12 Aralık 2020 22:55
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, "Gelecek Partisi herhangi bir ittifaka eklemlenmek için kurulan bir parti değildir, bunun altını özellikle çiziyorum. Gelecek Partisi Türk siyasetine girerken siyasette soğuk savaş atmosferini kırmak için girdi. Gelecek Partisi cesaretle kurularak çok daha farklı alternatiflerin çıkmasının önünü açtı" ifadelerini kullandı.
Habertürk'te Muharrem Sarıkaya, Serap Belet, Nagehan Alçı ve Kemal Öztürk'ün sorularını yanıtlayan Davutoğlu, iktidarı eleştirirken, "Buzdağının altından büyük bir dalga geliyor, Beştepe'de oturarak bunu anlayamazlar" dedi.
Davutoğlu'nun açıklamalarından satır başları şöyle:
"Türkiye çapında 100 bin üyeye yaklaşıyoruz. Hepsi gerçek üye. Bazı partilerde olduğu gibi değil. Böyle bir dönemde gerçek şahıslar ortaya çıkar. Aramızda ülkücülükten ve devrimcilikten 12 Eylül'de hapishanelerde yatmış arkadaşlarımız da var. Aramızda rahmetli Ecevit'e yakın olmuş DSP'li arkadaşlarımız da var, HDP'liler de var. AK Parti Genel Başkanı iken Türk demokrasisinin en büyük oyunu alarak 1 Kasım'da partiyi iktidar yaptık. Bana karşı parti içi darbe yapılmamış olsaydı partinin temiz siyasete yönelmesi ve Türk siyasetinin parçalanmaması için elimden geldiğini yapardım.
"Çarpıcı bir misal vermek gerekirse Alevi kesimden bir iki isim vardı AK Parti'nin kurucuları arasında. Ama bizde Alevi Dernekleri Federasyonu'ndan ayrılarak geldi, şu anda genel başkan yardımcımız. Partinin kuruluşunda, harcında bulunmuş bir isim. İlk defa bir hıristiyan vatandaşımız genel başkan yardımcımız oldu Etyen Bey. Balkan Dernekleri Konfederasyonu Başkanı da bizde, Çerkes Kafkas Dernekleri Başkanı, Arap Dernekleri Başkanı da bizim kurucumuz. Bizim parti programımıza bakan birçok sosyal demokrat arkadaş, merkez sağ liberal parti gibi görünüyorsunuz ama programınız sosyal devlet diyor. Artık sağ sol, milliyetçi uluslararası, küreselci bu ayrılıklar kaldı. Şu anda kendisiyle tutarlı bir siyaset anlayışına ihtiyaç var. Söylediğimiz herşeyin gereğini yapacağız. Mesele doğru ilkeleri ortaya koymak değil, o ülkelerin önce kendi hayatımızda sonra da partimde ve ülkede yaşanır kılmak.
Geçen Düzce'de bir kadın yanıma geldi hâlâ gözleri yaşlıydı. O konuşma siyasi ahlâk konuşmasaydı. Partide bana karşı darbe yapılmış, boğazda kurdukları yalılarda mekanizmalar servis edilmiş. Başbakanlık makamını terk ederken bu sözleri sarf ettim. Şu anda da aynı şeyi söylüyorum, Cumhurbaşkanının ailesine, o ailenin onuruna bir halel gelse ben buradayım. Ama damadı siyasete girmemiş olsaydı, diğer damadıyla ilgili herhangi bir sözü oldu mu? Sayın Demirtaş'la ben siyasi mücadele verdim. Ama Başak Hanım'a, eşine saldırı yapıldığında Sara Hanım'la aradım, 'Ben sizin eşinizle sert mücadele yaptım, gerekirse yine yaparım, ama sizin onurunuz benim eşimin onuru gibidir' dedim. Bana karşı ahlâksızca her türlü komployu yaptılar ben çıktım AK Parti'yi savunmak için o konuşmayı yaptım. Bana karşı yapılan darbeyi anlatmış olsaydım AK Parti parçalanırdı. O konuşmada şunu söylemedim, Hazine'nin bütün kaynaklarını tüketecekler ben susacağım demedim.
