Gündem

Darbe provası yapıldığına ikna olmadım...

Sedat Ergin, bazı askerlerin ölçüsüz davrandığı görülmesine karşın 5-7 Mart 2003'te yapılan 1. Ordu plan seminerinde darbe provası yapıldığına ikna olmadı

09 Eylül 2010 03:00

T24- Balyoz darbe planına ilişkin iddianame üzerine 28. yazısını kaleme alan Sedat Ergin, bazı askerlerin ölçüsüz davrandığı görülmesine karşın 5-7 Mart 2003'te yapılan 1. Ordu plan seminerinde darbe provası yapıldığına ikna olmadığını kaydetti. Ergin, “Bazı askerlerin bir sıkıyönetim senaryosu görüşülürken ölçüyü iyice kaçırdıkları, seçim sonuçlarını değerlendirmekle kendilerini yetkili gördükleri, seçilip iktidara gelmiş bir partiyi eleştirebildikleri görülüyor. Bununla birlikte, bunlar ne kadar problemli davranışlar olursa olsun, seminerde bir darbe provası yapıldığını mı gösteriyor? İddianamedeki seminer tutanaklarını okuduğumda bu konuda ikna olduğumu söyleyemem” ifadesini kullandı.



Ergin'in Hürriyet'te yayımlanan (9 Eylül 2010) “İlk bölümün ara değerlendirmesi” başlıklı yazısı şöyle:


Balyoz planıyla ilgili haberler ilk kez geçen ocak ayında çıktığında, konuya bir önyargı taşımadan yaklaştığımı hatırlıyorum. Hatta sıcağı sıcağına kaleme aldığım bir yazıda, bu şekilde bir darbe planlamasının yapılmış olabileceği ihtimalini dışlamadım.

Ardından emekli Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, bu yazım üzerine bir mesaj göndererek bu konudaki değerlendirmemin doğru olmadığını söylediğinde, onun görüşlerini de yayımladım.

Balyoz dosyasına yeniden yönelmem iddianamenin geçen temmuz ayında açıklanmasından sonra oldu. Geçen bir ayı aşkın süre içinde bu köşede iddianameyi analiz etmeye çalıştım. Bu çalışmama referandumun araya girmesi nedeniyle bir süre için ara verirken, buraya kadar yaptığım okumadan ne anladığımı da okurlarla paylaşmak istiyorum.

Mahkemeyi beklerken en kritik soru

Önce bir temel saptama yapalım. Bu iddianamenin omurgasını Orgeneral Doğan tarafından hazırlandığı öne sürülen 2 Aralık 2002 tarihli “Balyoz Harekat Planı” adlı belge oluşturuyor. Belge, 3 Kasım seçimleri yapılıp Başbakan Abdullah Gül’ün kabinesinin 28 Kasım’da TBMM’den güvenoyu almasından tam 5 gün sonra hazırlanmış. SUGA, ORAJ ve cami bombalama provokasyonlarına dönük planlar da bu belgenin uzantısı olarak ortaya çıkıyor.
İddianameyle ilgili en kritik mesele, bu belgenin gerçekliğinin ciddi bir şekilde sorgulanıyor olmasıdır. Bu belgede yer alan bazı ifadelerin, metnin yazıldığı tarihten sonra meydana gelen olaylar ve durumlarla ilgili olması -örneğin 2009’da yaşanan basın üzerindeki vergi denetimi olayının 2002 Aralık ayındaki bir durum olarak karşımıza çıkması gibi- kaçınılmaz olarak Balyoz belgesini tartışmalı bir hale sokuyor.

Bunun gibi iddianamedeki delillerin bir bölümünün sahiciliğiyle ilgili kuvvetli itirazlar ortaya kondu sanıklar, yakınları ve avukatları tarafından. İnternette bu konudaki pek çok örneğin sergilendiği “Çetin Doğan ve gerçekler” isimli bir blog da mevcut ve buradaki yazılar şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor.

Keza bu metinlerin sahiciliği konusunda çelişen bilirkişi raporlarının olması, örneğin TÜBİTAK ile İTÜ’nün raporlarının çatışması, konuyu iyice ilginç kılıyor. Galiba mahkemenin en kritik kararı, delil dosyasındaki bazı tartışmalı belgelerin sahici olup olmadığı üzerinde düğümlenecek.


