28 Şubat sürecinde Çevik Bir, Süleyman Demirel’e 58 sorunun anlatıldığı bir brifing vermiş. Demirel bunun üzerine Erbakan’a 2 günde 4 adet ‘direktif mahiyetinde’ mektup yazmış. Ama yanıt alamamış. Vatan gazetesine konuşan ’28 Şubat’ın Cumhurbaşkanı’ Demirel, askerden aldığı bilgileri hükümete intikal ettirmiş. İşte o röportaj ve mektuplar… Hasan Cemal: Sayın Demirel söyleyin, yoksa tankın üzerine mi çıkardınız?17 Ocak’ta brifing aldınız. Neden? Şimdi Genelkurmay Başkanı bana geliyor haftada bir defa. Geliyor diyor ki; efendim sıkıntılar var. Sıkıntılar bütün Türkiye’de.
Neymiş sıkıntılar? Bu sıkıntılar, daha çok laikliğe karşı bir takım tasarruflar var. Bu tasarruflardan dolayı... Bunun AKP döneminde Cumhuriyet Başsavcısı tarafından birtakım bilgilerin toplanıp Anayasa Mahkemesi’ne verilmesinden ne farkı var? Yani o günleri hatırlayacaksınız. O günler ışıklar söndürülüyor, birtakım şeyler oluyor. Onlara söylediğim şu: Cumhurbaşkanıyım. Silahlı Kuvvetlerin başkumandanlığını temsil ederim. Silahlı Kuvvetler bu ülkenin milli ordusu ve bu devletin kurumudur. Eğer Silahlı Kuvvetlerin bir sıkıntısı varsa bunu başbakana, veya cumhurbaşkanına gelip anlatmaları lazım. Buna bir itirazı olan var mı? Aksi halde Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı ile ne konuşacak? Devlet nasıl işleyecek başka yani?
Birinci mektupta şöyle deniliyor: Hakim ve Savcılar Kanunu’nda belirtilen niteliklere sahip olanlar arasında, kanunun 9 maddesine göre yazılı sınav açılıyor. Bu sınavda adil ve hakkani esaslara uymayaca endişeleri belirtilmekte...
Size sıkıntılardan ne zaman söz etti? Her zaman oldu. Ben bunu başta söyledim. Genelkurmay Başkanı tayin edilmiş. Diyorum ki, ’Sayın Genelkurmay Başkanı ben Anayasa’nın 104. maddesine göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başkumandanlığının temsilcisiyim. Öyleyse bir sıkıntınız olduğu zaman gelip bana söyleyin.’ Peki, söylemezse ne oluyor? Beyanat veriyor. Daha mı iyi oluyor yani? Ondan sonra küçük düşürüyor cumhurbaşkanını, küçük düşürüyor başbakanı, 3 tane devlet olmuş gibi oluyor. Ne gibi sıkıntısı olsa, ’efendim, filan yerde filan hareket yapılıyor, şu durumlar var’ diye bilgi veriyor. Yahut ’bir devlet dairesiyle şöyle bir sürtünmemiz var, onun çözülmesi için yardımınızı istiyoruz’ diyor. Yahut da ’mutlaka şöyle bir kanunun ya da kararnamenin çıkması lazım, bunu Başbakan’a da arz ettim, size de arz ediyorum’ diyor. Veyahut gelip diyor ki, ’bizim içimizde kaynaşma var’... Siz bunun ne olduğunu bilir misiniz kaynaşmanın? Bugün böyle efelik edenlere soruyorum, bilirler mi?
İkinci mektup şöyle: Dilipak’la ilgili mesele var. Diyor ki: “Adalet Bakanı Kazan’ın göreve gelmesinden sonra hakim Mustafa Kutluk’un yeniden İstanbul’a atanması ve kınama cezasının kaldırılması talebi HSYK’ca reddedildikten sonra bakan yetkisini kullanarak bakanlık tetkik hakimliğine getirmiştir.
Nedir kaynaşma?
1995 sonunda seçim yapıldı, 96’nın içerisinde bu hükümet kuruldu. Kurulduktan bir süre sonra, 3-4 ay sonra bu çeşit şeyler başladı. Basınla beraber başladı. İş çevreleri ile başladı. Üniversitelerle beraber başladı. Bunların (RP ve Erbakan’ı kastediyor) iftarları başladı, bilmem neler başladı...