"O günlerde şöyle bir spekülasyon vardı. Sayın Gül'ün de adaylığı sözkonusuydu. Sayın Abdullah Gül de, aynen sayın Erdoğan gibi benim Cumhurbaşkanımdır. Bunun üzerine çıkıp 'Sayın Erdoğan'la görüştüğüm gibi sayın Gül'le görüşürüm' dedim. Ben AK Parti mensubuyken AK Parti'nin adayı kimse ona destek olurum. AK Parti'nin adayı sayın Erdoğan adaydı, ona destek verdim. Benim her sözüm siyasi ahlâk bakımdan süzgeçten geçmiş sözlerdir. Rastgele bir söz sarfetmem ben. Sayın Erdoğan'a 30 sayfalık metin verdim. Yapmam gerekeni yaptım, susmadım. Sayın Erdoğan'ın hukukunu hep korudum. Eğer ülkeyi ehliyetsiz, liyakatsız insanlara vermeseydi, Perinçek'in rotasını çizdiği bir siyasi noktaya gelmeseydi kitaplarımı yazar, siyaseti tekrar düşünmezdim. AK Parti milletvekili iken konferanslarım iptal edildi, AK Parti mensubu iken yakınlarıma baskılar kuruldu. Devletten tek kuruş menfaatlenmemiş yakınlarıma ne baskılar yapıldığını bir söylesem. Hiçbir zaman sayın Erdoğan'ın şahsi hukukuna, aile hukukuna halel getirecek hiçbir şey yapmadım.
"Yanlış bir iş yaparsanız ben ilim adamıyım, onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, çıkar hesap sorarım. 24 Haziran seçimlerinde Tayyip Erdoğan'a destek olmama kararı alsaydım, önce istipa geder, sonra onu söylerdim, ben hayatımda takiye yapmadım. Nasıl bir hukuk ki, ben sayın Cumhurbaşkanının hukukunu korurken o meydana çıktı bana dolandırıcı dedi. Şehir Üniversitesi meselesinde bakanlar bütün malvarlığını açıklasınlar dedim. Ama aynı anda bütün Başbakanlar için söyledim. Erdoğan herkese istediği hakareti yapacak, trol çeteleri Türkiye'ye hizmet etmekten başka hiçbir hesabı olmamış birisine Alman ajanı diyecekler ve siz dönüp olan hiçbir şey söylemeyeceksiniz.
"Şu anki iktidarın hatalarını ortaya koymak ve yeni bir ufuk çizmek için partiyi kurduk. Sayın Erdoğan ve bugünkü iktidar mensupları bu ülkenin iyiye gittiği iddiasında bulunabiliyorlar mı? 2 ay önce Hazine ve Maliye Bakanı en kudretli isim iken bugün adı bile anılmıyorsa. Bizim şahsi hukuklarımızı bir kenara koyalım, önemli olan milletin hukukudur. Ben Anadolu'yu geziyorum. Batman, Düzce, Bartın, Ardahan, Alanya, Konya, Diyarbakır sokaklarında dolaştım. Son olarak Siirt, Bitlis, Muş, Sakarya, Tekirdağ her yerde.l İnsanlar kan ağlıyor. Esnaf kan ağlıyor. Ben bir esnaf çocuğum. Ahlaki meziyetlerimiz diye öne çıkardığımız herşeyi ben kitaplardan öğrenmedim. Babamdan ve esnaf arkadaşlarımdan öğrendim.
"Bugün en önemli sorun yoksulluk ve işsizlik. Muş'ta gençlerle bir program yaptık 2 saat sürdü. Bana sorarsanız en büyük tehlike genç işsizliğidir, hele hele okumuş genç işsizliğidir. Türkiye'nin birinci derecede eğilmesi gereken konu istihdamdır. Gençlerin her üçünden birisi işsizdir. Böyle bir tabloda geleceğe yönelik olumlu bir perspektif olamaz. Gençlerde öyle bir şey yerleşmiş ki, evet ekonomik durum kötü ama torpilim olsa iş bulurum. Bu toplumsal yapıya konmuş bir dinamittir. Kimse devlet kasasından bağış yapamaz. İlk defa mülakatı kaldıracağızı programına koyan parti Gelecek Parti'dir. İkincisi enflasyon. Enflasyon öyle bir şey ki insanı fark ettirmeden yoksullaştırır. Dünyada enflasyon yok aslında. Türkiye'de enflasyon TÜİK rakamlarına göre yüzde 15. Bu enflasyon çarkı içinde halk her gün fakirleşiyor ve çaresiz. İkincisi bütün bunların arkasındaki yolsuzluklar ve iflas.
