Gündem

Davutoğlu: 12 Eylül felsefesinin devamı niteliğinde bir Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemi ile yönetiliyoruz

13 Eylül 2020 15:27

Eski başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, "12 Eylül felsefesinin devamı niteliğinde bir Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemi ile yönetiliyoruz" görüşünü dile getirdi.

Davutoğlu, hükûmete "Batırdığınız ekonomi konuşulmasın diye, ülkeyi dışarda daha fazla sıkıştıracak, izzetini ezecek işlere girip durmayın." uyarısında bulundu. 

Davutoğlu, Manisa kongresinde konuştu. Davutoğlu, "Kongrelere katıldığımız illerimizde sadece havaalanında ve kongre salonunda değil sokaklarda da gördüğümüz yoğun ilginin hem teşkilat mensuplarımıza hem de vatandaşlarımıza risk oluşturmaması için bazı tedbirleri alma ihtiyacı hissettik. Biz sağlık bakanının birinci dalganın ikinci pikini yaşıyoruz dediği günlerde Giresun’da çevre illerden gelen vatandaşlarımızla birlikte miting yapan iktidar yetkilileri gibi sorumsuz davranamazdık." dedi. 

Davutoğlu, "Yaptığı her suçlamanın cevabını verir, yanlış yürüttüğü her politikanın alternatifini kendisine birer birer anlatırız" diyerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a televizyonda tartışma çağrısı yaptı. Davutoğlu, "İşte çağrımız; İstedikleri şartlarda, istedikleri televizyonda, istedikleri konuyu onlarla konuşalım. Karşımıza istediklerini çıkarsınlar, biz de kendi kurmaylarımızı çıkaracağız. Eğer bizimle tartışmak istiyorlarsa, AK Parti Genel Başkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanı, buna da hazırız. Yaptığı her suçlamanın cevabını verir, yanlış yürüttüğü her politikanın alternatifini kendisine birer birer anlatırız" ifadesini kullandı.

"Kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanması AK Parti’nin bir lansman programı dolayısıyla ertelendi"

Davutoğlu, "İktidarın halkın sağlığını yok sayan vurdumduymaz, sorumsuz ve çifte standartlı yaklaşımlarından birine bugünlerde tekrar şahit olduk.  İstanbul’da salgın ile ilgili alınan bazı kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanması AK Parti’nin bir lansman programı dolayısıyla cumartesiden pazartesiye ertelendi. Bu nasıl bir sorumsuzluk, bu nasıl bir aymazlıktır. Cumhurbaşkanı her konuşmasında halkı tedbirlere uymaya çağıracak ama kendisi ve partisi bu çağrılardan ve tedbirlerden azade olacak." diye konuştu. 

Davutoğlu, "İşte bunların devlet yönetim anlayışı budur. Kurallar herkesi bağlar ama onları bağlamaz. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar biz halkımızın sağlığını düşünen sorumlu bir tutum almaya devam edeceğiz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Nedim bey il kongrelerimizin salgın için gerekli tedbirler alınarak asgari katılımla yapılması yönündeki kararımızı vatan sathındaki il yöneticilerimize tebliğ etti. Bütün kardeşlerimi, yol arkadaşlarımı saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum. İnşallah ilk fırsatta sizlerle buluşmak üzere Manisa’ya mutlaka geleceğim." ifadesini kullandı. 

"Biz geçici bir iktidar hırsı ile hareket etmiyoruz"

Davutoğlu, "Biz geçici bir iktidar hırsı ile hareket etmiyoruz. Bilgiye, hikmete, ahlaka, ehliyete ve liyakata dayalı yeni bir demokratik siyasi gelenek inşa etmek için çaba sarfediyoruz. Yani nasıl Manisa bir fidan şehir ise, Gelecek Partisi de bir fidan partidir; bir çınar fidanıdır. Gelecek Partisi’nin performansının kendilerini şaşırttığını söyleyen gözlemcilere de sesleniyorum; daha çok şaşıracaksınız" düşüncesini dile getirdi. 

Davutoğlu, "Bugünlerde önemli yıldönümleri peş peşe geliyor. Dün 12 Eylül’dü. 1980’de Demokrasimize indirilen büyük darbenin 40. Yıldönümü.  O yıllarda bizim gençlik hareketleri içinde olduğumuz yıllardı. Darbe şartlarının oluşması için her kesimden nice genç fidanlar karşılıklı çatışma ortamında toprağa düştü; nice genç fidanlar da 'Bir oradan bir buradan' denerek idam sehpalarına gönderildi." yorumunu yaptı. 

