de yağ sürülmüş oldu.
Bunun üzerine 18 Mayıs Pazar günü olmasına karşın Kuvvet Komutanları… Jandarma Genel
Komutanı ve İkinci Başkanın katıldığı bir toplantı yaptık.
Ülkenin içinde bulunduğu durumu tekrar gözden geçirdik.
Yönetime el koymaktan başka bir çare kalmadığından bir kez daha emin olduk.
Artık, müdahale kaçınılmazdı.
Bu arada, Demirel ile Ecevit arasındaki didişmeler bütün hızıyla devam ediyordu.
Tahrik edici beyanatlar
Ecevit Kayseri’de;
Demirel kadar yıkıcı bir kişi daha olsa memleket çoktan batardı, şeklinde…
Yıkıcı ve tahrik edici bir beyanat veriyor…
Zaten gergin olan liderlerin arası daha da geriliyordu.
Daha önce, Demirel tarafından verilen;
Hükümetin aczini ve kusurunu örtmek için ordunun nüfuzunu kullanmaya kalkmıştır…
Şeklindeki beyanata Ecevit karşılık vererek şöyle diyordu;
Silahlı Kuvvetlere gölge düşürülmesi sorumlu bir davranış sayılmaz…
Demirel, Ecevit’in bu beyanatına daha da sert bir cevap vererek şöyle diyordu;
Silahlı Kuvvetler’in gölgesinde iktidar olunamaz…
Bir zamanların Ordu+Halk Partisi=İktidar formülüne bugün yine müracaat edilmektedir.
Bu gibi çirkin isnatlar ve yakıştırmaların…
Ne iktidara…
Ve ne de muhalefete…
Bir yarar sağlamadığını bu politikacılar ne yazık ki, hala anlayamamışlardır.
Şimdi de, bu politikacılar Silahlı Kuvvetleri kendi çirkin emellerine alet etmek istiyorlardı.
Orduya sataşıyordı!
Ben bunlara cevap vermemeyi tercih ettim.
Vermedim ama…
Ordunun Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde gösterilmesi hem beni, hem de diğer komutan arkadaşlarımı çok üzdü.
Demirel hiç susmuyor…
Her fırsatta orduya sataşıyordu…
Bir konuşmasında;
Hükümet günahlarının içinde boğulup gidecek… 14 ay içinde meydana gelen kan denizinin baş sorumlusu hükümettir. Başbakan silahların gölgesine sığınmıştır.
Bu hükümetin elinde, sıkıyönetim netice alamaz, demişti…
Bu gibi karşılıklı suçlamaları şunun için anlatıyorum;
İleride siyasete atılacaklara belki iyi bir örnek olur.
Olan ülkeye oluyor
Böyle yapılan konuşmalar yurda hiçbir yarar sağlamadığı gibi ülkeyi ağır ağır bunalımlara sürükleyecek…
Ve sonunda 12 Eylül Harekatı ile noktalanacaktır…
İşte Demirel’in 12 Mart günü, 12 Mart 1971 Muhtırası’nın yıldönümü dolayısıyla verdiği beyanat;
Muhtıra sebepleri bugün 40-45 katı ile var.
Ancak, muhtıranın bir çözüm olmadığı görüşündeyim.
Bu hükümet gider, milletin derdi biter.
Bunalımlı dönemlerden çıkış için halk oylaması yapılmaması bir eksikliktir.
Başbakanlık sistemi de düşünülebilir.
1980 başında iktidara Demirel geldiğinde…
Bu kez de Ecevit Demirel’in icraatlarını tenkit etmeye başlayacaktır.
Bu didişmeden vatandaş zararlı çıkıyor…
Her geçen gün anarşi artıyor…
Ekonomi kötüye gidiyordu…
Ama, parti liderleri koltuktan başka bir şey düşünmüyorlardı…
Evren’in hatası!
Konuşmamıza ara verdik…
Gata’da yetişen hemşire Beyhan Hanım’ın getirdiği bitki çayı ile ufak kurabiyeleri yerken dinlenme fırsatı da bulmuştuk…
Bu arada, Kenan Paşa bana çok yakın ve samimi davranıyordu. Bundan cesaret alarak kendisine sordum;
Paşam 12 Eylül’de yönetime el koyduktan sonra sizi pişman eden bir hata yaptınız mı?
Evet, yaptım.
Sonradan pişman oldum…
Ama, iş işten geçmişti…