"Düzce AK Parti'nin kalelerindendi. Eski bir AK Partili yolumu kesiyor, 'Sayın Başbakanım bu yolsuzluklar ne olacak' diyor. Birbirini besleyen bir sarmalla karşı karşıyayız. Çiftçilerin problemleri, tarım sektöründe daralma, esnafın sıkıntıları. Esnaf kirasını ödeyemediğini söylüyor. Bakın doğrudan hibeler, borç ertelemeleri ve yeniden kredilendirme. Dünya ne yaptı biliyor musunuz? Hibe verdiler, parasal genişlemeye gittiler, para bastılar. Türkiye'de para bastı. Peki nereye gitti bu paralar? 44 milyar diye açıklandı doğrudan destek. Nereye gitti gerisi, müteahhitlerin ödemelerine gitti. Biz korona tahvili çıkarın dedik. Bunu önce kayıtsız işçilere, iki işçilere, üç esnaflara, dört çiftçilere hibe olarak verin dedik. Onlar ise ne yaptılar biliyor musunuz? Kredilendirdiler. Kredi musluklarını açıp, tekrar borçlandırdılar. Faizler yükseldi. Bu borçlandırmayla onun üzerinden kalkılması mümkün değil. Biz elektrik, su, doğalgaz pandemi şartları tarafından devlet tarafından ödenecektir dedik. Biz sosyal devlet ilkesinin bugün tam da gerekli olduğunu düşünüyoruz. Buzdağının altından büyük bir dalga geliyor, Beştepe'de oturarak bunu anlayamazlar. Sadece Lütfi Elvan değil Cevdet Yılmaz, Naci Ağbal, Efkan Ala da bana karşı darbe yapılan hükümetin bakanlarıydı. Bu arkadaşların geçmiş performanslarını bilirim. Bize meydan meydan faizci deniyordu. Şimdi o faizci bakanları tekrar çağrılmış oldu. Eğer o hükümet faizci değil ise niye o hükümeti devirdiniz?
"Tek adamlığı önlemenin yolu partinin kurumsallaşmasıdır, partinin siyasi iklimidir. Partimizin kurucuları her birisi şahsiyetleriyle varoluşlarıdır. AK Parti'nin ilk dönemdeki başarının arkasındaki de budur. Ehliyet sahibi kişileri tehdit gibi görmeye başlarsanız, yavaş yavaş dar grup partiye hakim olur sonra bir kişi partiyi mülkü gibi görür. Bu sadece AK Parti için değil. Siyasi iklimi, sosyal atmosferi ona göre kurduk. Gelecek Partisi'nde arkadaşlarımızın çoğu televizyon kanallarında serbest konuştular. Başka partilerde olmayan iki önemli kurul oluşturduk. Siyasi Etik Kurulu oluşturduk. Benim ayrıldığım kongrede sayın Erdoğan'ın mesajını herkes ayakta dinlemişti. Bu bir süre sonra kültürel bir kod haline geliyor. Partimizde bir de Kurumsallaşma Komisyonu kurduk. Arkadaşlarıma görev verdim, nerede kurumsal eksikliğimiz varsa onu çıkaracaksınız. Bu partiyi Türk siyasetinde merkezinde özgürlükçü ve demokrat bir kimliğiyle kurumsallaştıracağız. Tek adamlığa gidecek bütün yolları kapatacağız. Parti içi demokrasiyi mahalle teşkilatından genel başkanlığa kadar işletmediğiniz zaman kurumsallaşmaktan söz edemezsiniz.
"Şu teminatı partime, arkadaşlarıma, milletime veriyorum, bu partiyi öyle bir mimariyle kuruyoruz ki, tek adamlığa izin vermeyecek şekilde. Mesela AK Parti'de üç dönem kuralı vardı. Ama en önce sayın Erdoğan'ın uygulaması gerekirken, genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra genel başkanlık yapmaya karar verince kurumsallığı çöktü AK Parti'nin. Büyük kongrede tabandan gelen kuvvetli teşkilatı varsa, parti içi teşkilatı işletiyorsanız değişebilir, hesap sorulur. Kurumsal mimari en önemli teminattır. Gelecek Partisi tek adamlığa gitmeden de bir partinin kurulabileceğini gösterecek. Gelecek Partisi Türk siyasetinde 1 asır ve daha fazla yaşayacak bir misyonu yüklenecek. Gelecek Partisi herhangi bir ittifaka eklemlenmek için kurulan bir parti değildir bunun altını özellikle çiziyorum. Gelecek Partisi Türk siyasetine girerken siyasette soğuk savaş atmosferini kırmak için girdi. Gelecek Partisi cesaretle kurularak çok daha farklı alternatiflerin çıkmasının önünü açtı.