Davutoğlu konuşmasında şunları kaydetti: 

Geçenlerde verdiğim bir röportajda o soğuk savaş yılları psikolojisini kast ederek “gençlik yıllarımda Anadolu hikmetine dayalı milli bir çizgiyi savunuyordum; ama sağcı-solcu kategorilerinin çatışan tarafı olarak sağcı olmayı da zamanla doğru bulmadım” mealinde bir açıklamamı istismar edenler çıktı.

Evet o zaman da böylesi bir kutuplaştırıcı tutum yanlıştı; bu gün de hem yanlış hem tehlikelidir. O gün çatıştığımız solcu arkadaşlarımız içinden bizden önce hacca gidenler de oldu; 12 Eylül zindanlarında sağcı ve solcu olarak birbirlerine dost olanlar da oldu.

İşte bugün partimizde 12 Eylül hapishanelerinde ülkücülükten 7.5 yıl yatmış Selçuk Bey de var; devrimcilikten 3 yıl yatmış Murat Bey de var. Şimdi aynı heyecanla bir daha böylesi kutuplaştırıcı bir siyaset kültürünün ve bundan beslenen bir darbe kültürünün oluşmasını engelleyecek demokratik bir siyaset için Gelecek Partisinde omuz omuza mücadele ediyorlar.  Partimizin temel siyaset anlayışı ile bir kez daha herkese ve her kesime sesleniyorum.

Gün eski kategorilerle, dogmalara ve önyargılarla düşünme günü değil, özgür düşünceyle bir araya gelme günüdür. Gün alışageldiğimiz mahallelere sığınarak toplumumuz kategorilere bölmeye çalışanlara fırsat verme günü değil, mahallelerimizden çıkarak selamlaşma, tanışma ve kaynaşma günüdür.

"12 Eylül felsefesinin devamı niteliğinde bir Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemi ile yönetiliyoruz"

Bu bağlamda da bilinmesini isteriz ki ister doğrudan ister dolaylı darbelerle kim demokratik özgürlükleri kısıtlamak ister, kim 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat artıklarıyla birlikte Türkiye’yi insan haklarına aykırı otoriter rejimlerle yönetmek isterse karşısında dimdik dururuz. Bugün de maalesef 12 Eylül felsefesinin devamı niteliğinde bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile yönetiliyoruz.

12 Eylül TBMM’ni kapatmış; yaptığı anayasayla da hep asker olacağını varsaydığı Cumhurbaşkanına demokratik sistemin vesayeti görevini vermişti.

Bugün getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile TBMM nerdeyse tümüyle etkisizleştirilmiştir.

Halk oyuyla seçilmesi dolayısıyla demokratik niteliği güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı makamı ise “aslında ülkeyi biz yönetiyoruz” diyen 28 Şubat artığı aktörlerin vesayeti altına girmiş görünmektedir.

Bu çerçevede biz diyoruz ki; Türkiye 12 Eylül darbe anayasasını toplumsal mutabakata dayalı gerçek bir demokratik anayasayla değiştirmedikçe kalıcı bir demokratik düzene kavuşamayacaktır.

Ve ülkemiz hak ettiği demokratik düzen seviyesine ancak ve ancak toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği TBMM’nin güçlendirilmesi ile ulaşabilir. Bu bağlamda tam ve gerçek bir parlamenter düzenin hayata geçmesi temel amacımızdır.  Yeni sistem ile ilgili kapsamlı  ve sistematik bir şekilde ortaya koymak üzere bir çalışma grubu oluşturmuş bulunmaktayız.

"İstifa ederek yeni bir siyasi hareket başlatacağımızı ilan etmemizin birinci yıldönümü"

Bu konularda detaylı açıklamaları Ekim ayı içinde gerçekleştireceğimiz Büyük Kongremizde yapacağız. Bugün de 13 Eylül. Kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edilmemiz üzerine eski partimizden istifa ederek yeni bir siyasi hareket başlatacağımızı ilan etmemizin birinci yıldönümü.

Hani bu açıklamamız üzerine “kuramazlar, yapamazlar, bu korku ortamında teşkilat oluşturacak insan bulamazlar” dedikleri gün.

İktidar şarlatanlarının doldurduğu televizyon kanallarının bizim üzerimizde her türlü spekülasyonları yapıp bizi ekranlara çağırmaya davet edemedikleri gün.