Darbe tezinden ikna oldum mu?

İddianameyle ilgili bir diğer tartışma konusu, Birinci Ordu karargahında 5-7 Mart 2003 tarihlerinde yapılmış olan plan seminerinin niteliğiyle ilgili. Bu seminerin hazırlık aşamasını, burada yapılan takdimleri, konuşmaları etraflıca inceledim. Hazırlık sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda emir-komuta düzeninin işleyişi açısından sıkıntılı bir durum görüyorum. Bu konudaki görüşlerimi yazdım.

Ayrıca, seminerin icra ediliş aşamasında demokrasi ve sivil otoriteye saygı faslında yine pek çok problemli konu var. Bazı askerlerin bir sıkıyönetim senaryosu görüşülürken ölçüyü iyice kaçırdıkları, seçim sonuçlarını değerlendirmekle kendilerini yetkili gördükleri, seçilip iktidara gelmiş bir partiyi eleştirebildikleri görülüyor.

Bununla birlikte, bunlar ne kadar problemli davranışlar olursa olsun, seminerde bir darbe provası yapıldığını mı gösteriyor? İddianamedeki seminer tutanaklarını okuduğumda bu konuda ikna olduğumu söyleyemem. Seminere katılan subayların en azından önemli bir bölümünün, kendilerine verilmiş olan emirler çerçevesinde bir senaryonun sanal dünyası içinde hareket ettiğini düşünüyorum.

Bir de bazı planlarda görev alacak ya da destekleyecek şeklinde ismi yazılan şüphelilerin, kendilerine verilecek görevi kabul ettiklerine ilişkin ek deliller olsaydı, kuşkusuz bunların varlığı iddianameye çok güç katan bir faktör olurdu.

Dosyada gördüğüm sorunlu bir alan, sıkıyönetim planlaması yapılırken sınırların yer yer aşılmış olmasıdır. Bir tarafta atanmış memurlar ve seçilmiş yöneticiler, diğer tarafta kapalı kapıların ardında sıkıyönetim ilan edildiği takdirde onları görevden almak için planlama yapan askerler... Bu çok olağan bir fotoğraf değil herhalde.

Özellikle istihbari çalışmaların ve fişleme olgusunun çok sorunlu olduğu kanaatindeyim. Sıkıyönetim planlamasında uyulması gereken esasların, bu çerçevede ilgili yönergelerin yeni baştan ele alınması gerektiğini düşünüyorum.


TSK’nın diğer kesimleri darbeye ne der?  

Darbe planlamasıyla ilgili bir önem taşıdığına inandığım şu noktaya da dikkat çekmek istiyorum: Savcıların tezine göre, cunta organizasyonu, muhtelif eylemlerle önce sıkıyönetim ilanını zorlayacak ve ikinci aşamada sıkıyönetimi askeri müdahale için geçiş dönemi olarak kullanacaktı.

Bu haliyle müdahaleye kalkışan, büyük ölçüde Türkiye’nin yalnızca batısında görevli bir grup üst kademe askerdir. Bu, iddianameye göre İstanbul mahreçli bir darbe denemesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin diğer kesimlerinin darbe sürecinin içine nasıl çekileceği, darbenin Türkiye’nin bütününe nasıl yayılacağı gibi sorularıma yanıt bulamadım.

Bunların benim şahsi gözlemlerim. Savcıların da önlerindeki delilleri değerlendirirken en kuvvetli dayanaklarının, özellikle TÜBİTAK, Emniyet ve Birinci Ordu’nun görevlendirdiği ilk askeri bilirkişinin darbe planlamasının olabilirliğine işaret eden raporları olduğunu vurgulamalıyım.
Mahkeme heyeti, 16 Aralık tarihinde başlayacak olan davada hem iddialara hem de savunmanın görüşlerine, karşı delillerine bakıp kararını verecek ve adalet eninde sonunda tecelli edecektir. Hangi yönde tecelli edecek olursa olsun, buradaki en önemli sorulardan biri, bunun ne kadar zaman alacağıdır.
Yakın bir zamanda Balyoz iddianamesi dizimizin ikinci bölümünde görüşmek ümidiyle...