"Şu anda Doğu ve Güneydoğu'da ikinci parti konumdayız. HDP'yi de zorlayacağız ve birinci parti olacağız. Düşük profilli edilgen rolü hayatımda hiçbir zaman benimsemedim. Varolan ittifak yapılanmalarının edilgen unsuru olmak için parti kurmam. Herkesle konuşuruz. 9 Kasım'da güçlendirilmiş parlamenter sistemini anlattık. Geçenlerde şöyle bir şey söylendi, parlamenter sistem diyor ama kimse parlamenter sistemi ete kemiğe bürünmüş gibi tarif etmedi. Halbuki 1 ay önce biz bu tarifi koyduk. Hiçbir ayrım gözetmekten 9 Kasım'da bunu açıkladık. Sayın Serap Yıldırım ve Ergun Özbudun'un çalışmasıyla bu modeli koyduk. Bütün siyasi liderlerden randevu talep ettim. Sayın Erdoğan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Akşener, Karamollaoğlu'ndan. Sayın Erdoğan cevap vermedi, MHP ise olumsuz mukabelede bulundu. Sayın Kılıçdaroğlu ve Akşener'le çok olumlu görüşme yaptık.
"Biz model olarak ortaya koyduk. Diğer partiler de modelini koyduğunda bütün bu unsurlar oturup konuşulabilir. Şu anda tanımlanmış olarak, kitap olarak bunu açıklayan tek parti Gelecek Parti'dir. Diğer partiler yapmadı demiyorum. Net bir parlamenter sistemde yeni bir dünya keşfetmiyorsunuz. Şu algıyı yıkmak lazım. İktidar tarafından öyle bir algı üretiliyor ki, bunlar geriye dönmek istiyorlar, hayır! Türkiye gibi son derece toplumsal yapısı çeşitlenmiş, bunu siyasete yansıtmak isteyen ülkeler için en doğru tercih parlamenter sistemdir. 600 kişilik Meclis herkesi temsil edebilir. Parlamentoda en küçük toplumsal kesimin temsilcisi bulunabilir. Temsil olarak parlamenter sistem Başkanlık sistemine göre çok daha avantajlı. Halka indiğinizde Muş'ta, Düzce'de bunu gördüm. Halk milletvekillerin sokağa inmemesinden şikayetçi. Çünkü milletvekilinin gücü kalmadı artık. Eskiden büyük vilayetler mutlaka bir bakanla temsil edilirdi. Temelde siyasetçinin görevi halk ile devlet arasında bağ kurmaktır.
"Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası'nın değişmesi gerektiğini de söylüyoruz. Bu sadece bir siyasi partinin söylemesiyle olacak bir şey değil tabii ki. Partiyi kurarken Siyasi Partiler yasasının kısıtlamasını o kadar gördük ki. Biz pür parlamenter sistem olacağını söylüyoruz, melez bir sistem değil. Sayın Erdoğan randevu vermedi, belki verir bilemem. Verirse onlarla da konuşuruz. Hep beraber bütün partilerin birlikteliği ile bu geçişi yaşarız, ihtimallerden biridir. Meclis'te anayasa değişikliği ile olur bu. Zamanla makul AK Partililerle bu çizgiye geleceklerine inanıyorum. Türkiye'nin çıkarı ne ise onu yaparız, ama hedefimiz tek başına iktidardır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı yerinden etmek için veya birini Cumhurbaşkanı yapmak için siyasete girmedim ben. Bizim şu anki hedefimiz Gelecek Partisi'ni toplumsal dokusu sağlam şekilde inşa etmek ve milletin ufkunu açmak. Bir parti birisi gitsin, birisi gelsin diye kurulmaz, iktidar olmak için kurulur. Bizim partimizin mahalle teşkilatından parti yönetim kuruluna kadar herkesin iddiası tek başına iktidardır. Halk bize yetkiyi verirse şu anda geçiş sürecini bizzat yönetiriz, asırlarca sürecek demokratik siyasi geleceği inşa edecek bir yapıyı kurarız.