Onlar aferin alabilmek için beslendikleri güç odaklarına bakıyorlardı; biz ise millete ve milletin vicdanında. Bu kritik kavşakta en önemli misyonlardan biri Manisalı dostlarımıza düştü. 13 Eylül’de yaptığımız açıklamadan sonra ilk, partiyi kurduğumuz 12 Aralıktan önceki son açıklamamızı 18 Ekim’de Manisa dostlar platformunun davetlisi olarak bu fidan şehrimizde gerçekleştirmiştik.

O konuşmamda partimizi yıl sonundan önce kuracağız dediğimde de kimse inanmamıştı; bunu ham bir hayal zannettiler.

Onlar bizi tanımıyorlar; irademizi ve heyecanımız ise hiç bilmiyorlardı.İşte 18 Ekim toplantımızla fidan şehir Manisamız bir çınar fidanının ilk muştusunun verildiği şehir oldu. İşte takriben 11 ay sonra yine Manisadayız.

O gün bizim söylediklerimize itibar etmeyenler bugün de korku atmosferinde yapılan anketlerle bizi bir yerlere sıkıştırmak istiyorlar. Şimdiden söylüyor; Biz yanıltmaya onlar yanılmaya devam edecekler. İlk seçim ortamına girildiğinde herkes iktidarın en güçlü adayının Gelecek Partisi olacağını görecekler. Çınar fidan olduğunda büyümesi mukadder bir ağaçtır ve Manisa’da dikilen bir fidanın büyüyeceğine de tarih şahittir.

Örnek mi istersiniz? Bakın Gelecek Partisi resmen kurulalı henüz dokuz ay oldu. Ancak; programıyla, ilkeleriyle, değerleriyle, kadrolarıyla ve bu zor zamanda gösterdiği performansla ülkemizin en güçlü, en köklü partilerinden birisi olacağını ispatladı.

"Doğudan batıya, güneyden kuzeye Anadolu’yu harmanlamaya başladık"

Bu sürede Türkiye'nin geleceğine inanan yiğit 70 il başkanımız ve 374 ilçe başkanımız görevlerine başladılar ve 27 ilde ve 205 ilçede kongremizi tamamladılar.

Ayrıca Büyük Kongre için gerekli olan 41 ilde de şartları tamamlayarak kongre yapma hakkını kazandık.

Pandemi şartlarına rağmen, bu kadar kısa sürede, bütün zorluklara rağmen milletimizin geleceğine sahip çıktığınız için teşekkür ediyorum. 

Başta teşkilatlarımızdan sorumlu Genel Başkan Yardımcımıza, il başkanlarımıza, bu sorumluluğu alan bütün yöneticilerimize teşekkürlerimi sunuyorum. Büyük kongremize doğru sizlerin fedakarlığı, milletimizin teveccühü ve Rabbimizin inayetiyle yürüyoruz. Bundan sonra da aynı tempoyla yurdumuzun dört bir yanında milletimizle buluşacak, dertlerini dinleyecek, tavsiyelerini ve hayır dualarını alıp daha güçlü bir şekilde yolumuza devam edeceğiz. 

Bizi medya ambargoları ve yok sayma taktikleri ile durduracaklarını zannedenlere bir kez de Manisa’dan sesleniyorum:  Çabanız boşunadır, pandemi şartları imkan verdiği ölçüde adım adım vatan sathını dolaşarak milletimiz ile buluşacak ve bu ambargoları kırarak milletimize sesimizi ulaştıracağız.

Siyasette esas olan medyada görünmek değil, milletin kalbine girebilmektir. Öncelikle bu noktaya gelmemizde katkısı olan sizlere, bütün kardeşlerimize teşekkür ediyorum.

İmkânsızlıkları, baskıları, ahlaksızlıkları, zorlukları umursamadan Türkiye'nin geleceğine sahip çıktığınız  için size şükranlarımı sunuyorum.

"Her akşam düzmece bazı rakamlar açıklamaktan başka Koronavirüs'le ilgili hiçbir gündemleri yok"

Bugünlerde karşı karşıya kaldığımız korona salgını konusunda da maalesef ciddi bir yönetim zaafı ile karşı karşıyayız. İktidarın Koronavirüs'le mücadelede konusundaki lakaytlığını, ciddiyetsizliğini görüyorsunuz. Uzunca bir süredir, her akşam düzmece bazı rakamlar açıklamaktan başka Koronavirüs'le ilgili hiçbir gündemleri yok.