Ne var? 28 Şubat günlerinde Türkiye’deki birtakım beyanlar, belediye başkanlıklarının hareketleri, esasen Türkiye ortamını bu tip şeyler hazırladı. Onları çok konuştuk. Ama 28 Şubat hadisesi sadece laikliğe karşı yapılmış fillerden doğan bir olay değildir. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik sosyal bir hukuk devletidir. Bu tarifin ışığında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir çağdaş devlet olduğu tarifidir. Devlet bir devrim üstüne oturuyor. Devrimin şartları var, bu şartların bir kısmını yükleyip getirmiş. Bir kısmı hala devam ediyor. Anayasa’nın 174. maddesi, devrim kanunlarının korunması diye bir madde geçiyor. Bunlara ters düşerseniz o zaman da anayasa ihlali içine giriyorsunuz. Bu anayasaya halkın yüzde 92’si oy vermiş. Bana da 10 sene yasak getiren bir anayasa bu. Ama ülkenin düzeni bu. Bu düzene, devrime, 1982 Anayasası’nın koyduğu esaslara uymaya mecbursunuz. Yani 28 Şubat hadisesinde sadece laiklik değil aynı zamanda devrim kanunlarına karşı vaziyet alışa da reaksiyon vardır. O 18 maddenin içinde de bu reaksiyon görülür.
Üçünçü mektup: Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe ile ilgili bir soruşturma dolayısıyla cumhuriyet savcısına bilirkişi heyetinin seçiminde baskı yapıldığı, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın irticai faaliyette bulunduğu, irticai faaliyetlerinden dolayı YAŞ kararıyla askerlikten çıkarılan subay ve astsubayların belediyer ve bakanlıklara yerleştirildiği şikayetler olmuştur....Hükümet Haziran’da kuruldu, Ocak’ta siz brifing aldınız... Genelkurmay Başkanı “Bende rahatsızlık, benim içimde huzursuzluk var. Kaynaşma var” diyor. “Kamuoyunda da laikliğin ihlal edildiğine dair rahatsızlık var. Sadece laikliğin ihlali değil, bir takım olaylar var” diyor. Diyorum ki, “bunu bana getirdiğiniz için teşekkür ederim. Söylemiştim, benim görevim ahenkli bir devlet çalışmasını sağlamaktır. Şimdi ben Genelkurmay’a geleyim, sizi rahatsız eden olaylar nedir, bana bir brifing verin”.
17 Ocak’ta Genelkurmay’ı ziyaret ettiniz ve size brifing verildi. Neler anlattılar o brifingde? Ayın 17’sinde Genelkurmay’a gidiyorum. Bana brifing veriyorlar. 3-4 saat süren brifing. 58 tane olay anlatılıyor. Ben dinliyorum. General Çevik Bir veriyor brifingi. Çok az sayıda insan var. İstihbarat Daire Başkanı var. Birkaç tane albay var. Genelkurmay Başkanı’nın kendisi var. Aynen dediğim şu: “Size intikal eden bu şeyler üzerinden herhangi bir tedbir alınmaya kalkışılırsa şayet bunlar doğru değilse, o zaman çok zor duruma düşülür, siz bunları bana verin, ben bunları tetkik ettireyim, ondan sonra icabını yapayım.”
Size ne verdiler? Bana 58 sorundan ibaret dosya veriyor. Ben o dosyayı alıyor ve genel sekreterim Necdet Seçkinöz’ü çağırıyorum. Diyorum ki “şu dosyayı al, bu dosyadaki olaylara bak. Teker teker kendin bir bak. Ondan sonra bir heyet kur. Bir de o heyetle beraber bakın. İlgili dairelerle de istişare et. Bunlardan hangileri muameleye konabilecek cinstense onları çıkar. Biz bunu Başbakanlığa bildirelim.”
Dördüncü mektup: Devletin kurumlarına kökten dinci cereyanın sızması kesinlikle önlenmelidir. Anayasa’nın 174. maddesinin koruduğu devrim kannuları uygulanmalıdır.Çalışma sonunda 58 madde için askere ‘Tetkik ettiğim bazı şeyler doğru değil’ dediniz mi? Tabii. 25’ine mutabık olmadım. 4’ü mükerrerdi. Geriye kalan 29 tanesi hükümetlere verilmiştir.