"Terörle mücadele bir siyasi hedefi varsa başarılı olacak bir şeydir. Nihai olarak toplumsal barış ve demokratik düzeni korumak için terörle mücadele yapılır. Geçici bir Başbakan tanımı yapılırken terörle mücadele talimatını verdim. 6 Mayıs 2016'ya kadar gece gündüz bizzat o mücadelenin içinde oldum. Sayın Bahçeli terörle mücadele şampiyonluğu yapmaya kalkıyor, ben tek başına terörle mücadele ederken bizimle hükümet kurmayı reddetti o zaman. Başbakanlığı bıraktığımda Türkiye'nin hiçbir yerinde tek bir hendek, baraka, barikat kalmamıştı. Toplumsal kamu düzeni sağlanmıştı. Sonraki aşamada dağlarda, kırsalda mücadele yürüttük, o mücadele devam etti, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Ama eksik söylemle devam etti. Ben Diyarbakır'da Ulu Cami'de bayram namazı kıldım, ertesi gün Yüksekova'da askerlerimin içinde oldum. Her yerde o mücadeleyi yürüttüm. Halk şunu görüyordu, Başbakan bizimle birlikte, terörle mücadele ediyor, Kürt vatandaşlarının yanında. Daha sonra Kürt vatandaşlarının devletten, sistemden soğumasına yol açacak söylem ve yöntem benimsendi.
"Türkiye'de bir demokrasi sorunu var, hepimiz için var. Bir Başbakan olarak Kürt, Alevi, Hıristiyan, Musevi bütün herkesi eşit görmedikçe devlet adamı vasfını taşıyamam. Siyasiler alana iner yeni bir siyaset çizer. Terörle mücadele adı altında herkesi terörist ilan ederseniz o halk sizden kopar. Onlar benim Toroslarda Türkmen obasında doğduğumu bilirler ama şunu da bilirler Türkçe'ye ne kadar saygı gösterirsem Kürtçe'ye de o kadar saygı gösteririm. Burada sayın Bahçeli 'Serok Ahmet' diyerek bana değil aslında Kürtçe'ye hakaret ediyor. Terörle mücadele ederken Diyarbakır'a gittim. Miting yapmayalım dediler. Spontan bir toplantıydı. Halka dönük olarak 'Ben Torosların yiğit Türkmen obalarından doğmuş biri olarak Dicle kenarında doğan yiğit Kürt vatandaşlarıma selam getirdim' dedim. Kendi vatandaşınıza saygı göstereceksiniz. Onların bütün belediye başkanları görevden alındı, kayyum atandı. O Kürt seçmen doğru ya da yanlış tercihiyle seçtiği başkanlar alınırsa siz sorun yok diyebilir misiniz? Abdullah Öcalan'dan mektup getirip, Bahçeli'nin tabiriyle söyleyeyim zillet içeren bir yaklaşıma asla taviz vermeyiz. HDP'yi kapatın, terörle mücadele böyle olur diye bir şey olmaz. Terörle mücadeleyi emniyet birimlerimiz yapar, siyasi mücadeleyi biz yaparız.
"Terörle mücadeleyi en sert bir şekilde yaparız ama hiç kimsenin dışlanmadığı bir siyaset öngörürüz. Sert siyaset yapacağımı herkes biliyor. Ama hiç kimseyi ben siyasi mücadele içinde 'hain, terörist' vesaire hukukun vereceği hükmü ben vermem. HDP terörle arasına mücadele koymalıdır. Ama siyasi parti kapatılması üzerinden mağdur yaratarak, geniş kitleleri hepsini terörist ilan etmeye kalkarsanız, kitleleri terörist ilan etmeye kalkarsınız. Siz Diyarbakırların kalbini kazanıp birinci parti olmalısınız. Birileri Ankara'da köşelerinde otururken ben orada nasıl mücadele ettiğimi halk çok iyi bilir.