İllere yönelik, sektörlere yönelik, yaşa yönelik hiçbir ayrıt edici politikaları yok.

Hiçbir önlem almadıkları gibi milletimizin kendi önlemini almasını sağlayacak gerçek rakamları vermekten de kaçıyorlar.

Sağlık Bakanı her akşam Koronavirüs nedeniyle hastalanan ve hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ilişkin rakamlar açıklıyor. Öncelikle vefat eden tüm vatandaşlarımıza rahmet, hastalarımıza şifa, ailelerine sabır ve metanet diliyorum.

Hükûmet bu konuda çok yanlış bir politika izliyor.  Gerçek rakamların verilmemesi dolayısıyla ülkemizin durumunun ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz.  Aranızda Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı rakamların doğru olduğunu, gerçek durumumuzu yansıttığını düşünen var mı?

Her birimiz kendi akrabalarımızın, tanıdıklarımızın, hemşerilerimizin şahit olduğumuz durumlarına bakıp gerçek rakamın hükümetin açıkladığı rakamın kat kat üzerinde olduğunu biliyoruz.  Açıklama yapan bakanlık da inandırıcı olmadığının farkında.

Sağlık Bakanlığı’nı bir an önce gerçek rakamları paylaşmaya, vaka ve ölüm sayıları üzerinde sır perdesini aralamaya, hükümeti de il, bölge ve yaş eksenli ayrıntılı bir strateji geliştirmeye davet ediyorum.

Rakamlar dışında uygulamada da ciddi sorunlar var. Salgın yönetiminde, hasta takibi ve temaslı kişilerin izolasyonu açısından, eleştirdiğimiz ciddi zaaflar söz konusu.

Hastanelerde yer kalmadığı için hastalar evlerine gönderiliyor. Artık izolasyon diye bir uygulama kalmadı.  Hastalar hangi hastaneye gitmeleri gerektiğini bilmiyor.

Pandemi hastanesi diye açılan hastaneler verimli çalışmıyor.

Birçok özel hastane Covid hastası kabul etmiyor. Çünkü ekonomik olarak kurumlarını olumsuz etkiliyor.

"Sağlıkçıların istifa haberlerine artık intihar haberleri de eklenmeye başladı"

Hastalar oradan oraya savruluyorlar. Büyük özveri ile çalışan Sağlık çalışanları psikolojik olarak tükenme noktasına geldi. Sağlıkçıların istifa haberlerine artık intihar haberleri de eklenmeye başladı.  Sağlık bakanlığı sağlık çalışanlarının hukuklarını korumaktan bile aciz.

"Sağlık sistemi çöküş sinyalleri veriyor"

Bakın dün bir hekim dostumuz tarafından bana iletilen bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ülkemizin en önemli sağlık kuruluşlarından birinin yönetimden yazılan yazıda aynen şöyle deniyor: “Anestezi ve Reanimasyon Ana bilim dalında yatmakta olan Covid-19 tanılı bir hastadan kaynaklı kontaminasyon nedeniyle rutini etkileyecek derecede anestezi çalışanı izolasyona alınmıştır. Bu nedenle hastanemizde efektif ameliyatlar ikinci bir talimata kadar durdurulmuştur.”

Yani yaşanan Covid vakası nedeniyle diğer hastaların acil ameliyatları yapılamamaktadır.

Hani pandemi hastaneleri kurularak bu etkileşim sorunu çözülmüştü?

Bu yazıyı diğer bazı hekim dostlarımıza gönderdiğimde onlar da kendi hastanelerinde benzer bir durum olduğunu söylediler.

Artık sorun bir salgın sorunu olmaktan çıkmış ve bir sistem sorunu haline gelmiştir.

Bu salık sisteminin çöküşünün ilanıdır. Sayın Bakan tüm bunlara karşın sessiz kalmayı tercih ediyor. Aslında konunun uzmanı olarak ne söyleyeceğini muhtemelen biliyor ama söyleyemiyor. Çünkü biliyor ki, üst makamların tek derdi hangi rakamı açıklarsak zaten çamura saplanmış ekonomi daha da batağa sürüklenmez. Tek dertleri, ne yaparsak artık çuvala sığmayan mızrağı biraz daha saklamayı başarırız.