Nasıl iletildi? Ondan sonra, ben kendisine (Erbakan’a) 4 Şubat’ta mektup yazıyorum. Aynı gün ikinci mektubu yazıyorum... Dilipak’la ilgili bir mesele var. Burada diyor ki: “Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın göreve gelmesinden sonra hakim Mustafa Kutluk’un yeniden İstanbul’a atanması ve kınama cezasının kaldırılması talebi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca reddedildikten sonra bakan kendi yetkisini kullanarak bakanlık tetkik hakimliğine getirmiştir. Böyle iddialar var. Yargıtay kararıyla Atatürk aleyhine bir suç işleyen bir numaralı sanığı kasta varan bir davranışla beraat ettiren bir hakimin bir yerde taltif edilerek adalet bakanlığında bir göreve getirilmesi son derece sakıncalı bulunmuştur.” Böyle bir çok hadise... “Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe ile ilgili bir soruşturma dolayısıyla cumhuriyet savcısına bilirkişi heyetinin seçiminde baskı yapıldığı, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın irticai faaliyette bulunduğu, irticai faaliyetlerinden dolayı YAŞ kararıyla askerlikten çıkarılan subay ve astsubayların belediyer ve bakanlıklara yerleştirildiği, Atatürk düşmanlığı yapıldığı, bazı siyasi kişiliği olan konuşmacıların laiklik, ırk ve dil konularında ulusal değerleri yıpratmaya gayret sarfettiği hususunda şikayetler olmuştur. Bu ve benzeri konuların önemli hassasiyetlere sebep olduğu, huzursuzluk doğurduğu gerçektir.”
Mektupta yazdıklarınız o 58 madde içinden mi? Evet... Genel bir mektup yazıyorum ve diyorum ki bakın, “Devletin kurumlarına kökten dinci cereyanın sızması kesinlikle önlenmelidir. Anayasa’nın 174. maddesinin koruduğu devrim kanunları uygulanmalıdır. Laik düzeni korumak için mevcut kanunlar harfiyen uygulanmalıdır. Bunun yanında yargı organları, üniversiteler, Emniyet teşkilatı, Diyanet teşkilatı, yerel yönetimler korunmalıdır.” Bunları yazıyorum hükümete.
Yine 4 Şubat mı? Evet... Yani 28 Şubat’a gelmeden önce ben oradan aldığım şeyle beraber, bunları yazıyorum ve hadiseleri de intikal ettiriyorum.
Mektuplara cevap geldi mi? 28 Şubat’tan önce Erbakan’dan ya da hükümetten size bir cevap ya da tepki geldi mi? Hayır hiçbir şey gelmedi.
Cevap gelmemesini nasıl yorumladınız? Bana cevap verecek değil, icabı neyse onu yapacak. Cevap isteyen mektuplar değil, direktif mahiyetinde mektup.
Brifingde size verilen 58 maddeden biri de Dilipak’la ilgili hakimle ilgili. Askerlerin bu kadar detayla uğraşmasını nasıl yorumluyorsunuz? Bir hadise yanlışsa, “bunla niye uğraşıyorsunuz, canım bu da uğraşılacak bir mesele” mi denmez. Hadisenin kendisine bakmak. Böyle bir hadise mühim bir hadise mi değil mi? Bir bakanın bunu yapması uygun bir olay mı değil mi? Cemiyet karşısında olan insanları himaye ediyorsunuz diyor. Hani ne yapmışız ki derse işte bir tane misal diyor. Ayıbın küçüğü büyüğü olmaz.
17 Ocak’taki brifingten sonra ne düşündünüz? Darbe tehlikesinden endişe ettiniz mi? Hayır ben darbe endişesine filan girmedim. Buradaki hadise, asker bir hoşnutsuzluk ortaya koyduysa hemen arkasından darbe gelir manasına alınmamalı. Ama asker, 1960’da bir hoşnutsuzluk ortaya koydu, Cemal Gürsel mektubu... Asker 12 Mart’ta bir hoşnutsuzluk ortaya koydu, muhtıra... Bizim bir kusurumuz mu var 1980’de? Ama asker 1980’de, kamuoyunu ikaz ediyoruz diye, uyarı mektubu ortaya koydu. Asker bir şey ortaya koyuyorsa, böyle yazılı çizili, bunun bir zinciri var, iyi olmuyor netice itibariyle. Ben devlet başkanıyım. Ben yeniden arabanın devrilmesini istemiyorum. Türkiye’de yeniden devlet bunalımına girilmesini istemiyorum. Ve bundan hem ülkem zarar görüyor, hem halkım zarar görüyor, hem devletim zarar görüyor. O zaman da diyorum ki; kanunların verdiği yetkiler var. Kanunların çizdiği çerçeve içinde, çizdiği mecrada uygulanacaktır. Bunu yapmışım.