"Bir ülkenin değiştiremeyeceği iki şey var, coğrafyası ve tarih. Stratejik Derinlik'i yazarken Türkiye'de nerede olmalı sorusuna cevap olarak yazmıştım. Sıfır sorunun uygulanabilir olduğunu biz gösterdik. Dışişleri Bakanlığım döneminde bütün komşularla Türkiye'nin iyiydi. Türkiye'nin komşularıyla barışık yaşaması lazım. Bu sorunların tümü Türkiye'den kaynaklanmıyor. Doğu Akdeniz bağlamında Mısır'la diyalog zemininin bulunması gerektiği inancındayım. Türkiye'nin demokratik, siyasi değerler, özgürlükçü demokratik ilkeler olarak bulunması gereken yer Avrupa içindeki konumudur. Bunu empoze edilmiş bir değer olarak görmüyorum, kendi kültürümüzün bir parçası olarak görüyorum.
"Benim de içimde bulunduğu yaklaşımı Türkiye eksen değiştiriyor diye eleştiri yöneltmişlerdir. Asya derinliğinde gücü olmayanın Avrupa ufkunda yeri olmaz. Türkiye çok boyutlu dış politika takip etmek zorundadır. Hiç kimseyi dışlamadan. Bu mümkündür. Böyle bir politika takip eden birisi kendisine 'aptal olma' diyen bir başkana sessiz kalmaz. Böyle bir politika takip eden kişi Başkanlık seçimi ile tercihini koyup, sonra değiştirmeye gitmez. Böyle tercihi olan birisi 2016'da vize muafiyeti alabilecek iken 5 yıl geçti alamadılar. Çünkü iç siyasette ikide bir Avrupa ile gerilim yaşayacaksınız, sonra da Avrupa'ya yakın mesajlar vereceksiniz. Artık kimse bu tür küçük ayak oyunlarına güven durmuyor.
S-400 politikası yanlış kurgulandı. Türkiye'nin savunma sistemine ihtiyacı vardır. Rekabet içinde bütün alternatifleri denersiniz. S-400'le ilgili yürütülen diplomasi yanlış kurgulandı, anlatıldı ve F-35 gibi Türkiye'nin ortağı olduğu çıkışına gidecek sürece girilmezdi. S-400 maliyeti hata, atıl tutulması hata, F-35 gibi dünyanın en önemli askeri projelerin dışında kalmak hata. Libya ile yürütülen politika doğrudur. Bu konuda diğer muhalefet partilerinden ayrılırım. Türkiye Antalya'ya sıkıştırılamaz. Mısır'la Türkiye arasında Doğu Akdeniz'le münhasır ekonomi anlaşmasını biz getirdik. Yanlış olan şu aynı anda Amerika, Rusya, AB, BAE size karşı cephe haline gelmişse burada eksiklik var demektir. Onurlu şekilde bütün ülkelerle, küresel güçlerle onurlu ilişki geliştiririz, hiçbirisini dışlamayız. NATO'da bütün kozlarımızı kullanırız. AB bizim perspektifimizdir, 1953'den beri bir parçasıyız. Ama bu Rusya ile Çin'le ilişkilerimizi geliştirmeyeceğiz anlamına gelmez. Azerbaycan politikası doğrudur, Libya politikası doğrudur, bunlara destek oluruz.
"Ben devlet görevi yürüttüğümde sorumluluklarımın gereğini her zaman yaptım. Türk dış politikasına etkide bulunduğumu hiçbir zaman reddetmedim, bunu bir altın dönem olarak görüyorum. O zaman ben de sayın Erdoğan da dünyanın en etkili dünya liderleri arasında yer aldık. O gün Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olarak orada yer aldım. Ben belli konular geldiği zaman sahip çıkmak, belli konularda 'geçmişte şu kişi yapmıştı' diyerek siyasi ahlâksızlığın içine girmem. Belli yerleri kapatıyorlar, benimle ilgili bir şey varsa iyiyse kapatılıyor, en ufak olumsuzluk varsa biz adres gösteriliyoruz. Suriye politikası doğruydu. Mülteciler söz konusu olduğunda uluslararası hukuk gereği Türkiye kendi soydaşlarına, akraba topluluklara görevi olarak kapı mı kapatacaktınız? Nitekim Türkiye'nin daha sonraki dönemde Suriye'de etkinliği o dönemde atılan adımların devamıydı."
© Tüm hakları saklıdır.