Bu da siyasal sistemin çöküşünün işaretidir.  Aynı yönetme sorunu Milli Eğitim Bakanlığında da yaşanıyor. Türkiye nüfusu genç bir ülke. Milletimiz çocuklarının eğitimine her şeyden daha fazla önem veriyor.  Ülkemizde sadece zorunlu eğitimdeki öğrenci sayısı 20 milyon civarında.

Hükümet okulların önce 31 Ağustos’ta açılacağını duyurdu, ardından bu tarihi 21 Eylül’e erteledi. Şimdi de sadece okul öncesi ve 1. Sınıfların dönüşümlü olarak okula başlayacaklarını, diğer sınıfların durumuna sonradan bakacaklarını, velilerin çocuklarını okula gönderip göndermemeye kendilerinin karar vermesi gerektiğini söylemiyorlar.  Hiçbir hazırlık, plan, projeksiyon yapmadıkları için bir sürü ihtimali ard arda sıralayıp meseleyi gürültüye getiriyorlar.

Anlayacağınız bunca açıklamaya rağmen, okulların açılıp açılmayacağına ilişkin herhangi bir netliğe ulaşmış değiller.  Bunun temel sebebi, okulların açılmasına ilişkin hükümet tarafından hiçbir objektif kriterin ortaya konamamış olması, somut bir stratejisinin belirlenmemiş olmasıdır.

Milli Eğitim okulların açılmasıyla ilgili ikna edici, güven verici bir stratejiye sahip olmadığı gibi, okulları açmaya yönelik hiçbir ciddi hazırlık içerisinde de değildir.

Değerli Kardeşlerim, eleştirdiğimiz konulara ilişkin çözüm önerileri de geliştiriyoruz.

Defalarca söyledik ama 21 Eylül yaklaşırken sağır kulaklar duysun diye bir kez daha söylüyoruz.

Bize göre; okulların açılmasına ilişkin temel strateji şu olmalıdır:

Vaka sayısı veya yoğunluğuna göre somut bir kriter ortaya konmalı ve o kritere göre okulların açılıp açılmayacağına karar verilmelidir.

Salgının kontrol altında olduğu her yerde en azından belirli sınıf ve yaş düzeylerinde okullar açılmalıdır. Salgının kontrol altında olduğu yerlerde veyahut hiçbir vaka olmayan bir yöremizde eğitim-öğretime ara vermenin makul bir gerekçesi yoktur.

Çalışan anne ve babaların ihtiyaçları göz önüne alınarak esnek politikalar benimsenmelidir.

Okula başlayacak ve yeni bir öğretmenle tanışacak olan birinci sınıf çocuklarının psikolojileri dikkate alınarak uygun çözümler üretilmelidir.

Yoksul aile çocuklarının uzaktan eğitimlerinin aksamaması için ücretsiz tablet veya bilgisayar verilmelidir.

"Ülkemiz bugün beş büyük açık veriyor"

Cari açık veriyoruz. Bütçe açığı veriyoruz. Tasarruf açığı veriyoruz. Bu üç açığa hepiniz aşinasınız. Elbette liyakatsiz ve ciddiyetsiz bir ekonomi yönetiminde maalesef daha başka bir tablo çıkması da mümkün değil. Cari açık, bütçe açığı, tasarruf açığının yanında iki önemli açık daha veriyoruz. Aslında bu üçüz açığın sebebi de bu iki açık. Demokrasi açığı veriyoruz, liyakat açığı veriyoruz. Bir ülke demokraside açık verdiğinde en başta ekonomi olmak üzere bütün ülke hastalanır.  Hukuk devleti felç olur, adalet mumla aranır, insan hakları yok olur, ifade hürriyeti biter, medya üç maymuna döner.

Bir ülke liyakat açığı verdiğinde; akıl, basiret, ciddiyet ve kural ortadan kalkar, keyfilik, akraba kayırmacılığı, yolsuzluk ve sorumsuzluk zirve yapar.

Hemen her pozisyona, milletin cebinden maaşları ödenen akrabalar, yandaşlar, seçilmiş şanslı kişiler, liyakatsizler doldurulmuş durumda. İşte bu kadrolar, geleceğin kadroları, bu beşli açığın ülkemizi sürüklediği çıkmazda, hukuk devletinin ortadan kalktığı bir atmosferde ortaya çıktılar.

Dolayısıyla sizlerin çabaları ve emekleri çok önemli bir fedakârlıktır. Siz bu karanlık atmosferde zor zamanda millet için ayağa kalktınız, ülkemizin geleceği için Gelecek Partisi dediniz.

2 gün önce ekonomide geldiğimiz vahim tabloyu yansıtan bir işaret daha geldi. Ülkemizin uluslararası kredi notu yine düşürüldü.  Ülkemizin kredi notu 2013 yılının Mayıs ayında yatırım yapılabilir seviyeye yükselmiş ve 2016 yılının Eylül ayına kadar da o seviyede kalmıştı.

Başbakanlık görevinde bulunduğum süre içinde yürüttüğümüz yoğun terörle mücadeleye rağmen Türkiye’nin yatırım yapılabilir seviyede kalabilmesi için yapısal reformlara büyük önem vermiş, ülkemizin uluslararası itibarının zarar görmemesi amacıyla bütün normlara sıkı sıkıya riayet etmeye büyük özen göstermiştik.

Bu ne demek biliyor musunuz Aziz Vatandaşlarım?

Türkiye’ye yapılacak yatırım kaliteli bir yatırım değildir demek, Türkiye’ye yatırım yapan “aşırı risk almış” hatta “çok spekülatif bir iş yapmış” olur demek, Türkiye’ye yatırım yapmakla Kamboçya’ya, Ruanda’ya, Uganda’ya Etiyopya’ya yatırım yapmak aynı şeydir demek. Eğer Türkiye’ye yatırım yapacaksanız onlardan daha fazla faiz isteyin demek.

Türkiye’de kurumların olası bir zorlukla başa çıkma kapasitesi kalmadı, Türkiye yanlış politikalar uyguladığından bütün kaynaklarını tüketti demek. Tekrar soralım; Ülkenin kredi notunu 25 yıl önceki seviyenin altına düşürenler hala biz “yerli ve milli” bir politika uyguluyoruz diyebilecekler mi hiç utanmadan?

“Türkiye’yi dönüşü olmayan bir yere sürüklüyorsunuz yapmayın” diyen ekonomistleri “Battık, bittik lobisi” olarak adlandırabilecekler mi hala?

Rahat olun sözde “yerli ve milli olanlar”, önümüzdeki ilk seçimde millet anlatacak size yerli ve milli olmayı.

"İlk seçimde vereceksiniz millete ülke ekonomisini bu seviyelere düşürmenin hesabını"

Bu tabloyu görmek ve yaşamak eski bir başbakan ve bu ülkenin vatandaşı olarak beni derinden üzüyor.

Ama Sayın Cumhurbaşkanı ve onun gücü ve kayırması ile Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğunda oturan bakan çok rahat görünüyor.

Geniş işsizlik rakamları %30 ulaşmış; Altın ve döviz kurları rekor üstüne rekor kırıyor;

Almanya’da dün %0 olan enflasyon TÜİK rakamlarında bile %13 ü aşmış; Faiz ödemeleri tarihin en yüksek miktarlarına ulaşmış Net MB rezervleri negatife düşmüş; Onların umurunda bile değil! Bugün Türkiye’nin en temel meselesi yakıcı bir hal almış olan işsizlik sorunudur.  Bu sorunu tam anlamak için manşet işsizlik rakamlarının ötesine geçerek değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Çünkü manşet rakamlar, yani ilan edilen rakamlar, ülkedeki işsizlik sorununun, yarattığı sosyal tahribatın, milletin çektiği acıların anlaşılması önündeki en büyük perde halini almıştır.

TÜİK’in dün yayınladığı rapora göre ülkemizde işsizlik oranı % 13,4’e yükselmiş.

Biz Mayıs 2016’da bu ekonomiyi tek haneli işsizlik, tek haneli enflasyon ve tek haneli faizle devrettik. Dört yıl gibi kısa bir sürede ekonomimiz küçüldükçe küçüldü, faizler arttıkça arttı, enflasyon kontrolden çıktıkça çıktı; hepsinden önemlisi işsizlik tam anlamıyla bir felakete dönüştü. Bakınız biraz vicdanı ve aklı olan için şu basit soruyu soralım: İşgücüne katılım oranı geçtiğimiz sene % 53,3 iken bu yıl % 49 düzeyine gerilemiş olmasına rağmen; resmi verilere göre dahi işsizliğin % 13,4 seviyesinde olmasından daha önemli bir konusu olabilir mi bir ülkenin?

Bakın TÜİK raporundan çıkan acı tabloda neler var: Son 1 yılda çalışan nüfusumuz 1,1 milyon kişi artarken, işgücümüz 2,1 milyon kişi azalmış,

Mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik oranı son 15 yılda ortalama % 10,3 iken aynı oran Haziran 2020 döneminde % 14,3 ile tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkmış, İş aramaktan vazgeçen ve istihdamda görünüp işbaşında olmayan vatandaşlarımızı da dahil ederek oluşturulan geniş tanımlı işsizlik oranı % 30’un üzerine yerleşmiş,  Evet yanlış duymadınız geniş işsizlik %30! Bu, Manisalının yaşadığı, tecrübe ettiği işsizliktir. 15-24 yaş arası gençlerimizde işsizlik oranı anormal bir yükselişle tam % 26,1’e ulaşmış, Gençlerimizin umudu tükendi. Gençlerimizin neredeyse 3’te 1’i ne eğitimde ne istihdamda yer almış,

İşte Cumhurbaşkanının deyimiyle “şahlanan”, damadı ekonomi bakanının deyimiyle “güçlenen” ekonomimiz! Yüzde 30 geniş işsizlik, bir o kadar da genç işsizliği!

Bu mu sizin “en kötüsü geride kaldı dediğiniz” ekonomi?  Bu mu “yatırımlarımız ve projelerimizle çağ atlatıyoruz” dediğiniz Türkiye?  Böyle mi imza atıyorsunuz tarihi işlere? Bir de çok önemli bir detay var.

İşten çıkarma kanunen de yasak bu dönemde. İşten çıkarmanın kanun ile yasaklandığı bir ülkede tüm zamanların en yüksek işsizlik rakamı ile mi övüneceksiniz?İşsizliğin ve yarattığı huzursuzluğun sosyal hayatı çok sert bir biçimde tehdit ettiğini göremeyecek, anlayamayacak kadar mı koptunuz gerçeklerden ve bu  milletin gündeminden?

En büyük zorluğumuz bu. Bu iktidarın son numarası da bu.

Sorunların ciddi bir şekilde konuşulmasını engellersek millet batırdığımız ekonomiyi, yıktığımız hukuk devletini, yok ettiğimiz adaleti konuşmaz, görmez ve duymaz zannediyorlar. Bu zorluğu aşmanın kolay bir yolu var.

Her platformda, her durumda milletin sesi olmak. Her durumda, her gelişmede cesurca hakkı ve adaleti savunmak. Kimse konuşmasa da, kimse sorgulamasa da, kimse ciddiyetle sorunları ve krizleri ele almasa da; Her bir Gelecek Partili bu koalisyon iktidarının ülkeyi getirdiği durumu sorgulayacak ve sağduyulu ve cesur bir şekilde konuşacak. Onlar devlet ciddiyetini bırakıp ülkeyi medya ajansı gibi yönetmeye çalışacak, biz ciddi bir şekilde sorunları inceleyeceğiz.

Onlar iktidar sorumluluğunu bırakıp ülkeyi twitter kampanyalarıyla yönetmeye çalışacak, biz her bir sorunu enine boyuna etüd edecek, kapsamlı çözüm önerileri geliştireceğiz.  Onlar iftira kampanyaları yapacak, biz ahlak kampanyaları yapacağız. Onlar kara propaganda yapacaklar, biz dürüstlüğü yücelteceğiz. Onlar milletin dertlerini yok saymak için uğraşacak, biz milletin derdiyle dertleneceğiz.

"Onlar Trump’ın hakaretlerine susacaklar biz Trump’ın ağzının payını vereceğiz"

Onlar milletimizi ÖTV zamlarıyla Fransız arabalarına mahkum edecekler, biz Macron’un ağzının payını vereceğiz.

Bakın Türkiye ile ticaret yapanların Fransız gümrüklerindeki işlemleri, Fransız bankalarındaki işlemleri Fransa tarafından zora sokuldukça sokuluyor. Bin tane bahaneyle sıkıntı üstüne sıkıntı çıkarıyorlar.

Ülkemizin dahi ekonomi yönetimi millete ortalama kalitede bir arabayı çok görerek ülkeyi Fransız arabalarına mahkum ettiler, sonra Macron’a cevap vermekle yetiniyorlar.

Onlar Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz için ağızlarını bile açmayacaklar, biz Çin zulmünü lanetleyeceğiz.

Onlar ülkeye Çin standardında demokrasiyi, refahı ve adaleti yeterli görecekler, biz Çin toplama kamplarında inim inim inleyen kardeşlerimizin sesi olacağız.

Onlar Doğu Türkistanlı kardeşlerimize “bölücü”, “terörist” diye hakaret eden 28 Şubat artıklarıyla kol kola girecekler, biz milletimizle ve Uygur kardeşlerimizle kol kola gireceğiz.

Onlar Putin’in karşısında, Biden’ın karşısında sus pus olacaklar, biz milletimizin vicdanının ve vakarının sesi olacağız. Gelecek Partisi milletimizin ve mazlumların sesi olacak, vicdanı olacak. İşte ülkeyi ve ekonomiyi bu denli sorumsuzca yönetince ülke içinde milletin itibarı, ülke dışında ise devletimizin itibarı sürekli tehdit edilir hale geliyor.

Dün Trump’ın hakaretine ses çıkarmayan bu yerli ve milli iktidar, bugün Macron’un zırvaları karşısında bir şey yapamıyor. Nihayet sayın Cumhurbaşkanı dün cevap verdi; ama  meseleyi yine şahsileştirdi. Sayın Cumhurbaşkanı, Trump “aptal olma” diye mektup yazdığında da, Macron Türk demokrasisine hakaret ettiğinde de konu sizin şahsınız ötesinde temsil ettiğiniz yüce makam ve milletimizin onuruyla ilgilidir.

Bu ülkenin en üst makamının itibarı şahısların egosundan daha büyüktür.

"Şahsınızı değil, makamınızı ve temsil ettiğiniz milletimizin onurunu koruyunuz!"

Sayın Cumhurbaşkanı’na hitap ediyorum:  Siz Trump’ın “aptal olma!” hakaretine sessiz kaldığınız için bugün Macron da size hakaret etme gücünü kendinde bulabiliyor.  “One Minute” dediğiniz günlerde kimse size hakaret edemezdi; çünkü o günlerde yanınızda gerçek milli ve dirençli kadrolar vardı.

Şimdi ise yanınızda içerde millik taslayıp dışarda üç-beş kuruş gelecek diye şu veya bu ülkenin hakaretlerine sessiz kalmayı diplomasi zannedenler var.

Dün askerlerimizin Rusya’nın hava operasyonları ile desteklenen güçlerce şehit edilmesine cevap veremeyen sözde yerli ve milli iktidar, bugün Fransa’nın ülkemize düşmanca tavırlarına ses çıkaramıyor. Buradan içim sızlayarak sesleniyorum:

Ülkemizin itibarını bu kadar ezdirmeyin, milletin haysiyetiyle bu kadar oynatmayın. Karakterli bir duruşunuz olsun. Batırdığınız ekonomi konuşulmasın diye, ülkeyi dışarda daha fazla sıkıştıracak, izzetini ezecek işlere girip durmayın.

Gelecek Partisi olarak siz umursamasanız da bizim için bu meseleler izzeti nefis meseleleridir.

Milletimiz müsterih olsun, Gelecek Partisi ülkemizin, ekonomimizin bu sorumsuz iktidar tarafından uçuruma sürüklenmesine seyirci kalmayacak. Ekonomi nedir, bütçe nedir, finans nedir bilen, Türkiye’nin en kıymetli ve en tecrübeli ekonomi ekibiyle ekonomimizi bu liyakatsiz ve ciddiyetsiz yönetimin maceralarından, saçmalıklarından kurtaracağız. Geleceğe Güvenin Kardeşlerim, Bu zor günlerden elbette çıkış vardır, Türkiye’nin çözülmeyecek sorunu yoktur, Sorunları çözemeyen bir iktidar vardır. Müsterih olunuz ve yeise kapılmayınız.

 Gelecek kadroları bütün vatan sathında bu değerleri hayata geçirmek üzere ayağa kalkmışlardır. Şeyh Edebali hikmetiyle Gelecek kadrolarına sesleniyorum. Artık öfke ve hakaret onlara sabır ve nezaket bizedir; Baskı ve ambargo onlara, direnç ve kararlılık bizedir;

Adaletsizlik onlara, her hal ve şartta adaleti savunmak bizedir; Kem söz onlara güzel söz bizedir; İlim yuvalarını kin ile kapatmak onlara açmak bizedir; Siyaset ahlakını bozmak onlara yeniden yaşatmak bizedir; Devlet teamüllerini ve kurumsal mimarisini sarsmak onlara çağdaş bir şekilde ihya etmek bizedir; Hiç kimsenin şüphesi olması;- Geleceğimiz parlaktır Her zaman dediğimiz gibi “Hiçbir şey bitmedi; bugün her şey yeni başlıyor”